19 Ağustos Tevfik Fikret’in ölüm yıldönümüydü. 19 Ağustos 1915’te, yani Ermeni soykırımının tavan yaptığı süreçte bir türlü kaynaşamadığı dünyayı terk etmişti. Servet-i Fünun’un da kurucularından olan Fikret, şiirlerinde adeta yönetenlere, yönetilenlere insan onuru açısından etik dersler vermişti. Onun ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ sözünün özellikle insan hakları savunucuları açısından bir düstur olması gerektiğini birçok konuşmalarımda ve yazılarımda vurgulamışımdır. Tevfik Fikret yiyicilere, talancılara, paragözlere, dalkavuklara hep karşıydı. ‘Yiyin ağalar yiyin bu hanı iştiha sizindir, aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar... ‘ sözlerinin geçtiği şiir adeta AKP iktidarı için söylenmiş gibiydi. ‘Kırıl ama eğilme’ diyen Fikret en kötü koşulda dahi erdemliliğin, insan onurunun diktatörlere, sömürücülere, zalimlere ödün vermemeksizin dik ve erdemli durmayı öğütlüyordu. Tevfik Fikret’i biraz da Çarlık Rusyası’nın son dönemlerdeki dekambristlerin ruh yoldaşlığına benzetirim. Kuşkusuz onların şiddetsiz hali. Macaristan’da da böyle bir şair vardı. Petofi. Krallığa karşı çarpışarak yirmi beş yaşında öldü. Genç yaşına rağmen çok güzel şiirler bıraktı. Tevfik Fikret çirkinliklerin egemen olduğu dünyada bir yalnız adam olarak yaşadı. Değeri şimdiki kuşaklarca biliniyor mu, çok emin değilim. Hem edebiyat dünyasını hem de siyaset dünyasını sarsan biriydi. Filistin’in de Petofi’ye, Tevfik Fikret’e benzeyen şairi Semih El-Kasım birkaç gün önce vefat etti. Filistinli dürzü şair Filistin direnişinin sesiydi. Mahmut Derviş ile birlikte Filistin direnişinin en önemli şairlerinden olan Semih El-Kasım çok uzun süredir İsrail Komünist Partisi’nin de üyesiydi. Siyasi inançlarından ötürü pek çok kez tutuklanmış, şiirleri yasaklanmıştı. İsrail ordusuna katılmayı reddeden ilk dürzülerdendi. Son söyleşilerinden birinde: ‘Beni ve şiirlerimi kimin hatırlayacağı umurumda değil. Yeter ki Filistin halkı özgürlüğüne kavuşsun, Arap dünyası birleşsin, tüm dünyada sosyal adalet gerçekleşsin, uluslararası barış kurulsun’ demişti.

Bu güzel şairleri ve Fikret’in ‘kırıl ama eğilme’  sözünü anımsarken, bir yandan da CHP’nin trajikomik halini yorumlamamak mümkün değil. CHP solun ve özgürlüklerin önünde manipülasyon yaptığı için büyük bir engel. Yine kurultay var. Bu kurultaydan gerçek anlamda demokrat ve özgürlükçü bir hat, politika çıkmayacağı açık. Hangi kesim alırsa alsın. Tek parti diktatörlüğüyle, azınlıkların ve Kürt halkının inkarı ve tenkili cumhuriyet politikalarıyla, Dersim katliamıyla, varlık vergisiyle, azınlıkların göçe zorlanarak yok edilmesiyle, geçmişindeki İkinci Dünya Savaşı’ndaki sözde tarafsızlık politikalarıyla, askeri darbe taraftarlığıyla, 1990’lı yıllardaki kontrgerilla hükümetlerinde yer almasıyla, Madımak katliamındaki teslimiyetçi vurdumduymazlığıyla hala yüzleşemeyen bir CHP’nin özgürlükler mücadelemiz açısından bir engel olduğu realitedir. Bugün CHP içindeki muhalif kanat 1930’ların Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Kaya, Recep Pekerlerin yani İttihat Terakki’nin devamı olan çizginin dirilmesini savunuyor.

Kılıçdaroğlu ve ekibi ise sağa oy verenlerden de oy almak için Türk-İslam senteziyle barışan renksiz, amorf bir merkez sağ çizgiyi derinleştirmek istiyor. Basına yansıyan haberlere bakılırsa Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi solla en ufak ilgisi olmayan Kemalistler de Kılıçdaroğlu ekibinin listesine girecek. Böylesi bir CHP’den ne beklenir? Ermeni soykırımıyla yüzleşmeyen, anadilde eğitim öğrenim hakkını savunmayan, merkeziyetçi ve tekçi idari rejim anlayışından kurtulamayan, kendi içinde dahi demokratik olmayan bir CHP’nin solla en ufak ilgisinin olamayacağı açıktır. Nitekim milletvekili aday belirlemesinde yüzde on beş olan merkez kontenjanının daha da yükseltileceği yönünde tüzük değişikliği yapılacağı söyleniyor.

