Olağanüstü Hal'in (OHAL) uzatılmasına ilişkin açıklama yapan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, Bakanlar Kurulu'nda OHAL'in 90 gün süreyle uzatılmasına karar verildiğini söyledi.

Gazeteci İrfan Aktan'ın bugün Duvar'da yayımlanan yazısı bu açıklamaya paralel olarak dikkat çekti.

Aktan'ın “OHAL sürsün, Türkiye büyüsün!” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

BAŞKANLIĞIN ADI OHAL

Zaten problemli olan egemenlik biçimi, nihayet OHAL sistemiyle daha da radikal bir dönüşüme uğruyor. Türkiye’de başkanlık sisteminin yeni adı OHAL. Bunun herkes farkında. Fakat galiba kimse, şimdiki OHAL’in öyle 12 ayla filan değil, yıllarca devam edecek bir sistemin ta kendisi olduğuna inanmak istemiyor. Kimse kendini aldatmasın, bu OHAL, bildiğiniz OHAL’lerden değil.

Bu OHAL, yeni bir sistemin adı. Sistem de kısa vadeli değil. Hedefleri, şekli-şemali titizlikle olmasa bile tasarlanmış bir yönetim biçimi. Bu yönetim tahayyülü içinde ne Avrupa Birliği’ne üye olma çabası var ne de “Batının ahlaksızlıkları.” Artık herkes yeni egemenlik sisteminin ahlakına göre hiza almaya zorlanacak. Yozgat’ta içkili mekânların kapatılması, Tophane’de içkili diye kadın sergisinin basılması daha başlangıç.

“Egemen olağanüstü hale karar verendir” sözüyle sık sık andığımız Carl Schmitt, OHAL “sayesinde” egemenin kesin olarak kim olduğunun ortaya çıktığını ileri sürer: “Olağanüstü halde hukuk devleti anlayışına uygun bir yetkiye yer yoktur. Anayasa böyle bir durumda, olsa olsa kimin müdahaleye yetkili olduğunu belirtebilir. Bu eylem hiçbir kontrole tâbi değilse ve liberal anayasacı pratikte olduğu gibi herhangi bir şekilde birbirini karşılıklı baskılayan ve dengeleyen değişik merciler arasında paylaştırılmazsa egemenin kim olduğu kesin olarak ortaya çıkar.” Türkiye’de bırakın güçler ayrılığı ilkesini -o çoktan mazi oldu- CHP’nin egemenlikten kırıntılar koparma dilenciliğiyle olup bitenlere “gözlemci” kaldığı bir ortamda, Schmitt’in dediği gibi, egemenin kim olduğu kesinleşmiş vaziyette.

Haliyle yıllarca kaos korkusuyla “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün” sözü üzerinden hizaya geçen toplum, egemenin kesinleştiğinin idrakinde olarak “OHAL sürsün, Türkiye büyüsün” sözünün de peşinden koşuyor. Çünkü egemenliğin millette olmadığını 7 Haziran’dan sonra herkes çok iyi biliyor. O yüzden kafileye dahil olmayanlar da sessiz kalarak bu gidişata omuz veriyor. Tıpkı Ceza Kolonisi’ndeki “gözlemci” gibi. Ve tüm bunlara direnenler arada bir kalkıp lime lime edilen “vücutlarına” bakıyor.

“10 Ekim Ankara katliamından beri tek bir dileğim var, o da rüya görmemek. Gündüzleri kendimi oyalayacak şeyler buluyorum ama geceler işkence benim için. Kafamı yastığa koyduğum an Türkiye’de yaşamaya başlıyorum. Bitmek bilmiyor” diyor genç bir tanıdık. Arkadaşın kâbus yerine “rüya” sözcüğü kullanması tesadüf olmamalı. Zira tuhaf bir biçimde kahir ekseriyet hayatın “olağan akışı içinde” devam ettiğine kendini inandırmak istiyor. Belki de o yüzden “kâbus” yerine “kötü rüya” demek bile rahatlatıcı olabiliyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayın...