“Zorbalık; zorbalıktan değil, onsuz elde edilemeyecek kazançlardan doğar.”

B. BRECHT

Bir süredir; Cizre, Silvan’da yaşanan ihlalleri, uluslararası suç olan “insanlığa karşı suç” tipi açısından irdeleyen ayrıntılı bir çalışma yaptığım için yazımı geciktirdim. (Aslında yaşanan insanlığa karşı suç fiillerini uzunca teşhir etmek gerekir. Örneğin 19 yaşındaki Sait Çağdavul 6 Eylül’de Cizre’de boynundan ve kolundan vuruluyor hastaneye götürülmesi için ambulansa izin verilmiyor ve yaşamını kaybediyor. Otopsi sonrası babası teşhise gittiğinde gözlerinin de oyulduğunu görüyor. Savcıya ‘benim oğlum kolundan ve boynundan vurulmuştu, gözleri niçin oyulmuş’ diye soruyor. Savcı umursamaz bir ifadeyle otopside olmuştur diyor.)

Aslında Rusya uçağının düşürülmesi ve Can Dündar ile Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanması olmasaydı; 1 Kasım seçimleri sonrasını, başkanlık sistemini, anaysa değişikliği sorununu, yaklaşan HDP ve CHP kurultaylarını irdeleyen bir yazı yazacaktım. Ne var ki AKP iktidarının ki artık devletinin diyelim, ard arda çılgın siyah saldırıları bizim de gündemimizi belirliyor.

Cumhuriyet tarihi bir yönüyle de tek adamların karar ve yetki sahibi olduğu, totaliter niteliği de aşan diktatörlükler tarihidir. Adeta bu politik ve sosyolojik bir kaderdir sanki. Ortadoğu’da padişahlıktan, halifelikten, krallıklardan, emirliklerden, şeyhliklerden, darbeci faşistlerden ve İslam ideolojisinin özünden beslenen tek adamlık kültü hep yaygın oluştur. Mustafa Kemal, İnönü, Menderes, Kenan Evren ve şimdi kaçak saraydaki. Kuşkusuz bu tek adamlar birbirinden farklıdır. Mustafa Kemal ve tek parti rejimi döneminde İnönü’de yansıyan modernist, şovanizme kaçan milliyetçi militarizmdir. Menderes’te yansıyan muhafazakâr – liberalizm karması bir tek adamlıktır. ‘Bursa’dan odunu aday göstersem seçtiririm’ sözü hala hafızalardadır. Kenan Evren ise Pinochet tipi azgın bir diktatördü. Şimdi yaşanan ise başkanlık heveslisi, fundamentalist maceracılığa yelken açmış; halifeliğe soyunan, gözünün önünü tüm tek adamlar ginbi görmeyen, coğrafyayı felakete sürüklemekten çekinmeyen bir hegemoni tipi.

Rusya uçağının düşürülmesi tam da böyle bir tiplemenin özüne uyan bir çılgınlık. AKP iktidarı döneminde, Türkiye tarihinin en büyük yalnızlığını yaşama noktasına geldi. Arasının iyi olduğu bir tek komşusu kalmadı. Dillere pelesenk ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ sözü; ‘Yurtta savaş, cihanda savaşa’ dönüştü.

Ortadoğu’da dengelerin, Türkiye’nin hatalı dış politikasını perişan ettiğini görmenin telaşı içinde olan iktidar; başta IŞİD, El-Nusra gibi fundamentalist çeteleri rahatlatmak, tarihsel olarak Kürtlerin ilerlemeye geçmiş etki alanını daraltmak, Rusya’yla Batı arasında IŞİD ve fundamentalist çetelere karşı oluşmaya başlayan ittifakı bozmak ve dünkü tatil arkadaşı Esad’ı yerinden etmek hayali için işi Rusya uçağı düşürme çılgınlığına kadar vardırdı. Angajman kurallarının ihlali gerekçesi tam bir hikâye. Yıllarca Türkiye, Yunanistan hava sahasını ve deniz sahasını, Yunanistan da yıllarca benzer şekilde ihlal etti, angajman kuralları rafa kaldırıldı. Ne var ki bir tek uçak düşürme olayı dahi, olmadı. Keza Türkiye sınır ötesi operasyonlar kapsamında yıllarca Irak ve Suriye hava sahalarını, egemenlik haklarını ihlal etti. Etmeye de devam ediyor. Türkiye’nin BM’ye sunduğu resmi açıklama da ‘İhlalin sadece 17 saniye sürdüğü’ belirtildiğine göre bu çok kısa süren ve ülke topraklarına doğru derinlemesine gerçekleşmeyen sınır ihlali iddiasına karşı uçak düşürmenin orantılı ve gerekli bir önlem olmadığını herkes kabul eder. 2012 yazında Suriye uçak savarları bir Türk savaş uçağını düşürdüğünde, Davutoğlu uçağın çok kısa süre, 5 saniye sınır ihlali yaptığını belirtmişti. Birkaç hafta sonra da Erdoğan; “Kısa süreli sınır ihlali hiçbir zaman saldırı için neden olamaz” demişti. Peki, şimdi yapılan bu çılgınlık ne? Demek ki amaç başka. Amaç yukarıda belirttiğimiz nedenler IŞİD ve benzerlerine koltuk çıkmanın devam etmesi, esas olarak da bölgede Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının engellenmesi.

