‘Erken evlendiğim için en korunmaya ihtiyacım olan zamanlarımda benden kat kat büyük bir adamın koynuna girmek zorunda kaldım’…

‘Okuyamadım, bir meslek sahibi olamadım. Kocamın geliri ne kadarsa ben de onunla yetinmek zorundayım’…

‘Bir meslek sahibi olamadım. Oysa ben avukat olmak isterdim.’

‘Berdelle evlendirildim. Ne olduğunu bile anlamadan, gelinlik bile giymeden…’

‘Zorla evlendirilecektim. Köyden kaçtım. Şehre, akrabalarımın yanına gittim. Birkaç ay sonra adım çıkmasın diye 40 yaş büyük bir adamla evlendirdiler. Çok küçüktüm, genç kız olana kadar bekledi adam beni, iki çocuğum oldu ondan. Altı sene sonra öldü. İşe giremezdim, kocamın bıraktığı parayla beş sene geçindim. Hatta o parayla küçük bir yer alıp üstüne ev yaptım. Sonra tekrar evlenmek zorunda kaldım.’

‘Babalığımın zulmünden kaçmak için evet dedim ilk kocama. Evlendiğimde on beşimdeydim. Çok dövdü beni. Öyle olması gerekiyormuş.’

‘Evcilik oyunu gibi gelmişti bana. Süslü kıyafetler, takılar, eğlenceler. Ama ilk gece ve sonraki geceler çok acı çektim. İlk çocuğumu kucağıma on beşimde aldım.’

‘20 yıllık evliyim ve 34 yaşımdayım. Son birkaç yıldır orgazmı duyuyorum. Nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum ama çok utanıyorum. Adımı yazmayacaksın değil mi?’

‘Menopoza girdim de kurtuldum adamın elinden. Başka kadınlara gidiyor biliyorum ama umurumda bile değil. Benden uzak dursun da…’

‘Aklıma olmadık sorular takılıyor. Tüm bunları yaşamak zorunda mıyım ben? Bazen televizyon seyrederken benim neyim eksik diye düşünüyorum.’

“ADETLERİMİZ BÖYLE”

Okula gidemediler. Kocalarına ve onların koşullarına mahkûm edildiler. Okullarından alındılar ve eğitimleri yarım kaldı. Öğrenecekleri çok şey vardı ama ya öğrenemediler ya da yarım kaldı.

Berdel edildi küçücük bedenleri…

O güne kadar yapılan masraflar karşılığında satıldılar kocaman adamlara.

Adetlerimiz böyle dediler…

Bunlar aslında gayet iyi bildiğimiz, yakından tanıdığımız sorunlar. Kısaca size bilmediğiniz bir sorundan söz etmiyorum. Ancak hayata kör baktığımız alanlar var. Biri söylediğinde bildiklerimizi çeşitlendiren, kategorilere ayırarak kafamızda biçimlenmesini sağlayan duyduğumuz, gördüğümüz her vakit canımızı acıtan şeylerden söz ediyorum.

Ne var ki kadın haklarından söz etmeye başladığımızda ya “kader, yazgı” ya da “kadın hakları, erkek hakları yoktur! İnsan hakları vardır” replikleri çıkıyor karşımıza.

Bu bana her söylendiğinde aklımdan olmadık sorular geçiyor hep;

Erkek evde karısından, babasından, abisinden dayak yiyor da biz sessiz mi kalıyoruz?

Erkek çocukları sırf erkek oldukları için okula gönderilmiyor da biz alkış mı tutuyoruz?

Erkek gece sokağa çıktığında ya da karanlık bir sokakta tacize uğrama kaygısı ile korkular içinde yürüyor da biz ohh olsun, bu saatte sokağa çıkılır mı hiç. Çıkarsan bu gelir başına mı diyoruz.?

Erkekler tacize veya tecavüze uğruyor ve biz kıyafetinden dolayı tahrik ettin mi diyoruz?

Namus ya da töre nedeniyle öldürülüyor ya da berdel için ailenin küçük oğlu veriliyor da görmezden mi geliyoruz?

‘İNSAN HAKKI’ KADIN VE ÇOCUK HAKLARINI KAPSAMIYOR

Tersine çevirdiğimiz zaman bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıveriyor; ‘insan hakkı var’ kavramının kadın ve çocuk haklarını kapsayamadığı.

Eğer bir yerde mağdur edilen biri ya da birileri varsa orada hak ihlalleri vardır. Ve bu ihlaller sonucunda ‘insan’ başlığının tanımlamaya yetmediği bir hareketin ortaya çıkması da kaçınılmazdır.

Hepimizin aslında pekiyi bildiği, hissettiği ama çoğumuzun görmezden geldiği ya da bilmek istemediği bir gerçekle yaşıyoruz biz kadınlar. Bugün tüm dünyada, kadın olmayanlar için sorun olarak dahi düşünülmeyecek pek çok haktan mahrum yaşıyoruz. Bu nedenledir ki kadın hakları kavramı var ve insan hakkı kavramını kullanarak bunlara dikkat çekmek mümkün değil ya da buna “kader” demek.

