Gazeteci Fehim Taştekin, IŞİD’in elinden alınan Musul kentinin yeniden inşası, Türkiye ve Irak arasındaki Başika gerilimi ile bölgedeki son duruma ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Musul’un yeniden inşasında Türkiye siyaseten en dezavantajlı olduğunu ifade eden Taştetekin, Türkiye’nin saha tecrübesiyle ise en avantajlı ülke olduğunu söyledi.

Musul’un yeniden yapılanmasında Türkiye’nin önündeki en büyük engelin Türk askerlerinin yerleştiği Başika üssü olduğunu savunan Taştekin, “Türkiye, Musul’un İslam Devleti’nin (İD) elinden kurtarılmasının ardından kentin geleceğinde kendine yer açmaya çalışıyor. Ancak son birkaç yılda Ankara-Bağdat hattında yaşanan gerilimler ekonomik ve siyasal açıdan Musul’un yeniden inşasına dönük süreçlerde Türkiye’nin önünü tıkıyor. Fakat Türkiye geçmişin gerilimlerine takılmadan diplomatik kanallarla yapıcı diyalog çabalarını sürdürüyor. Başika konusu sürekli gündemde tutulsa da Türkiye her temasta Musul’un inşasında elinden gelen katkıyı sunmaya hazır olduğu mesajı veriyor” dedi.

Taştekin’in Al Monitör’de yayınlanan, “Türkiye, Irak’ın inşasında rol alabilecek mi?” başlıklı yazısı şöyle:

Türkiye, Musul’un İslam Devleti’nin (İD) elinden kurtarılmasının ardından kentin geleceğinde kendine yer açmaya çalışıyor. Ancak son birkaç yılda Ankara-Bağdat hattında yaşanan gerilimler ekonomik ve siyasal açıdan Musul’un yeniden inşasına dönük süreçlerde Türkiye’nin önünü tıkıyor.

Musul, Türkiye’deki iktidar çevrelerinin geçen yüzyılın başındaki paylaşım savaşında milli sınırlar içinde kalması gerekirken hesap hatasıyla kaybedilmiş yerler arasında saydığı bir şehir. O yüzden İD sonrası Musul’un geleceğine dair yaklaşımlar nostaljik bir ton da içeriyor. Musul’a olan ilgi uzun süre Türkmen bağı ve Osmanlı döneminde saraya sadık bazı Sünni ailelerin mirasçıları üzerinden dışa vuruldu. Ne var ki, İD’le birlikte mezhepsel düşmanlık içine çekilen Türkmenler Türkiye için artık kullanışlı bir kart işlevi görmüyor.

Sünnilere hamilik iddiası İD’in gadrine uğrayan Şii Türkmenlerin yüzlerini Türkiye’den çevirmelerine yol açtı. Türkmenler, Bağdat’ta yaşanan hezimeti Kürdistan yönetimiyle ilişkileri derinleştirerek telafi etmeye yönelik stratejinin de kendilerini hesap dışı bıraktığını düşünüyor.

İD’in Musul’un eline düşmesini “devrim” olarak alkışlayan bazı Sünni İslamcı aktörlerin Türkiye’den himaye görmesi de Sünniler üzerinden geliştirilen Irak stratejisini işlevsizleştirdi. İD’in yükselişini “Şii iktidara karşı Sünniler namına bir özgürlük” olarak telakki eden yaklaşım Türkiye’yi kendi dostları arasında bile sıkıntılı bir pozisyona soktu. Bu algıya bir de Bağdat’ın protestolarına rağmen Türk askerlerini Başika üssüne yerleştirip eski vali Esil Nuceyfi’nin topladığı Sünni güçleri (Haşd El Vatani) eğitme ısrarının yol açtığı gerilim eklendi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İD’e karşı savaşta Haşd El Şaabi’yi “terörist” olarak niteleyen çıkışları ve Musul’da sadece Sünni Araplar, Sünni Türkmenler ve Sünni Kürtlerin olması gerektiği yönündeki söylemi de her şeye tuz biber ekti.

Bütün bunlar Irak’ın yeniden inşası sürecinde Türkiye’nin üstlenebileceği rollerin önüne bariyer olarak çıkıyor. Yine de Irak’ta aldıkları ihalelerle ciddi tecrübeler edinen Türk şirketleri İD’den kurtarılan bölgelere yönelik projelerden ve ortaya çıkacak yeni fırsatlardan pay almak istiyor.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesindeki Türkiye-Irak İş Konseyi, 11 Temmuz’da İstanbul’da bir toplantı düzenleyerek durum değerlendirmesi yaptı. Toplantıya 150 firmanın temsilcisi katıldı. Türkiye-Irak İş Konseyi Başkanı Emin Taha inşaattan tekstile kadar geniş bir alanda önemli fırsatların doğduğunu ve bunları değerlendirmek istediklerini kaydetti.

