Haberdar.com yazarı Celal Başlangıç, dün yayımlanan (29 Aralık 2015) yazısında, AKP hükümetinin kendisinin de umduğundan uzun süren 'savaş politakasının', bölgedeki orta ve üst sınıf Kürtler ('Beyaz Kürtler') ve dindar Kürtler de dahil olmak üzere, tüm Kürtleri sonunda devlete karşı tek cephede birleştirmeye başladığını söyledi. Düne kadar PKK'nin 'hendek siyasetini' eleştiren Kürtlerin bile, şimdileri bu görüşlerinden vazgeçmeye başladığını gözlemleri sonucu tespit ettiğini belirtti.

"AKP iktidarı planladığı operasyonu bitiremedi. Beklediğinden uzun sürdü. Hiç tahmin etmediği bir dirençle karşılaştı"
diyen Başlangıç, saptamasına örnek olarak PKK'yle arasında "kan davası" bulunan HÜDA PAR'ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayı örnek gösterdi. HÜDA PAR açıklamasında "Daha fazla sivil can kayıplarının yaşanmaması ve mağduriyetlerin artmaması adına devlet güçlerini bu üyelerimizin (çatışmalar nedeniyle işgal ettiği) evlerini derhal boşaltmaya, İslami hassasiyetleri, insan haysiyetini göz önünde bulundurmaya ve hukuk içerisinde kalmaya davet ediyor, bu tavrı kınadığımızı kamuoyuna bildiriyoruz" diyordu.

Tüm bu durumun, Kürtlerin ulusal bilincini daha da güçlendirmeye başladığını ifade eden Başlangıç "Bugünden sonra geçen her dakika AKP'nin, PKK'ye müthiş bir örgütlenme alanı açtığı anlamına geliyor. Artık 'Kürt Özgürlük Hareketi' Kobane'de vardığı 'ulusal bilinci' AKP'nin uyguladığı 'savaş politikası' sonucunda daha da zirveye taşıyacak bir zemini yakalamış durumda" dedi.

İşte Başlangıç'ın "AKP PLANI TUTMADI; SÜREÇ PKK'NiN LEHiNE iŞLEMEYE BAŞLADI" başlıklı yazısı: 

Büyük bir yalan mekanizması, dev bir propaganda aygıtı olanca gücüyle çalışıyor.
 
Ama yine de gerçekleri uzun süre gizleyemiyor.
 
Hele sorunu evlerinin dibinde, mahallelerinin kenarında, kentlerinin göbeğinde yaşayanlar sürece baktıkça, zulüm uzadıkça görüşlerini değiştiriyor, hatta yıllarca karşı olduğu bir anlayışın yanına geçebiliyor.
 
Bu saptamayı; özellikle dün itibariyle Diyarbakır'ın kalbi Sur'da 27, Dargeçit'te 18, Cizre ve Silopi'de 15 gündür süren sokağa çıkma yasaklarının, yaşanan ölümlerin, üç aylık bebekten 80 yaşındaki dedeye kadar sivil halkın devletin "kamu güvenliği"nin hedefi haline gelmesinin doğurduğu duygusal ve mantıki sonuçlar üzerinden yapıyorum.
 
Davul zurna çala çala gelen sokağa çıkma yasaklarına rağmen; mahallelerin, sokakların, evlerin tank ve top atışına tutulmasına rağmen sivil halkın önemli bir bölümünün hala bu mekanları terk etmemesi yaşanan sürecin yanlışlığından kuşku duymanıza hiç neden olmuyor mu?
 
Sokağa çıkma yasaklarının başladığı 16 Ağustos'tan bu yana geçen yaklaşık 4,5 aylık süre içersinde Diyarbakır'dan Silvan'a, Cizre'den Silopi'ye, Şırnak'tan Mardin'e, Lice'den Nusaybin'e belki en az on kez gittim.
 
O günden bu yana gördüğüm değişime ilişkin gözlemimi şöyle aktarabilirim:
 
İşin başında hendeğe ve barikatlara bile karşı olanlar, bu konuda PKK'yi şiddetle eleştiren "Beyaz Kürtler" bile tanık oldukları zulme, sabahlara kadar kesilmeyen tank ve top seslerine, mahalle aralarına giren tanklara, sokaklarda yatan cenazelere artık tahammülleri kalmamış ve "bu hendeklere de, barikatlara da artık karşı değiliz" noktasına gelmişler.
 
Hatta istikrar için 1 Kasım seçimlerinde AKP'ye oy veren "Beyaz Kürtler" bile artık neredeyse örgütün arkasına "hizalanma" noktasına gelmişler.
 
Çünkü AKP iktidarı planladığı operasyonu bitiremedi. Beklediğinden uzun sürdü. Hiç tahmin etmediği bir dirençle karşılaştı.
 
Sur'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de üçüncü, beşinci defa ilan edilen sokağa çıkma yasaklarına, her biri haftalarca süren kuşatmalara, çatışmalara, devletin tanklarıyla toplarıyla yüklenmesine rağmen karşısındaki direnci kıramadı.
 
Yaşanan sorunun uzaması halinde varacağı tehlikeyi neredeyse tam bir hafta önceden görmüş iktidara yakın kalemlerden Abdülkadir Selvi.
 
