Rachel Corrie.

Öldüğünde 23 yaşındaydı.

11 yıl önce…

11 yıl önce yine Gazze’nin çocukları öldürülürken, Rachel dünyanın öteki ucundan, Washington’dan kalkıp, Gazze halkının yanında durmak için yola çıktı.

Ne dini aynıydı onlarla, ne dili…

Haksızlık karşısında bunların hiçbir önemi yoktu.

O sadece, böyle bir vahşetin dünyada daha büyük bir tepki oluşturmadan gerçekleştiğine inanamıyordu.

Onun için kaygılanan annesine şöyle yazmıştı:

“Evet, yine arkadaşlarımla şakalaşmak istiyorum, dans etmek istiyorum, erkek arkadaşlarım olsun istiyorum. Fakat aynı zamanda bunun durmasını istiyorum. Ben olmam gereken yerdeyim.”

7 hafta sonra, 23 Mart 2003’te, Filistinli bir aileyi yok etmek için ilerleyen buldozerin önüne geçti.

*Rachel Corrie Uluslararası Dayanışma Örgütü gönüllüsü bir barış aktivistiydi

Rachel, Gazze Şeridi'nin güneyinde Refah Mülteci Kampı’nda, o buldozerin önünde dimdik dururken sarı saçları, kararlı bakışları, korkusuzluğu ve yüce kalbiyle dünyanın en güzel kızıydı.

Ölüme karşı yaşamdı.

Haksızlığa karşı adaletti.

Nefrete karşı siperdi.

Barışın elçisiydi.

Buldozer ilerledi.

O bir adım bile geri çekilmedi.

Buldozer, onu ezip üzerinden geçti.

Önce ileri, sonra geri. İki kez…

İsrail Savunma Kuvvetlerine bağlı zırhlı buldozer, Rachel’la birlikte yaşamı, adaleti ve barışı da ezdi.

 

Oysa sarı saçlı Don Kişot mektubuna şöyle devam ediyordu:

“Burada gördüklerime inanamıyorum, yüreğim dehşetle doluyor. Düş kırıklığı içindeyim. Dünyamızın gerçek hakikatinin bu olduğunu ve bizlerin de onun bir parçası olduğunu gördüğüm için hayal kırıklığına uğruyorum. Bu dünyaya geldiğimde istediğim şey bu değildi asla.

Bunu durdurmak istiyorum.

Filistin'den dönersem uykumda kâbuslar göreceğimi, burada olmadığım için suçluluk duygularıyla kıvranacağımı biliyorum.

Buraya gelmek hayatım boyunca yaptığım en güzel şeylerden biri oldu.”

“Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen Amerikalı kız, Gazze’nin ölü çocuklarından biri oldu.

Fakat öleceğini gördüğü an dahi, yaptığından tereddüt duymadı.

O, “diğer çocuklar” için oradaydı.

Bu onun mayasıydı, başka türlü olamazdı.

Daha 10 yaşındayken “Dünya Çocuklarının Durumu” konulu bir konferansta söylediklerine ölürken de sadık kaldı.


O zaman demişti ki:

“Ben diğer çocuklar için buradayım.

Buradayım çünkü önemsiyorum.

Buradayım çünkü her yerde çocuklar ızdırap çekiyor.

Buradayım çünkü 40 bin insan her gün açlıktan ölüyor.

Buradayım çünkü o insanların çoğu çocuklar.

Anlamalıyız ki, bu ölümler önlenebilir!

Anlamalıyız ki, üçüncü dünya ülkelerindeki insanlar da tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, güler ve ağlar.

Anlamalıyız ki, onlar bizim rüyalarımızı görüyor, biz de onların rüyalarını! Anlamalıyız ki, onlar biziz, biz de onlar!

Rüyam, 2000 yılına kadar açlığı bitirebilmek!

Rüyam, fakirlere bir şans verebilmek!

Rüyam, her gün ölen kırk bin insanı kurtarabilmek!

Rüyam gerçekleşebilir ve gerçekleşecek.

Eğer hepimiz geleceğe bakıp oradaki parlayan ışığı görebilirsek gerçekleşecek.

Eğer açlığı görmezlikten gelirsek o ışık sönecek.

Eğer hepimiz yardımlaşır ve beraber çalışırsak o ışık büyüyecek ve özgürce parlayacak.”

 

Hiçbir dünya lideri, 10 yaşındaki o kız çocuğu kadar mantıklı, kararlı, hakiki ve cesur olmayı başaramadı.

Yapamazlardı değil mi?

 

“Onlar biz, biz de onlar…”

Bu hakikati kavramak gerçekten çok zor, değil mi?

 

Rachel, o buldozerin önünden neden kaçmadı?

Çünkü arkasında duran Filistinli çocukla onun arasında hiç fark yoktu.

Dinleri, dilleri, renkleri?

Bunlar ancak buldozerin şoförü için önemli olabilirdi.

 

Affet bizi Rachel, sarı saçlı Don Kişot.

Bugün 583 sen daha öldü.

Ve biz, yaşayan milyarlarca insan, toplanıp bir sen edemedik.

(Işıl Cinmen'in bu yazısı haberturk.com'dan aynen alınmıştır)