Al-Monitor’a konuşan kaynaklara göre Bağdat’a rağmen boşaltılmayan Başika üssü Türkiye’nin yeni bir sayfa açmasını engelliyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın 7 Ocak’taki Bağdat ziyaretinden bu yana ikili ilişkilerdeki gerilimleri azaltma yönünde bir çaba söz konusu. Ancak her girişimde Başika üssü gündeme geliyor. Iraklıların bu konudaki tepkileri sadece siyasi-diplomatik temaslara değil ekonomik ilişkilere de yansıyor.

Farklı kaynakların Al-Monitor’la paylaştığı bazı değerlendirmeler şöyle:

*Geçmişin hataları ya da siyasal tercihlerden kaynaklanan kötü algıları silmek kolay değil. Fakat Türkiye geçmişin gerilimlerine takılmadan diplomatik kanallarla yapıcı diyalog çabalarını sürdürüyor. Başika konusu sürekli gündemde tutulsa da Türkiye her temasta Musul’un inşasında elinden gelen katkıyı sunmaya hazır olduğu mesajı veriyor.

*Türkiye’nin desteğine önem veren bazı Sünni aileler Musul’da hala güçlü. Bunlar mutlaka kentin geleceğinde etkili olacaktır. Bağdat yönetiminin, Esil Nuceyfi’nin liderliğindeki birliğin “Ninova Bekçileri” ismiyle Musul operasyona katılmasına izin vermesi olumlu bir başlangıçtı. Bu güç Musul etrafında önemli işler yaptı. Bu katkı da dikkate alınacaktır.

*Türk inşaat firmalarının saha tecrübesi görmezden gelinemez. Bağdat’ın itirazlarına rağmen Türk firmalarına iş düşecektir.

*Irak hükümeti kendi ayırdığı bütçede kuşkusuz tasarruf yetkisini kendi istediği yönde kullanacaktır. Ancak uluslararası toplumdan gelen destek ve finansmanın kullanımında Bağdat yönetiminin rezervleri çok işe yaramayacaktır. Çünkü bağışçı ülkeler kaynakların kullanımında şeffaflık ve etkinlik açısından Irak yönetimini yeterli görmüyor. Bu ülkeler yardımı nakit olarak Irak hükümetinin eline vermeyecektir. Bu konuda farklı bir mekanizma geliştirilecektir. Bu da Türk firmalarının lehine bir durum -- Irak, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün sıralamasında 176 ülke arasında 166’ıncı sırada.

*Projeleri yabancı şirketler üstlense dahi bunların Türk firmalarıyla iş yapmaları ya da bunlardan malzeme tedarik etmelerinin önünde engel yok. İhaleleri alan Iraklı firmalar da kendi tecrübe ve kapasitelerinin sınırlı olması nedeniyle fiiliyatta, taşeronluk sistemiyle, Türk şirketleriyle çalışabilir.

*Şu aşamada “Türkiye dışlanıyor” diye bir sonuca varmak için erken. Henüz süreç tartışma aşamasında. Geliştirilecek mekanizmalar konuşuluyor. Ülkeler ve aktörler birbirini yokluyor. Uluslararası bağış konferansından sonra tablo biraz daha netleşecektir.

*Türkiye Irak’ın yeniden inşası için sunmayı planladığı katkıyı da açıklayacak. Bunlar bağış ve kredi alternatifleri şeklinde olabilir. Belki milyar dolarlarla ifade edilen miktar olmayacak ama komşunun komşuya finansal desteği kabilinden yapılacak yardım olumlu bir atmosfer yaratacaktır.

*Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) da tarihi eserlerin onarılması konusunda birkaç proje sunmaya hazırlanıyor.

Yeni projelere dair beklentilerin yanı sıra geçmişten kalan hesaplar ve yarım kalmış bazı projeler de çözüm bekliyor. İD’den önce Musul’da merkezi hükümetten ihale alan Türk firmaları yarım kalan işlerine dönmeyi umuyor. Ayrıca Türk şirketlerinin yürüttükleri projeler nedeniyle Irak hükümetinden alacakları var. 6 milyar dolarlık proje üstlenmiş olan Türk şirketlerinin alacakları 2017 başı itibarıyla 3 milyar dolar seviyesindeydi. Başbakan Binali Yıldırım’ın Bağdat ziyaretinde ödemelerin yapılacağı müjdesi verilse de fazla ilerleme kaydedilemedi.

Irak’ın yeniden inşasına yönelik çalışmalarda gözler Kuveyt’in ev sahibi olmak istediği uluslararası bağış konferansında. Bu konferansın 2018’in başında toplanması muhtemel.

Irak hükümeti 10 yıllık ulusal bir plan için 100 milyar dolara ihtiyacı olduğundan bahsediyor.

Irak Dışişleri Bakanı İbrahim El Caferi daha önce İkinci Dünya Savaşı’nda sonra Doğu Avrupa’nın yeniden inşası için uygulanan Marshall Planı’na benzer bir yardım programına ihtiyaçları olduğunu söylemişti.

Yazının tamamı burada.