Esra Özakça, 161 gündür açlık grevine olan eşi Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

Esra Özakça, “Semih sürekli bir baskı altında bırakıldığını anlattı. Geçen hafta bizimle de bir doktor heyeti görüşmüştü. Bize "Bilinçleri açık olsa dahi biz müdahale edebiliriz" demişlerdi. Biz Türkiye ve uluslararası yasanın buna müsaade etmediğini biliyoruz. Cezaevi hastanesi kalmaları bir işkence haline dönüşmesi söz konusu aslında. Çünkü hücre bir yaşam alanıydı. Psikolojik baskıyı bu kadar rahat yapamıyorlardı. Günde birkaç saatte bir kontrol ediliyorlar. Sabahları "Hadi kalk, öldün mü yaşıyor musun?" diye uyandırılıyorlar. Hastane odasının yemekhaneye yakın olduğu ve yemek kokusunun çok yoğun bir yer olduğu anlatıldı zaten” dedi.

Yakınlarının dün ilk kez refakatçi olarak cezaevi hastanesine giden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, KHK ile ihraç edildikleri işlerine iade edilmeleri için 161 gün önce başlattıkları açlık grevine cezaevi hastanesinde devam ediyor.

Ankara Numune Hastanesi'nin 28 Temmuz'da hazırladığı rapordan 19 gün sonra dün ilk kez Semih Özakça’nın annesi Sultan Özakça ve Nuriye Gülmen'in kardeşi Beyza Gülmen sürekli onların yanında kalmak üzere Sincan Cezaevi Hastanesi'ne girdi.

Kendisi de işten çıkarılan ve açlık grevinin 86'ncı gününde olan Esra Özakça da dün eşi Semih Özakça'yı görme fırsatı buldu.

Esra Özakça, DW’den Başak Demir’in sorularını yanıtladı.

*Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın refakatçileri dün ilk kez cezaevi hastanesine girdi. Nuriye Hanım ve Semih Bey'in tepkileri ne oldu acaba?

Tabii bu iyi ve olumlu bir şey onlar açısından. Çünkü refakatçi raporu çıkmasına rağmen 19 gündür yalnız kalıyorlardı. 19 gün boyunca işlerini kendileri halletti, çamaşırlarını kendileri yıkadı. Refakatçilerle birçok angarya işten kurtuldular her şeyden önce. Kasları bu kadar zayıflamış, birçok organında belki sorunlar olduğunu düşündüğümüz iki insanın birçok işini yapmasına yardımcı olacaklar. Tek başlarına yıkanmayacaklar, içeceklerini tek başlarına hazırlamayacaklar, tek başlarına giyinmeyecekler. Ve bunların hepsi, harcadıkları enerji onların ömürlerini, yaşam kalitesini etkileyecek şeylerdi zaten.

* Numune Hastanesi'nden 28 Temmuz'da Gülmen ve Özakça'ya verilen raporda "hayatlarını tek başlarına idame ettiremeyeceklerini" belirtilmişti. Bu 19 gün içerisinde hayatlarını refakatçisiz nasıl sürdürdüler peki?

Zorlanarak. Semih, gün içerisindeki sıvılarını hazırlarken not almış: "Bunların hepsini ben hazırladığım için çok yorgunum, uyumam gerekiyor" diye. Ama uykusu da her saat başı "Öldün mü?" diye bölünüyor. Çamaşırlarında zaman zaman avukatları yardımcı olmuş. Yardımcı oldukları fark edilince avukatlara bir sınırlama getirildi. Öncelikle bir saat görüşme izni verildi, daha sonra odalarına girmeleri engellendi ve onlara yardımcı olamasınlar diye aralarına bir masa konuldu. Refakatçilere izin de kolay olmadı bu arada. Defalarca yazılar yazıldı, savcılığa gidildi. 10 Ağustos perşembe günü Adalet Bakanlığı'nın izni çıkmasına rağmen 4 gün sonra uyguladılar. Yani uzatabildikleri kadar uzattılar bu süreyi de. Haklarındaki rapor, onların tahliye edilmesini gerektiren bir rapordu. Semih ve Nuriye "Eğer tahliye etmiyorlarsa bizi hücrelerimize geri göndersinler" diye talep ettiler.

* Peki şu anda hastane ortamı hücreye göre biraz daha hijyenik değil mi onlar için?

Herkes böyle tahmin ediyor, ama orada kalmanın bir işkence haline dönüşmesi söz konusu aslında. Çünkü hücre bir yaşam alanıydı. Psikolojik baskıyı bu kadar rahat yapamıyorlardı. Günde birkaç saatte bir kontrol ediliyorlar. Sabahları "Hadi kalk, öldün mü yaşıyor musun?" diye uyandırılıyorlar. Hastane odasının yemekhaneye yakın olduğu ve yemek kokusunun çok yoğun bir yer olduğu anlatıldı zaten. Ayrıca orada yazışmaları sınırlı, kitap hakları sınırlı. Odadan dışarı çıkamıyorlar, havalandırmalara çıkamıyorlar. Güneş görmüyorlar mesela. Hücrede iken önünde bir bahçe vardı, oraya çıkıp güneş görebiliyordu, gökyüzü görebiliyordu. Burada penceresinde o kadar yoğun bir tel var ki gökyüzünü tek parça göremiyor. Dolayısıyla bunun psikolojik bir işkence olduğunu düşünüyorlar ve bundan dolayı hücrelerine geri dönmek istiyorlar.

* AİHM kararı Gülmen ve Özakça'nın kendi seçtikleri doktorlara muayene edilmelerini öngörüyordu. Bu yapılıyor mu?

Dün doktorları gitti, fakat doktorlarının kendi başlarına onları görmelerine izin verilmedi. Diğer Numune Hastanesi heyeti de onlarla birlikte girmiş ama kendi doktorları Semih ve Nuriye'yi muayene edemezmiş, sadece açlık grevini bitirmelerini telkin edebilirlermiş. Semih de kendi doktorları ile yalnız görüşüp muayene olmak isteğine izin verilmeyince Numune ekibine de muayene olmamış.

* Peki moralleri nasıl?

Semih sürekli bir baskı altında bırakıldığını anlattı. Geçen hafta bizimle de bir doktor heyeti görüşmüştü. Bize "Bilinçleri açık olsa dahi biz müdahale edebiliriz" demişlerdi. Biz Türkiye ve uluslararası yasanın buna müsaade etmediğini biliyoruz. Hatta Nuriye'nin ailesine "Nuriye boyuna göre çok zayıf, biraz daha zayıflarsa müdahale edeceğiz" demişler. Çok zayıf olmak bir müdahale şartı değil ama psikolojik baskı yaratma, bununla yaşatma çabası. Semih de diyor ki; "Biz bununla yaşamıyoruz. Böyle olur diye bir dünya kurmuyoruz. Biz bu kadar baskıya rağmen bir tek şunu istiyoruz: İşe geri dönme talebimiz kabul edilsin. Talebimiz kabul edildiği an açlık grevini bitireceğiz zaten. Mücadelemiz ve talebimiz devam ediyor. Yani insanlar bunu bilsinler."