KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan Çukurca’da 22-24 Ekim tarihleri arasında hayatını kaybeden gerillalara karşı önce bayıltıcı gazlar kullanıldığını, ardından da yoğun bir şekilde napalm bombaları yağdırıldığını iddia etti.

ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Çukurca, medyada PKK hakkındaki iddialar, Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’daki suçlamaları ile Fethullah Gülen-AKP hükümeti ortaklığına ilişkin açıklamalar yaptı:

- Karşıdaki kişiyi öldürmeyen ama bayıltan, onu boğacak düzeye getiren ve böylece halsizleştiren gelişmiş bir kimyasal maddeyi kullandıktan sonra hedefin üzerine gidip imha eden bir yöntem kullanılmaktadır.

- Biz bugüne kadar gerek Güney’de gerekse Kuzey’de olsun ne kadar kaybımız varsa hepsini açıkladık ve açıklamaya da devam edeceğiz. Öte yandan tabii ki bizim de kendi yetersizliklerimizi görmemiz gerekiyor. Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Ben 23 Ekim’de katıldığım bir TV programında Çelê’de herhangi bir çatışmanın olmadığını beyan etmiştim. Çünkü orada bu kadar gücün bulunmaması gerektiğini biliyoruz. Bize ulaşmış olan böyle bir bilgi olmadığı için böyle bir çatışma durumunun olmadığını belirttik. Hatta HPG, çatışma için “senaryodur” dedi. Neden? Çünkü bilgilerimize göre bu arkadaşların orada olmaması lazım ama şu an için tam olarak bilemediğimiz nedenlerden dolayı bu arkadaşlar o alanda gereğinden fazla bir hareket etme durumunda bulunmuşlar. Belli ki bir hata sonucu güçlerin o alana kayma durumları söz konusu olmuştur. Ben o zaman bildiklerimi doğru bir biçimde söyledim. Biz herhangi bir olayı kamuoyundan ve halkımızdan gizleyecek değiliz. Fakat daha sonra açığa çıktı ki bu arkadaşlar orada bulunmuş ve 22-24 Ekim tarihleri arasında yaşanan çatışmalarda daha çok bayıltan kimyasal silahlar kullanılarak kazan ve napalm bombalarıyla imha edilmişlerdir.

- Bir taraftan kimyasal silah dahil her türlü imha edici yöntemin kullanılarak gerillayı yok etme istemi, öte yandan her önüne geleni KCK’li diyerek Kürt siyasetine karşı yürüttüğü soykırım uygulaması ve yine kendi yasalarını çiğneyerek 3 ayı aşkın bir zamandır Kürt Halk Önderi Başkan Apo üzerinde ağırlaştırılmış bir tecrit uygulamasının- temel nedeni, başta AB olmak üzere uluslararası güçlerin AKP hükümetine cesaret veren tutum ve politikalarıdır. Yani AKP hükümeti ABD ve AB’den gördüğü destekten dolayı bugün mazlum Kürt halkına karşı büyük bir zulüm siyasetini yürütmektedir.

- Arkasına aldığı onlarca kanal ve gazete ile sağladığı büyük medya imkanıyla gerçekleri tersyüz ederek ve Kürt halkına karşı en insanlık dışı yöntemlerle bir zulüm siyasetini gün geçtikçe daha da pervasızlaşan bir biçimde uygulamaktadır. Bu politikanın bu kadar çekincesiz bir biçimde hayata geçirilmiş olmasının temel nedeni içeride ve dışarıda aldığı destektir. Yani Türkiye’de basının destek sunması, Kürdistan’daki vahşetin ve faşizan uygulamaların arkasında durması ve uluslararası güçlerin de bu uygulamalara sessiz kalması sonucu bugün Kürt halkına karşı yeryüzünde olmadık işkence yöntemleri ve uygulamaları hayata geçirebilmektedirler.

