Ahmet İnsel son yazısında Vecdani Ret tartışmalarını ele aldı...


AİHM’nin bir kararı ve bakanın bu kararla ilgili soruya verdiği yanıtın cımbızlanarak aktarılması, anlamlı bir geniş cephe yarattı.

14 Kasım’da vicdani ret konusunda yöneltilen soruyu Adalet Bakanı şöyle yanıtladı: “Bu hafta içinde olmazsa önümüzdeki hafta içinde karar aşamasına gelmiş olacağız.(...) Aynı eylemden dolayı birden çok ceza verilmesini adil yargılama hakkına aykırı bulduğu için [AİHM] Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Dolayısıyla biz buradaki ihlali baz alıyoruz.”

Bu sözler ‘Vicdani ret en geç haftaya’ başlığıyla basında yer aldı. Bu, bir çarpıtmaydı. Ama Türkiye’de militarist ittifakın kapsama alanını, dayandığı kültürel, ideolojik tabanı gözler önüne sermesi açısından yararlı oldu. Habere ilk olumsuz tepki, bekleneceği gibi Devlet Bahçeli’den geldi. “Türkiye’ye her an belanın sarkabileceği bir ortamda bir bakanın vicdani ret konusunu gündeme getirmesi kadar yakışıksız, densiz bir teklif söz konusu olamaz” dedi. Demek ki belanın her an sarkmayabileceği bir ortamda bunun gündeme gelmesi yakışıklı olabilir diyerek, tersten okumak mümkün bu karşı çıkışı. Neyse konumuz bu değil.

Kendimize özgü akıl!
Ortalık karıştı elbette. Karşı çıkanlar, fikri destekleyenler, bir hafta sonra vicdani reddin yasalaşacağını ilan edenler... Muhafazakâr Müslüman çevrelerden homurtular yükselmeye başladı. 21 Kasım’da Ali Bulaç Zaman’da, zorunlu askerliğin 4-5 aya indirilerek sorunun çözülmesi gerektiğini belirterek bedelli askerliğe karşı çıktı. Vicdani ret konusunda ise “Bizim kendimize özgü aklımız yok, başka toplumların özel tarihi ve toplumsal deneyimlerine göre şekillenmiş çözümleri olduğu gibi iktibas ediyor, kendi yapımızı tahrip ediyoruz” dedi. Bulaç’ın işaret ettiği tahribat Müslümanlıkla ilgiliydi. ‘Kültürel kodları Müslümanlık tarafından oluşmuş bir ülkede’ ana fikir, Bulaç’a göre ‘Savaş karşıtlığı değil anti-militarizm’ olmalıydı. Savaş adil ve haklı olmadığı sürece meşru değildi ama “ülkesi düşman işgaline uğramışsa her Müslüman; dini, yurdu ve namusu için savaşır(dı), bu cihattı ve farzdı”. “Cihadı hayatından çıkarmış bir toplum, varlığını devam ettiremez”di. Bulaç, ‘adil ve haklı olan meşru savaş’ bağlamında cihadı kullanıyordu. Ne var ki, sadece ‘bizim kendimize özgü aklımızla’ hareket edince, cihat ve haklı savaş kavramlarının yan yana gelmesinden doğan anlam karşısında insan ister istemez ürküyor. Cihadı hayatından çıkarmış toplumun varlığını devam ettiremeyeceği varsayımıyla savaş karşıtlığının nasıl yan yana geleceği de ayrı bir soru. Bir de Müslüman olmayanların ülkeleri, dinleri, namusları için savaşmasının ‘farz olmadığı’ gibi bir yan anlam var ki, galiba muhafazakâr Müslüman tahayyülünün ilginç bir ‘anti-militarist’ boyutunu ele veriyor.

Bulaç’ın yazısından bir gün sonra Başbakan tartışmayı noktaladı. Böyle bir düzenleme hükümetin gündeminde asla olmamıştı. Çünkü ‘askerlik bu milletin, bu topraklar için en kutsal vazifelerinden biri kabul edilmiş’ti. Askere ‘Küçük Muhammed’ anlamında Mehmetçik dediğimizi, askerliği Peygamber Ocağı olarak gördüğümüzü hatırlattı Erdoğan. Yalnız konuşmasının sonunda bir gariplik vardı. ‘Askerlik hizmetinin ciddiyetinin zedelenmesine’ asla müsaade etmediğini, etmeyeceğini vurgulayıp, sonraki cümlede ‘bedelli askerlik uygulamasının ülkemize, milletimize, gençlerimize, onların ailelerine hayırlı olmasını’ diledi. İnsana şaka gibi dedirtecek biçimde yan yana gelmiş bu iki cümle, ciddiyetin satın alınabileceğini de bize öğretiyordu. Belki de İslam peygamberinin mesleğinin ticaret olmasıyla bir ilgisi vardı bunun.

Kemalist cephenin reddi
Erdoğan noktayı koymuştu ama Kemalist ideoloji de vicdani redde karşı çıkma gereği duyuyordu. Mümtaz Sosyal, 26 Kasım’da Cumhuriyet’te, “Bu arada toplumun moralini bozmak ve ulusal özgüvenin önemli unsuru olan askerliği yıpratmak isteyenler yeni bir konu daha bulmuşa benziyorlar: Vicdani ret denen kaytarıcılık” diyerek, konuya girdi. Ardından AİHM kararlarıyla desteklenen bu hakkın, ‘hangi gerekçeyle olursa olsun insan öldürmeyi günah sayan Museviliğin ve Hıristiyanlığın inançlarına ters düştüğü için, o inançların insanları açısından geçerli’ olabileceğini belirtti. ‘Ama Müslüman bir toplumda ve hele ulusal savunma gerekleri olan Türkiye gibi bir ülkede fanteziden başka bir anlam taşıyamaz’dı.

Bu demeçleri, yazıları izlerken, kafamda Murat Belge’nin geçen günlerde yayımlanan Militarist Modernleşme kitabının (İletişim Yayınları) sayfaları çevriliyordu.

Bizde asla olamaz!
Ali Bulaç, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin vicdani reddi reddetme gerekçelerinin bir sentezini sunan Mümtaz Sosyal, Müslüman muhafazakârlık, Kemalizm ve milliyetçiliğin yeri geldiğinde nerede ve nasıl buluştuğuna, buluşabileceğine mümtaz bir örnek sunuyordu. Vicdani reddin Müslümanlıkta, Türklükte, son Türk devletinde yeri olamayacağını savunan geniş bir cephe oluşuvermişti. Hep birlikte, başka ülkelerde, toplumlarda olabilir ama burada olamaz dediler.

Bildiğiniz gibi, Türklükte ve Müslümanlıkta vicdani ret hak olmaz, olamaz, çünkü bu ülkede ve bu kültürde askerlik yapmama hakkı ancak parayla satılır.