68 gün önce açlık grevine başlayan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın taleplerinin duyulabilmesi için Türkiye’nin farklı şehirlerinden insanlar bir araya geliyor. Adana’da, Eskişehir’de, Çanakkale’de, Düzce’de toplantı ve oturma eylemleriyle desteklerini bildiren insanlar olduğu gibi edebiyatçılar bildiriler ile çağrıda bulunuyor. Fazıl Say ve Sezen Aksu duruma dikkat çekiyor.

Murathan Mungan akademisyen ve öğretmeni Yüksel Caddesi’nde ziyaret ederken bir başka şair Ataol Behramoğlu Malatya Kitap Fuarı’ndaki imza gününde açlık grevine giriyor.

Akademi dünyasından ise Gülmen ve Özakça’nın meslektaşları aynı şekilde nöbetleşe girdikleri açlık grevleriyle ellerinden geldiğince destek oluyor. Keza ODTÜ ve Boğaziçi’li öğrenciler ve Alevi dernekleri açlık grevleri, basın açıklamalarıyla safları sıklaştırıyorlar.

İzmir Çiğli’de ise işçiler “Asıl olan yaşamdır” diyerek Akman ve Özakça’nın taleplerinin dinlenmesini dillendiriyor.

Dün de Gezi anneleri bir günlük açlık greviyle onların yanındaydı.

Nuriye Akman ve Semih Özakça OHAL sürecinde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile işlerinden edilen 7 bin 619 akademisyenin ve yüz binlerce kamu emekçisinin sessiz çığlığı oluyor. Kimilerinin “mağdur edebiyatı” saydığı bilinen bir gerçekle yeniden ve yeniden her gün bir kez daha yüzleştiriyor bizi.

Ağırlaşan havada aralarında yargıç, doktor, öğretmen, polis, imam 35 insan ya cezaevinde ya da ihraç edildiği için intihar ediyor.

“Mağdur edebiyatı” diye hafife alınan şey insanların bir gece yarısı Resmî Gazete’den işinden atıldığını öğrenmesiyle birlikten tüm yaşamının zindana dönmesi; bir iş veya düzenli maaş güvencesiyle bankalardan ev almak üzere çekilen kredi taksitinin ödenememesi değil yalnızca; artık eve ekmek götürememek, çoluğun çocuğun aç kalması meselesi.

KHK mağdurlarının mesleklerini icra ettikleri işlerine dönüp dönemeyecekleri belli değil. Bir kısmı bulabilirse başka işlere yöneliyor. Sonra ise baraj inşaatında 20 gündür çalışan öğretmen Bünyamin Aydoğan gibi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.

Devletin insanı “açlıkla terbiye etmesine” karşılık gasp edilen haklarının teslim edilmesi ve bir an evvel öğrencilerine kavuşmak için aç kalarak –sağlıklarının bozulması pahasına– bir tepki ortaya koyuyor Nuriye ve Semih hoca.

70 yaşındaki Kemal Gün ise tam 81 gündür açlık grevinde. Dersim’de bir operasyonda kaybettiği oğlunun cenazesini istiyor.

Açlık grevlerinde kritik döneme girdiler. Kemal Gün’ün sol gözü görme yetisini kaybediyor. Üçünde de vücutta kalıcı rahatsızlıklar meydana getiren Wernicke-Korsakoff sendromu baş gösteriyor.

Devletin ne Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ne de Kemal Gün’den haberi olmuyor. Basına yansıdığına göre geçen gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Binali Yıldırım ve Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a açlık grevlerinden bahsediyor. Yıldırım “Cezaevinde mi yatıyorlar?” derken Kurtulmuş “haberdar olmadığını” söylüyor.

İktidar kanadı son zamanlarda az da olsa merkez medyada yer verilmesine rağmen Ankara’nın göbeğinde iki insanın çığlığından ya haberdar değil ya da haberdar değilmiş gibi yapıyor. Dünyadan değil ülkeden bihaber olduğunun açık itirafı olarak düşüyor tarihe veya görmezden geldiğinin.

O günden bugüne değişen şey polislerin Gülmen ve Özakça’ya destek verenleri “esnaf şikâyetçi” diyerek gecenin bir buçuğunda gözaltına alarak alanı “temizlemek” oluyor. Ne var ki “rahatsız” dedikleri Kızılay esnafı çiçeklerle “direniş alanı”na geliyor.

Aradan beş gün geçmesine rağmen “ilgileneceğiz” diye verilen söz unutuluyor.

Nuriye ve Semih hocanın, oğlunun cenazesini isteyen Kemal Gün’ün haklı taleplerinin dikkate alınması bu kadar mı zor? Devlet taleplere yanıt verirse yenilmiş mi olacak?

Toptancı uygulamayla sorgusuz sualsiz işinden edilen o insanların haklarını arayacakları kurumların tamamı iğdiş edilmiş durumda. Hukuk yollarının önü kapalı. Ama devletliye Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular yılda 20 bin civarındayken OHAL’de 68 bin artarak toplamda 101 bini bulması da mı hiçbir şey anlatmıyor.

Gün gün sağlıklarını kaybediyorlar. Hayatı sevmediklerinden değil bu açlık grevi, bilakis hayata sıkı sıkıya bağlı olduklarından; haklarıyla, emekleriyle, onurlarıyla insanca yaşamak istediklerinden.

Hâlâ bu ülkede söz etkisiz. Yakın tarihte pek çok defa açlık grevleri oldu. 2000’de F Tipi cezaevi uygulamasına karşı girilen açlık grevi sonradan ölüm orucuna dönüştü. İnsani olmayan koşulların iyileştirilmesi siyasal ve toplumsal alanın demokratikleştirilmesi yerine “Hayata Dönüş Operasyonu” yapıldı. Cezaevinde operasyonda ve ölüm oruçlarında yüzün üstünde insan öldü. Açlığa bağlı hastalıklara yakalananlar oldu.

Bilinen ilk açlık grevi ise 1950 olarak geçiyor kayda. Nâzım Hikmet “askerî kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçundan mahkûm edildiğinde, serbest bırakılması için hukuk yolları tıkandığında açlık grevine giriyor. Nâzım’ın hapsedilmesini Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet protesto ederek üç günlük açlık grevi yapıyor.

Açlık grevleri hep tartışıldı ama bir insanı açlık grevi yapma raddesine getiren “devlet sistemi” sorgulanmadıkça açlık grevleri hiçbir zaman gündemimizden çıkmayacak belki de.

Bu kez de, aç bırakılmaya karşı aç kalma eylemiyle direnmek insanların yine “son çaresi.”

Ve artık “resmen” haberinizin olduğunu biliyoruz!

Kendinizi “yargıç” yerine koyarak imzalarınızla sebep olduğunuz bu insanlık ayıplarını, toplumu tam bir kaosa sürükleyen OHAL’i kaldırıp kaldırmamak sizin elinizde.

O son çığlığa hâlâ duyarsız mı kalacaksınız?

Belki ne desek ne yazsak duymayacaksınız ama “vicdan” bunu gerektiriyor.