- Şimdi Berlin’de Tayip Erdoğan gerçekleri tamamen tersyüz ederek konuşmuştur. Her şeyden önce sadece AKP iktidarı döneminde şimdiye kadar toplam 71 Kürt çocuğunu katletmiş ancak bunların hiçbirisinde ciddi bir tahkikat yapılmamış, yapanlar cezalandırılmamıştır. Diğer önemli nokta Erdoğan’ın konuşmasında esas eksen yaptığı Batman olayını gerilla güçleri değil, Türk polisleri yapmıştır. Türk polisleri Mizgin Doru ile karnındaki bebeğini, yine 4 yaşındaki Sultan adındaki kız çocuğunu katletmiştir. Eğer Türk polisi katletmemişse niye olayı bağımsız heyetlerin incelemesine fırsat verilmedi. Kaldı ki, kendi olanaklarıyla gidip inceleme yapan tüm çevreler olayı polisin yaptığını söylemişlerdir. Kısaca Erdoğan’a bağlı polislerin yaptığı cinayeti Kürt gerillalarına yüklemesi, büyük bir yalan ve çarpıtmadır. Diğer bir önemli örnek ise dünyanın gözü önünde, Kandil’de biri 6 aylık Solin bebek olmak üzere 7 insanımız Türk uçakları tarafından katledildi ama Erdoğan inkar etti. Batman olayında olmamış diyemediği için gerillaya yüklemektedir. Fakat herkes biliyor ki gerilla değil, polis yapmıştır. Aynı gün halktan sivil bir insan ile iki gerilla da farklı bir yerde polisler tarafından infaz edilmiştir.

- Kimyasal silah olayıyla ilgili Almanya’da bazı hukukçu-aydın çevreler Türk devleti ve Erdoğan için suç duyurusunda bulundular. Yani bu kimyasal silah kullanma durumunun bir suç olduğunu belirterek bunu açığa çıkaracaklarına dair bazı işaretler verdiler. İşte Erdoğan’ın yaşadığı telaşın altında yatan gerçek budur. Uluslararası güçlerce suçunun açığa çıkarılabileceğinin telaşı içindedir. Bu telaş içinde Berlin’e giderek orada Avrupa devletlerini suçluyor, adeta herkesin gelip de mazlum Kürt halkına karşı katliamlara katılmasını dayatıyor. “Neden buradaki Kürtlerin derneklerini kapatmıyorsunuz?” diyerek herkesin Kürtlere karşı tavır almasını ve siyasal soykırım sürecine katılmasını istiyor. Bu cesareti göstermesinin nedeni Avrupa devletlerinin Kürdistan’da uyguladığı katliamlara göz yummasıdır. İşte Almanya’da bazı çevreler ses çıkardılar, hemen oraya gidip baskılama yapmak istemektedir.

- Yine resmen ırkçılığı geliştiriyor. Yeşiller Partisi’nden Türkiye kökenli bir milletvekili de “gerilimin Avrupa’ya taşınmasının sakıncalı olduğunu, Erdoğan’ın bunu yapmaya çalıştığını” ifade etmiş. Çok doğru tabii. Avrupa’da Kürtleri faşist kesimlere hedef gösteriyor. Nitekim Avrupa’da da Türk ırkçılarından Kürtlere karşı bazı saldırılar da başlamış bulunuyor. Aslında Avrupa devletleri elini vicdanına koyup doğru yaklaşırlarsa Erdoğan’ın uluslararası yasalar karşısında işlediği suçlar somuttur. Hem Kürdistan’da yaptığı uygulamalar, insanlık dışı silahları onaylama suretiyle Kürt gençlerini katletme suçu, hem de bizzat Avrupa zemininde Türk şovenistlerini-ırkçı kesimleri kışkırtma suretiyle gerilimi Avrupa sahasına taşıma girişiminde bulunmuştur. Yarın Avrupa’da Türk-Kürt kavgası çıkarsa sorumlusu Erdoğan olacaktır. Bunu Avrupa devletleri niye görmüyorlar?

- Alman Başbakanı Merkel’in tam desteğiyle Türk sömürgeci uygulamalarıyla birlikte olacağını ifade etmiş olması Almanya adına bir talihsizliktir. Alman halkı Türk devletinin Kürtlere dönük katliamlarına ortak olmamalıdır. Bunun vebali insani ve ahlaki açıdan çok ağır olacaktır. Alman Başbakan bunu diyeceğine Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözümü için bir tavır sahibi olsaydı onurlu olacaktı. Mevcut aldığı tavır, bir onur değil, mazlum Kürt halkına karşı vicdansız bir devletin vahşet uygulamalarına ortak olmaktır.