23 Aralık'ta  Yeni Şafak'taki köşesinde yayınlanan yazısından birkaç cümle:
 
"Cizre'den top sesleri, Sur'dan şehit haberleri gelirken çözümün Ç'sini söylemek dahi cesaret istiyor. Ancak Ortadoğu etnik ve mezhep savaşlarının kucağına yuvarlanmışken, biz bu savaşı daha ne kadar sürdürebiliriz. Süratle bu yangını söndürüp, reform gündemine dönmeliyiz."
 
Evet, daha bir hafta önce soruyordu Selvi "bu savaşı daha ne kadar sürdürebiliriz" diye. Sonra, doğabilecek başka sorunlara değiniyordu:
 
"Sur'un sokaklarında, Cizre'nin mahallelerinde, Silopi'nin caddelerinde tankları ne kadar tutabiliriz. Top namlusu üzerine çevrilmiş olan Kürtler nereye kadar bunu anlayışla karşılayabilir. Sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar uzadıkça, başka sorunlara yola açabilir."
 
İşte artık bu sorunlar doğmaya başlamış. İlk zamanlarda operasyonları "makul" karşılayan özellikle orta ve üst sınıftan bölge insanıyla dindar Kürtler bile artık ciddi biçimde düşüncelerini değiştirmiş durumdalar.
 
Karşı olanlar bile artık barikatların arkasındaki gençlere, gösterilen direnişe, kazılan hendeklere, kurulan barikatlara, özyönetim ilanına destek verir hale gelmişler.
 
İşin vardığı boyutu anlamak için Kürt Özgürlük Hareketi'yle ciddi bir "kan davası" boyutunda sorun yaşayan, 1 Kasım seçimlerinde AKP'yi destekleyen HÜDA PAR'ın yaptığı açıklamaya bakmak yeteri:
 
"Örgüt tarafından şehir merkezlerine taşınan şiddete karşılık devlet güçlerinin yaptıkları operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları halkı neredeyse canından bezdirmiş durumdadır. Örgütün sivil halkın rızası olmadığı halde evlerin önüne hendek kazması ve evlere zorla girerek mevzilenmesi halkı istemediği bir çatışmanın tarafı haline getirmiş; ölümlü vakalar dahil olmak üzere çok ciddi mağduriyetlerin yaşanmasına sebebiyet vermiştir.
 
"Son günlerde operasyon yürüten devlet güçlerinin de rızası olmadığı halde sivil halkın evlerine girdiği ve orada mevzilenerek o evleri adeta bir karargaha dönüştürdükleri tarafımızca tesbit edilmiştir.
 
"Bu kapsamda 19.12.2015 günü Cizre-Nur Mahallesi'nde Halis ve Muhlis Gözüngü adlı üyelerimizin evlerine rızaları olmadığı halde asker tarafından el konmuş ve evlerde mevzilenilmiş. Her iki üyemizin evinde hala askerler bulunmakta ve fiili olarak bir çatışma yaşanmaktadır. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle üyelerimiz ve aileleri evi de terk ederek güvenli bir yere geçmediklerinden mermilerin hedefi durumundadırlar. Bu durum üyelerimizi hem istemedikleri bir çatışmanın tarafı haline getirmekte hem de ailelerin tamamının can güvenliğinin tehlikeye atılmasına neden olmaktadır.(...) Daha fazla sivil can kayıplarının yaşanmaması ve mağduriyetlerin artmaması adına devlet güçlerini bu üyelerimizin evlerini derhal boşalmaya, İslami hassasiyetleri, insan haysiyetini göz önünde bulundurmaya ve hukuk içerisinde kalmaya davet ediyor, bu tavrı kınadığımızı kamuoyuna bildiriyoruz."
 
İmza: HÜDA PAR Genel Merkezi.
 
Şu an itibariyle varılan yere ilişkin yürek açıklığıyla bir saptama yapalım.
 
7 Haziran'dan sonra AKP devletinin savaş konseptine aynı şiddetle karşılık veren Kandil, "AKP'nin ekmeğine yağ sürmek"le suçlanıyordu ya.
 
Bugün itibariyle gelinen nokta tam tersine dönmüş durumda.
 
"İstikrar" için 1 Kasım'da AKP'ye destek veren orta ve üst sınıftan, kendilerine verdikleri adla "Beyaz Kürtler" bile artık hendekleri ve barikatları haklı bulmaya başlamışlarsa...
 
1 Kasım'da AKP'yi destekleyen, PKK ile arasında neredeyse "kan davası" bulunan HÜDA PAR bile, devlet güçlerini kent merkezlerine yapılan operasyonlarda "İslam hassasiyetleri"ne, "insan hassasiyeti"ne, "hukuk içersinde kalmaya" çağırıyorsa... AKP bu savaşı kaybetmiş demektir.
 
Bugünden sonra geçen her dakika AKP'nin, PKK'ye müthiş bir örgütlenme alanı açtığı anlamına geliyor.
 
Artık "Kürt Özgürlük Hareketi" Kobane'de vardığı "ulusal bilinci" AKP'nin uyguladığı "savaş politikası" sonucunda daha da zirveye taşıyacak bir zemini yakalamış durumda.
 
Yakın, yıkın, öldürün... Belki bu yöntemle kentlerdeki hendekleri kapatabilir, barikatları yıkabilirsiniz.
 
Ama, sadece bölgede yaşayan değil, Türkiye'nin batısında da hatırı sayılır bir nüfusa sahip Kürtlerin kafalarında, bilinçlerinde, ruhlarında, kalplerinde oluşan hendeklere düşeceğinizi, barikatlara çarpacağınızı görün artık!