Tek adam iç hukuk ve uluslararası hukuk kurallarını ihlalde de beis görmüyor. Daha birkaç gün önce MİT Tırları’nın silah taşıdığı iddialarına ilişkin “Tırlar Bayır- Bucak Türkmenlerine yardım yapan tırlardı. Ben ‘Silah değildi’ demişim, olsa ne olacak olmasa ne olacak” diyerek hukuku tanımadığını da ilan ediyor. İç hukuk açısından MİT ‘in böyle bir operasyon yapma yetkisi kesinlikle yoktur. Dolayısıyla Erdoğan’ın açıklaması yetki dışına çıkıldığının itirafıdır. Uluslararası hukuk açısından da bu kesin bir ihlaldir. Uluslararası hukuk kurallarına göre başka bir devlette savaş varken, o d devlete karşı savaşan güçlere yardım etmek o devlet tarafından bir meşru savunma ve kuvvet kullanma hakkını doğurur. Geçmişte A.B.D ile Nikaragua arasında yaşanan sorunu hatırlayalım. A.B.D, Nikaragua’lı muhalif güçlere silah, eğitim yardımı yapıyordu. Uluslararası Adalet Divanı bunun üzerine A.B.D’yi tazminat ödemeye mahkûm etti. Türkiye’nin silah göndermesi ve bunun itirafı uluslararası hukukun ihlalidir. Bundan doğan sorumluluğu vardır. Suriye BM Güvenlik Konseyine ‘Türkiye’nin barışı tehdit ettiğini belirterek tedbir alınması’ istemiyle başvuruda bulunabilir.

Bu konuyla ilgili cesur bir gazetecilik örneği veren Can Dündar ve haberci Erdem Gül’ün tutuklanması ise; ifade özgürlüğüne, halkın gerçekleri öğrenme hakkına, iktidarın hiç umursamadığı ‘gün ışığında yönetim’ ilkelerine yönelik bir suikasttır. Basın tarihimizin en vahim, kara günlerinden biridir. Coğrafyamız tek adamın çiftliği olamaz. Olmayacakta. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü toplumun sosyal yaşam oksijenidir, bu konudaki her yasak, her devlet şiddeti tüm toplum için tehlikeli bir zehirdir. Tutuklama talep eden savcı Budapeşte Savcılık Meslek Etik İlkeleri’ni, tutuklama kararı veren yargıç Bangalor Yargı Etik Kuralları’nı ve hukukun tüm evrensel ilkelerini ihlal etmişlerdir. Savcı ve yargıçlar; avcı memurlar olmamalıdır evrensel hukukun kurallarına bağlı, yürütmeye biat etmeyen, adalet ilkelerine uygun, adaletin imbikten geçirilmiş hali olan hakkaniyeti her zaman her türlü işlemlerinde göz önünde tutan hukukçu kişiler olmalıdır. Hukuk faaliyetine en büyük zarar, yargı faaliyetinde bulunanların hükümetin ve giderek tek adamın katipleri durumuna düşmesidir.

Bu kara istibdat dönemine boyun eğmeyeceğiz. Özgürlüklerin ve paylaşımcı adaletin teminatı insan hakları ve hukuk açısından anahtar olan direnme hakkıdır. Ayrım yapmadan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü üzerindeki her türlü devlet baskısına karşı çıkmak; özgürlükçü, demokrat başta hukukçular olmak üzere faşist olmayan herkesin görevidir. Savaşa, tek adamlığa, ifade ve basın özgürlüğüne zincir vurulmasına topyekun hayır diyelim.

NE MÜMKÜN ZULM İLE BİTAT İLE İMHAYI HÜRRİYET, ÇALIŞ İDRAKI KALDIR MUKTEDİRSEN ADEMİYETTEN.