- Devletinin gerçekliği en çok Van depreminde açığa çıkmıştır. Ne kadar ayrımcı bir politikaya sahip olduğu açıkça görülmüştür. Önce depremin şiddetini küçük gösterdiler; 7.3 değil, 6.6’dır dediler. Sonra 7.3 düzeyinde bir deprem olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Dünyada birçok devlet ilk günde yardım teklifi yapmasına rağmen 4 gün boyunca dış yardımı kabul etmeyerek durdurdular ama kendileri de gereken yardımı götürmediler. Halkımız büyük acılar içerisinde kıvrandı. Ne zaman ki ayrımcı politikaları tartışma konusu yapıldı, ondan sonra dış yardıma kapıyı açtılar. Ancak o zamana kadar birçok insanımız yaşamını yitirdi. Deprem üzerinden bir hafta geçmesine rağmen devletin gitmediği onlarca köy vardı. Kendisi yardım yapmadığı gibi, BDP’nin ve bağımsız kurumların yardım dağıtmasını da engellemeye çalıştı

- Suriye ile birlikte daha üç ay öncesinde bize karşı mücadele yürüten Türk devleti, şimdi aralarında çelişkileri doğunca hemen bizi Suriye ile irtibatlandırmaya çalışmaktadır. Bu doğru değildir, böyle bir şey yoktur. Yani biz kendi özgücümüze dayanarak yıllardan beri, Türkiye, İran ve Suriye’nin oluşturduğu anti-Kürt ittifakına karşı direnen bir hareketiz. Bu Türk devletinin kendisine düşman gördüğü kişileri, çelişkili olduğu güçleri suçlamaya dönük bir uydurmasıdır.

- Mesela Dr. Bahoz (Fehman Hüseyin) arkadaştan çok bahsediyorlar. Bu arkadaş HPG içerisinde bir bölümün sorumlusudur ancak Hakkari-Çukurca, vb. alanların sorumlusu değildir. O alanlar başka bir arkadaşa bağlıdır. Ama Türk özel savaş elemanları, basın-yayın organları hiç buna bakmadan, hiçbir alakası olmadan “Çukurca eylemini falankes yapmış-filankes yapmış” diyerek tamamen yalana dayalı bilgi kirliliği oluşturmaktadır. Halbuki o bölge başka arkadaşlara bağlıdır. Yine Dr. Bahoz arkadaş Suriye rejimine de isyan ederek yola çıkmış ve Kürdistan dağlarına gelerek mücadele yürütmüş bir kimsedir. Suriye rejimiyle ne alakası vardır? Yani bunların hepsi yakıştırmadır, doğru değildir.

- Öte yandan bizim öyle dürbünlü, bilmem özel alınmış silahlarımız yakalanmamıştır. Bizim silahlarımız Şırnak’ta mısır tarlası içinde ne gezecek? O kadar olanağımız var, kendi imkanlarımızla her tarafa alabiliriz. Yani o silahların bizimle alakası yoktur. Yine Lice’de yakalanan bir takım esrar, vb. şeyler varmış. Bunların asla ve asla bizimle alakası yoktur. Bu dönemde öyle olmuş ki, bütün kaçakçılıkları, bütün gayrı meşru şeyleri bize yükleme çabası söz konusudur. Bunların hiçbiri doğru değildir. Bizim herhangi bir cephanemiz yakalanmamıştır. Bizi esrar, eroin, vb. şeylerle irtibatlandırmaya çalışmaları da beyhude bir çabadır. Biz ilkesel ve ahlaki olarak tümden o tür maddelere karşıyız. Ticaretine de, kullanılmasına da karşıyız. Hiçbir ilişkimiz yoktur. O tamamen bir uydurma ve yalandır.

- AKP ve Gülen Cemaati’nin Kürt halkının iradeleşmesine karşı topyekun taarruz konseptinin başında Önderliğimize karşı İmralı İşkence Sistemi’ni uygulamak gelmektedir. Bunun için Önderliğimize karşı tecridi sürdürmektedirler. Bunun ne kadar sürüp sürmeyeceği konusunda bir şey söyleyemem ama sürecin gelişmesi ve halkımızın geleceği ile bağlantılı bir konudur.