Bir kısım kolluk görevlilerine yönelik son operasyon da; 6-7 yıldır yapılan tüm operasyonlar gibi siyasi iktidarın direktifiyle yürütülen birer siyasi proje operasyonu. Kuşkusuz son operasyon öncekilerden farklı. Son 11 yılın egemenleri arasındaki iktidar paylaşım savaşının çete didişmesine dönüşmüş hali. Aslında Cumhuriyet tarihi bir anlamda çeteler savaşı tarihi. Cumhuriyeti kuran Osmanlı generalleri tüm Osmanlı saray entrikalarını yeni Cumhuriyet rejimine de taşıdılar. Bu salt bize özgü değil. Milliyetçilik akımları tarihsel olarak irdelendiğinde; ideolojiden yola çıkarak devlet eliyle ulus yaratma modellerinde hep devlet çeteleri, entrikaları diz boyu görülür. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Topal Osmanların, Yahya Kahyaların, Ali Kılıçların, Ali Çetinkayaların bugünkü ardılları dünün astığı astık, kestiği kestik olan eli tespihli, özel yetkili savcıları, emniyet şefleri olarak boy göstermediler mi?

İKİZ KARDEŞ OLARAK ÇALIŞTILAR

Bu kapışmaya, etme bulma dünyası demek de yanlış. Yesinler birbirlerini demek de yanlış. Hele hele CHP gibi taraf tutmak da yanlıştır. Şu anda galip gözükenin de, mağlupmuş gibi gözükenin de eli temiz değil. Zaten son 11 yıl ikiz kardeş olarak çalıştılar. Şimdi gözaltındaki emniyet şefleri susma hakkını kullanıyorlarmış. Kullansınlar, tabii ki hakları. Ama bunlar dün susma hakkını kullanan siyasi muhaliflere ‘bu örgütsel tavırdır’ diye fezlekeler hazırladılar. Yine de biz onların susma hakkını, dürüst yargılanma hakkını sonuna kadar savunacağız. Eski Terörle Mücadele Müdürü arka kelepçeden dolayı suç duyurusunda bulunmuş, işkence diye. Haklıdır. Ama kendisinin aynı meşrebindeki, aynı ekoldeki meslektaşları Diyarbakır KCK soruşturmasında Hatip Diclelere arka kelepçe ile de yetinmediler. Zincirleyerek, kölelik dönemini hatırlatırcasına teşhir ettiler. Biz yine de bunların da mayalarına ters de olsa soruşturmanın ilk anından itibaren dürüst yargılanma haklarını sonuna kadar savunmak durumundayız. Birçok AİHM kararında belirtildiği gibi ‘fair trail’ yani dürüst yargılanma hakkı kovuşturmanın başından itibaren değil soruşturmanın ilk saniyesinden itibaren yaşama geçmesi gereken temel bir haktır.

Bu kaotik kapışmada; şuandaki egemenin iktidar zihniyeti malum olduğu için hayırlı bir sonuç beklemek mümkün değildir. Yani bu tür operasyonlarla gün ışığında yönetim, şeffaf devlet yolunda gelişme olmayacaktır. Çünkü şimdiki egemen de kendi karanlığının zifirini yaymaktadır. Bu emniyet şeflerine siyasi soruşturmalardaki hukuksuzluklarının hesabının sorulacağını hiç zannetmiyoruz. Örneğin; suç duyurusunda bulunan müdür Devrimci Karargah davasında MİT raporunu dosyaya delil olarak sokabilmişti. Bunların yürüttükleri soruşturmalar adeta illegal kurallarla yönetilen soruşturmalardı. Güvenlik güçleri tarafından öldürülen Orhan Yılmazkaya’ya merhaba verenler, onunla bir çay içenler bile bunların hazırladıkları fezlekelerde ve fezleke kopyası iddianamelerde sanık yapılmıştı. Keza KCK, Gaye vs. operasyonlarda da usulsüzlükler, hukuksuzluklar tavan yapmıştı.