Kuşkusuz sol partiler de tabii ki -hele hele HDP- de sağ partilere oy veren kitleleri kazanmak ve dönüştürmek zorunda. Ama bu sağcılaşarak, vizyona Türk-İslam sentezi geleneğinden türeyenleri koyarak olamaz. Ecevit’in henüz faşistleşmediği dönemde 1973-1977 seçimlerinde oylarını yüzde kırkın üstüne çıkarmasında o yıllarda radikal köylü hareketlerine (Ortaköy’ün öncülüğünde yoksul köylülerin toprak işgalleri) sıcak bakması, ‘toprak işleyenin, su kullananın’ demesi, ‘yasaların da üstünde doğa yasaları vardır’ demesinin, yasakçı Kemalist laisizmi eleştirmesinin önemli payı vardı. Yani sola yaklaştığı zamanlar CHP’nin oyu artmıştı. CHP’ye oy veren Alevilerin ve sola sempati duyanların artık tek desteklemeleri gereken ocak HDP olmalıdır. CHP’den hiçbir numara olmaz. Tarihsel olarak fonksiyonu ve devri bitmiştir. CHP’ye gönül veren emekçiler ve Aleviler artık gönüllerinden CHP’yi likidasyona etmelidirler.

Kürt sorunu çözümünde yeni adımlar atılacağı anlaşılıyor. Beşir Atalay, Kandil ve Avrupa kanadıyla da görüşüleceğini ima etti. Olması gereken adımlardan en önemlilerinden birisi de zaten bu. Lakin artık gerek Öcalan ile gerekse Kandil ve Avrupa kanadıyla görüşmeler ayaküstü sohbeti gibi olmamalı, belgesel hale gelmeli, tutanakları tutulmalı. Öcalan’ın basınla, kanaat insanlarıyla görüşmesi de sağlanmalı. Gerçekten dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde bir barışı hedefleyen geniş kapsamlı devlet politikası niteliğine uygun müzakereler yapılmalı. Genel affın veya siyasi affın ismi ne olursa olsun ‘Toplumsal Barış Yasası’ da diyebiliriz iskeleti de hemen hazırlanmalı. Benim gönlüm toplumsal barış yasasının tüm zindanları kapsamasından yanadır.

Ne var ki hala milliyetçi, ırkçı çılgınlıklar yapılabiliyor. Mahsun Korkmaz’ın heykeline panzerler ve akreplerle saldırılıyor. Bir genç öldürülüyor. Kürt halkının değer verdiği bir kişinin anısından bile korkuluyor. Üstelik zavallı, ırkçı düşüncelerle beyni yıkanmış bir er ayağıyla heykele basarak poz verebiliyor. Belki yıllar sonra ‘ben ne yapmışım böyle’ diyecektir. Milliyetçi akımlar incelendiğinde en tehlikeli milliyetçiliklerin Sırp, Türk ve Nazi milliyetçiliği olduğu görülür. Türk milliyetçiliğinin ırkçılık boyutuna varmasında Mustafa Kemal’in de rolü büyüktür. ‘Bir Türk dünyaya bedel’ gibi akıl dışı şoven sözlerle, ideolojiden yola çıkarak ulus yaratma gayretiyle şoven bir ulus yaratılmıştır. Türk-İslam sentezine yapışık Türk milliyetçiliği aynı zamanda farklı mezheplere de sürekli düşmanca davranıyor. Suriyeli Sünni sığınmacılara pasaportsuz kapıyı açan ( ki  insan hakları açısından bu doğrudur) iktidar ne yazık ki Ezidiler’e kapıyı kapatıp ancak pasaportu olanlara o da kerhen ve gönülsüz bir şekilde giriş izni veriyor. Ezidiler Ortadoğu’nun en kadim ama en mazlum halklarındandır.

Küresel OHAL’in anavatanı Amerika’da da siyah düşmanlığı hala devam ediyor. Obama’nın gücü bunu engellemeye yetmiyor. Ferguson’da on sekiz yaşındaki Michael Brown’un polis kurşunuyla öldürülmesinden sonra halkın haklı isyanları devam ederken Ferguson yakınlarında bir siyahi genç (23 yaşında) daha polis tarafından öldürüldü. Eyalet valisi katil polisler hakkında bir yorumda bulunmazken göstericilere AKP’nin valileri gibi ‘çapulcu’ diyor. Onlar da siyahlara biber gazı, ses bombası ve plastik mermiyle saldırıyor. Devlet mantığı ve özgürlük düşmanlığı hemen hemen her devlette öz olarak aynı. Tüm dünyanın çapulcularının zalimler karşısında kırılsalar da asla eğilmeyeceklerini tüm diktatörlükler ve sömürücü iktidarlar sonunda bizzat yaşayacaklar ve kendi şiddetlerinde ömürleri son bulacaktır.