AK Parti hükümeti ve Başbakan otoriterleştikçe Taraf Gazetesi ve başyazarı Ahmet Altan da bir süredir ciddi bir muhalefet sergilemeye başladı. Ancak Taraf’ın bu yeni tarzı AK Parti ve hükümete haksızlık yapıldığını iddia eden bazı yazarlarla arasındaki makasın da açılmasına neden oldu. Orhan Miroğlu’nun Altan ailesinin PKK destekçisi olduğunu bile iddia edecek kadar ağır ithamlar yaparak ayrılmasından sonra yeni bir tartışma başladı. O tartışmayı Ahmet Altan köşesine taşıdı:

 

TARAF’TA KAVGA

Türkiye böyle yolunu kaybetmiş ördek yavrusu gibi oradan oraya savrulmaya başlayınca bütün kurumlarda da “gidilecek yol” konusunda ciddi kırılmalar ve çatlamalar ortaya çıktı.

 

Güneydoğu’ya en azından duygusal bir soluk aldıracak olan Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün “insanca” açıklamalarına Başbakan Yardımcısı gönülden destek verirken, Başbakan, “insan olan dağdaki teröristin ölümüne ağlar” diyen müdüre “bu salonda insan yok” diye cevap verip alkış alan MHP lideriyle birlikte yüklendi.

 

Bu “kırılmadan” elbette Taraf da payını alıyor.

 

Biz de kendi aramızda ayrışıyoruz ve üslup da gittikçe ağırlaşıyor.

 

Gazeteciliğe ve köşe yazarlığına bu gazetede başlamış, beş yıl bu gazetenin yazı işlerinde çalışmış Yıldıray Oğur, yazısını demokratların “gözüne gözlük” önererek bitirmenin zekâya, zarafete, saygıya, terbiyeye uygun olup olmadığını bile sorgulayamaz hâle geldiyse, bizim de artık meselelerimizi açıkça ve net tartışmamız gerekiyor demektir.

 

Aynı gün Alper Görmüş, gazeteyi sert bir şekilde eleştiren bir yazı yazdı.

 

“Hür orduya jandarma servisi” başlığını eleştiriyordu.

 

Bu başlıkla ilgili söylediklerinde haklı, koyduğu ölçüler de doğru.

 

Ama o haber de doğru.

 

Ve, niye doğru olduğunu haberi yapan Tuğba Tekerek, Görmüş’ü arayarak ona anlattı.

 

Alper, “bu, toplumun mutlaka öğrenmesi gereken bir haber; bir kişiyi korumak için haberi zayıflatamazsınız, elinizde kayıtlar varsa olduğu gibi yayımlamalıydınız” deseydi...

 

Ya da, “kendinizi birilerini korumak zorunda hissettiğiniz zaman haberi hiç kullanmamalısınız” deseydi, hiç itirazım olmazdı.

 

Ama Alper öyle yapmıyor ve hiç yapmaması gereken bir işe soyunup “niyet okumaya” girişiyor.

 

Ve, o niyeti de yanlış okuyor.

 

Alper’e göre ben “AKP’nin Kürt meselesini çözme iradesini kaybettiğini” düşündüğüm için manşetleri ve haberleri “kullanışlı bir tarzda” yorumluyorum.

 

Biri Alper Görmüş’e “sen kendi fikirlerin nedeniyle manşetleri zorlar ve onları kullanışlı yorumlar mısın” dese büyük bir ihtimalle “hayır” der, bana “Alper böyle bir şey yapar mı”diye sorsalar ben de “hayır” derim.

 

Alper kendisinin yapmayacağı, ahlaka da pek uygun düşmeyen bir işi benim yapacağıma nasıl bu kadar rahat inanıyor, nasıl kendisini böyle “ahlaken” üstün görüyor, nasıl kendini bu kadar rahat “karar mercii” konumuna yerleştiriyor?

 

Bu yakışık alıyor mu Alperciğim?

 

Bu ilk itirazım biraz “şahsiydi”, şimdi gelelim işin esasına, AKP’ye muhalefete ve aramızdaki ciddi görüş farklılıklarına.

 

Ben, Alper’in sandığı gibi AKP’ye “Kürt meselesini çözme iradesini kaybettiği” için karşı çıkmıyorum.

 

AKP’ye, demokrasiden, insan haklarından, eşitlikten, özgürlükten, adaletten uzaklaştığı için karşı çıkıyorum.

 

Kürt meselesi sadece PKK meselesi değil benim için, PKK’yı yenebilirsiniz, susturabilirsiniz, yok edebilirsiniz, PKK’yla anlaşabilirsiniz ama “demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet” yoksa Kürt meselesini çözemezsiniz.

 

Türklerle Kürtler “eşit” olmadığı sürece o mesele orada durur.

 

Sadece Kürt meselesi durmaz, ibadethaneleri verilmeyen Alevilerin meselesi de durur, Başbakan’ın “at o yazarı” diye bağırdığı iklimde fikir özgürlüğü meselesi de durur, Başbakan’ı eleştiren öğrenciler hapislere atıldığı sürece “muhalefet etme” özgürlüğü meselesi de orada durur, nasıl doğum yapacakları bile devlet tarafından belirlenen “kadınlar” meselesi durur, kuralları hâlâ 12 Eylül yasalarıyla belirlenen “siyaset” meselesi orada durur, Sayıştay denetiminden kaçırılan “ordu” meselesi orada durur, Uludere’de korunan suçlularla birlikte “yaşama özgürlüğü” meselesi durur, işkenceci polisin terfi ettirilmesiyle “işkence” meselesi durur, Suriye’de bizi savaşın eşiğine getiren emrivakilerle “tek adam” meselesi durur.

 

Kürt meselesi de dâhil bütün bu meseleler birbirine bağlıdır ve bunların çözümü Başbakan’ın artık yanına bile yaklaşmadığı “Kopenhag kriterlerinde”, demokraside, insan haklarında, özgürlükte ve kurumsallaşmış bir eşitliktedir.

 

Şimdi Alper ve “AKP’ye güvenen” diğer yazar arkadaşlarımız, “Kürt meselesi demokrasi olmadan da çözülür” diyorlarsa, bunu neye dayandırdıklarını...

 

“Kürt meselesi demokrasi olmadan çözülmez” diyorlarsa, bütün bu saydığım konularda nasıl demokrasiye doğru bir gidiş gördüklerini açıklarlarsa minnettar kalırım.

 

Hepimiz net olalım, hepimiz düşüncelerimizi net biçimde anlatalım.

 

Bu, niyet okumaktan da, “gözlük” önermekten de, Başbakan için Başbakan’ın gazetelerinde kullanılamayacak ifadelerin, Başbakan’ı savunmak için bu gazetede bu gazete için kullanılmasından da daha iyidir.