KÖKSAL ŞENGÜN’ÜN DEMOKRATLIĞI ASKERİ BÜROKRAT SANIKLARAYDI

Az önce CHP’nin taraf tuttuğundan bahsettik. Aslında bazı demokrat geçinen yazarlar da bir araştırma yapmadan sadece AK parti karşıtlığından yola çıkarak, görevden alınan veya yerleri değiştirilen bazı savcı ve yargıçları kolayca demokrat kahramanlar ilan ettiler. Örneğin Can Dündar bir yazısında eski özel yetkili 13. Ağır Ceza başkanı Köksal Şengün’den ‘demokrat yargıç’ diye bahsetti. Oysa Köksal Şengün’ün demokratlığı sadece askeri bürokrat sanıklaraydı. Diğer baktığı davalarda özellikle Kürtlerin ve sol muhalefetin yargılandığı davalarda dürüst yargılanma hakkının tüm kurallarını hoyratça çiğnedi. Tutuklamayı, tutuklama süresini azami olarak kullandı ve bir infaz olarak uyguladı. Bir başka örnek; CHP’nin çok savunduğu savcı Celal Kara. Bu savcı özel yetkili mahkemede düşmanla savaş hukukunun savcısı olarak çalıştı. Özel yetkili 11. Ağır Ceza mahkemesinin nadiren verdiği beraat kararlarını dahi, hukuk fakültesi 1. sınıf öğrencilerini bile şaşırtacak gerekçelerle aleyhe temyiz ederdi. Örneğin; yazar Erdoğan Akhanlı ile ilgili beraat kararını, ‘mahkumiyet için yeterli şüphe vardır ve bu kafidir’ diye aleyhe temyiz etti. Oysa hukuk birinci sınıf öğrencileri bile bilir ki yeterli şüphe sadece dava açılması için gereklidir. Mahkumiyet için kuvvetli şüphe bile yetmez. Tüm şüphelerin giderilmesi gerekir. Kesine sınır şüphe dahi mahkumiyet için yeterli değildir.

Yine muhalefetin sahip çıktığı bir başka savcı Adnan Çimen İstanbul ana KCK soruşturmasında 1921 Anayasası’nın kavramlarını bile sorguladı. Türk milleti yerine Türkiye Milleti denmesini, self determination’dan bahsedilmesini iddianın kanıtı olarak gördü. Anayasa değişikliği için ‘sözde özgürlükçü anayasa’, Kürt meselesi ile ilgili ‘sözde Kürt sorunu’ diyerek ideolojik bir hınç ve kinle iddianameler hazırladı.

ZEKERİYA ÖZ KENDİSİNİ İMPARATOR ZANNEDİYORDU

Şimdi twittlerinden sanki demokratmış gibi twittler atan zamanın başsavcı vekili Zekeriya Öz elinde tespihle kendisini imparator zannediyordu. Örnekler saymakla bitmez. Aslında şu gerçeği vurgulamak gerek; gerek klasik Kemalist ideolojinin neferi gibi çalışan savcı ve yargıçlar, gerekse cemaate bağlı çalışan savcı ve yargıçlar, gerekse şimdi de yürütmenin başına bağlı çalışan savcı ve yargıçlar hep aynı zihniyet ile ama değişik söylemlerle muhaliflere karşı ötekileştirme faaliyeti yaparak, birer misyoner gibi çalıştılar. Ve çalışıyorlar. Yani hukuki bir faaliyet değil, ideolojik bir idari birim faaliyeti söz konusu. Muhalifler için adli tehcir adli getto faaliyeti.