Ve biz kadınlar korkuyoruz!

Korkuyoruz, çünkü dövülüyoruz; korkuyoruz, çünkü tehdit ediliyoruz; korkuyoruz, çünkü ‘sebepli-sebepsiz’ öldürülüyoruz; korkuyoruz, çünkü çocuk yaşta evlendiriliyoruz; korkuyoruz, çünkü hediye ediliyoruz; korkuyoruz, çünkü eğitimsiz bırakılıyoruz; korkuyoruz, çünkü yüzünü görmediğimiz biriyle evlendiriliyoruz; korkuyoruz, çünkü değiş tokuş (berdel) ediliyoruz...

Bir de korkmadığımız, çünkü farkında olmadığımız ama, farkında olmaksızın bizi derinden yaralayan, görünmeyen bir şiddet var. Toplumda hep bizden bir adım önde olan ya da oldurulan, gelişmemizin önünde engel olarak var olmaktan çekinmeyen bir erkek mutlaka var. Kısacası şiddet, aile üyelerinden başlayarak toplumun her katmanına kadar geniş bir yelpazeyle karşımıza çıkıyor. Kadınlara şiddet uygulaması, kadınları ekonomik gereksinimlerinden mahrum etmekten sözlü ve psikolojik şiddete, dayak, cinsel şiddet ve öldürmelere kadar yayılıyor.

Bunca şiddete neden kitlesel bir hareket gerçekleştiremiyoruz?

Neden dur diyemiyoruz bu gidişe?

“Kölede ‘insanlık onuru’ diye bir şey olmaz” diyor Simone de Beauvoir (1). Postunu kurtarabilirse ne mutludur. Ve nihayet kadının “son derece maddi”, “evine bağlı” aşağılık derecede çıkarcı oluşu, bütün ömrünü yemek hazırlamak, bulaşık yıkamakla geçirmeye mahkûm edilişindendir. Büyüklük duygusunu bu yaşam biçiminden çıkaracak değil ya. Yaşamın o tekdüze tekrarını, bütün olumsallığına ve yapmacıklığına rağmen sağlamak zorundadır. Bu durumda, kendisinin de hiç durmadan aynı şeyleri tekrarlaması, yeni bir şey bulmadan eskiyi sürdürmesi, zamanı hiçbir yere varmayan bir kısırdöngü gibi görmesi doğaldır. Hiçbir iş yapmadan, ha bire uğraşmaktadır: böylece, elinde bulunan şeyin içinde yabancılaşıp gitmektedir; erkeklere bağlılığın doğurduğu bu nesnelere bağlılık, onun tutumluluğunu, cimriliğini açıklar. Yaşamı birtakım ereklere yönelmemiştir: bir araçtan başka şey olmayan nesneler, yemek, giyim, ev bakımı gibi şeyler üretmekle, ya da bunlara bakmakla geçirir ömrünü. Oysa bunlar hayvansal yaşamla özgür varoluş arasındaki özsel olmayan araçlardır. Bu aracın biricik değeriyse, yararlılıktır. Kadın işte bu yararlılık düzeyinde yaşar ve kendini de ancak yakınlarına yararlı olduğu oranda olumlar ve kutlar.

Görüldüğü gibi araç artık amaca dönmüş ve birey olma, özgür olma gibi iradi değerler kadınların dışındaki bir yaşamda varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle toplumun her katmanından kadınla bir araya gelmek, bu gidişe dur demek mümkün olamıyor.

Kimimiz haklarını bilmiyor, kimimiz biliyor ama ulaşamıyor, kimimiz kavram karmaşaları arasında eriyip yitiyor, kimimiz bunların hiçbirinden habersiz hayatının baharında yok ediliyor.

Benimse yaşamın angaryalarının yüklendiği omuzlarım hafiflemek istiyor. Evde ve dar alanlarda kör olmuş gözlerim güneşin aydınlığı ile dolmak istiyor. Beynim ve yüreğim, kader diye bellediğim yaşam biçimimin beynimi doldurduğu örümcek ağlarından kurtulmak istiyor.

Yüreğim aşkımı, cinselliğimi, özgürlüğümü kendi arzularıma göre belirlemek istiyor.

Ben, erkeklerin yaşarken farkına bile varmadıkları ama benim için yaşamsal önem taşıyan şeyleri istiyorum.

Benden çalınan hayatımı, mutluluğumu, insan olduğum hissini korkmadan yaşamak istiyorum.

Benden çalınan geceleri ve sokakları istiyorum.

Kararlarımı kendim vermek istiyorum.

Birilerinin bacısı, anası, karısı olarak anılmak değil kendi adımla anılmak istiyorum.

Satılmaktan, dövülmekten, tecavüz edilmekten kurtulmak istiyorum.

Bütün bunlar kadar önemli olan, karar mekanizmalarında yer almak istiyorum!

______________
(1) Simone de Beauvoir,“İkinci Cins” Bağımsızlığa Doğru, s.15