DEMOKRATİK JÜRİ SİSTEMİNE GEÇİLMELİ

Ne yapılmalı? Köklü bir yargı ve idari yargı reformuna ihtiyaç var. Hukuk fakültesindeki öğrenim değişmeli. İnsan hakları hukukuna göre dersler düzenlenmeli. Uygulamalı dersler olmalı. Her sene en az 1 ay duruşmalar izlenmeli. Hukuk son sınıf öğrencileri iki ay gece gündüz ceza evlerinde kalarak özgürlük bilincini test etmeli. (Yani yerinde gözlem yapmalı) Ceza yargılamasında halkın yargılama faaliyetine katılımı sağlanmalı. Demokratik jüri sistemine geçilmeli. STK ve meslek odalarından, insan hakları kurumlarından oluşacak dönüşümlü jüriler olmalı. 5 yıl avukatlık yapmayan yargıç ve savcı olmamalı. Yargıçlar kurulu ayrı, savcılar kurulu ayrı olmalı. Adalet bakanı ve müsteşarı bu kurullarda yer almamalı. Yargıçların da, savcıların da toplu sözleşmeli grev hakkı, sendikaları olmalı. Başka öneriler de kuşkusuz var. Adli soruşturmalar yürütmeye bağlı olmayan, savcıya bağlı adli kollukça yürütülmeli. Emniyet teşkilatı halk tarafından seçilen Vali’ye bağlanmalı vs.

Kuşkusuz bu çareler toplumun her açıdan yeniden demokratik ve özgürlükçü bir nitelikle örgütlenmesine bağlı. Yani en az devlet, en çok insan ve toplum anlayışıyla doğrudan demokrasiye giden bir siyaset tarzına bağlı. Aksi halde pretoryan yapıda tepeye hakim olmak için devlet klikleri savaşından kurtulmamız mümkün değil.

TİB’İ MİT’E BAĞLAMAK İSTİYORLAR

AK parti iktidarı despotizmini perçinlemek için TİB’i MİT’e bağlamak veya görev ve yetkilerini MİT’e devretmek istiyor. Bu çok tehlikeli bir yoldur. Böylelikle tam bir muhaberat devleti yaratılacaktır. TİB ve benzeri kuruluşlar Avrupa devletlerinde ‘uzman ve özerk kuruluş’ statüsünde, bizde ise idari ve siyasal hiyerarşiye bağlı bir birim olarak örgütlenmiştir. O nedenle de TİB sık sık hak ve özgürlük ihlalleri yapmıştır. 5651 sayılı yasa ile yetkileri daha da arttırıldı. Anayasa mahkemesi yasayı kısmen iptal etti. MİT şu anda zaten devasa yetkili, adeta hukuki denetim dışı bir kurum haline getirildi. Maalesef MİT görevlilerinin ceza soruşturmalarını Başbakan’ın iznine bağlayan 6278 sayılı yasayı Anayasa mahkemesi uygun buldu. İktidar bununla da yetinmedi, yeni yetkilerle yasa bir kez daha düzenlendi. Şu anda Anayasa mahkemesi önünde. Tüm bu adımlar kişi güvenliği ve özgürlüğünü rafa kaldıracak, her türlü muhalefeti susturacak, hukuk dışı alanı alabildiğine genişletecek, keyfi ve zorba yönetimi pekiştirecek adımlardır.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ DESTEKLENMELİ

Yine kısaca cumhurbaşkanlığı seçimlerine değinerek bitirelim. Eski AKP genel başkan yardımcılarından Dengir Mir Fırat Selahattin Demirtaş’a oyunu vereceğini açıkladı. Aklın yolu birdir. Hak-Par’ın kimseye oy vermeyeceği açıklaması ise üzücü ve yanlış. Siyasal rekabet ve nüans ayrımlar; doğru yolun yerini almamalı. Umarız Hak-Par tavrını gözden geçirir. Sol cenahta da bazı oluşumlar hala sessiz. Özgürlüklerden, halkların ve dillerin hak eşitliğinden, kalıcı barıştan, emekten yana olan, çevreyi korumak isteyen herkesin tereddüt etmeden düzen adaylarına karşı Selahattin Demirtaş’ı desteklemesi umutlarımızı ve ütopyalarımızı güçlendirecek, bizi onlara yaklaştıracaktır.