Ş. Murat Özten / Demokrat Haber İsviçre

Irak'ın eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin eski danışmanı olan siyasetçi ve yazar Hatice Yaşar (Xece) İsviçre'nin Zürih kentinde "IŞİD saldırıları", "Kürt Devleti tartışmaları" ve “son yüzyılların vebası“ olarak nitelendirdiği milliyetçilik üzerine değerlendirmelerde bulundu.

12 Eylül öncesinde Ala Rizgari adlı derginin yazı işleri müdürlüğünü de yapan Hatice Yaşar, 34 yıllık sürgün yaşamından sonra geçen yıl Mayıs ayında Türkiye’ye girdiği ilk gün gözaltına alınıp tutuklanmış, ancak kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı.

“ADIMIZI ZİKRETMEDEN KONUŞUYORLARDI”

Zürih Halkevi’nde gerçekleştirilen söyleşiye Birleşmiş Milletler’in son günlerde IŞİD saldırılarıyla ilgili yaptığı toplantıların haberlerini izlerken yaşadığı duyguları aktararak başlayan Yaşar, bir Kürt olarak kendini horlanmış hissettiğini ve utandığını belirtti:

“Yine ‘kurbanlar’ olarak bütün televizyon kanallarını işgal etmiştik. Bizim yaşadıklarımızı tartışıyorlardı. Birileri “Kürt“ diyecek mi diye bekledim. Durumumuzu tartışan cellatlardı ve adımızı zikretmeden konuşuyorlardı. O an kendimi horlanmış hissettim, utandım“.

Son günlerde yaşanan katliamların ve IŞİD’in hızlı yükselişinin “işsiz güçsüz gençlerin bölgeye gidip IŞİD saflarında savaşmalarıyla açıklanmasına da tepki gösteren Yaşar “Avrupa’nın şımarık çocuğu Erdoğan ‘onlar Zerdüşttür’ diyerek Kürtleri hedef göstermemiş miydi? IŞİD’in katliamları onun bu kışkırtmalarından bağımsız değerlendirilebilir mi? Kürtlerin kulaklarını ve kafalarını kesmek gibi kolektif bir hafızaya seslenen bu kışkırtmaların IŞİD’e bağlanması doğal değil mi?“ diye sordu.

“SUÇSUZLUĞUMUZU İSPATLAMAMIZ İSTENİYOR BİZDEN”

Kürtlerin yaşadıklarıyla Jodie Foster’ın adalet arayışları içindeki tecavüz mağduru bir kadını canlandırarak En İyi Kadın Oyuncu Oskarı’nı kazandığı “The Accused“ (Sanık) filminde yaşananlar arasında paralellik kuran Hatice Yaşar “Filmde tecavüz mağduru kadın, saldırıya ve tecavüze uğradığı açık olmasına rağmen yine de suçsuzluğunu ve mağduriyetini ispatlamaya zorlanıyordu. Biz Kürtlerin durumu da bu değil midir? Her şeyi, tüm katliam ve saldırıları bütün dünyanın gözleri önünde yaşamamıza rağmen, yine de suçlu bizmişiz gibi suçsuzluğumuzu ve mağduriyetimizi ispatlamamız isteniyor bizden“ diye konuştu.

Bugün IŞİD eliyle yaşanan katliamların ilk olmadığını, aktörlerin değiştiğini, ama Kürt halkına dönük saldırı ve yok etme politikasının hep devam ettiğini belirten Yaşar, özellikle Irak Baas rejimi tarafından Kürtlere yönelik düzenlenen ve 1988 yılında doruğuna ulaşan “El-Enfal Harekatı“na vurgu yaptı. Yirmi küsur yıldır Enfal’e Hawarlar yaktığını söyleyen Yaşar, o zaman da bu katliamın, bugün IŞİD’in yaptığı gibi, dine dayandırıldığını, bu katliamı düzenleyen Saddam’ın Enfal Suresi’ni zikredip Kürtler’i kafir ilan ettiğini, katliamın adını bu sureden aldığını belirtti.

Kürtleri aşağılayan kollektif hafızanın köklerinin de tarihin derinliklerine uzandığını ifade eden Yaşar, “Osmanlı’ya göre ‘Kürtler gavura göre İslamdır’. Bu Yavuz Sultan Selim’in sözüdür. Erdoğan da kalkıp ‘Yavuz benim ecdadımdır’ diyor. Onun ecdadım dediği kişiler bana anamın gözyaşlarını hatırlatıyor“ dedi.

CENGİZ ÇANDAR KÜRTLERİ AŞAĞILAMAK İSTEDİĞİNİ SÖYLÜYOR

Bu kolektif hafızanın ve kibrin sonraki kuşaklarda da devam ettiğini anlatan Hatice Yaşar, Özal’a cumhurbaşkanlığı döneminde danışmanlık yapan gazeteci ve yazar Cengiz Çandar’ı işaret ederek onun “Mezopotamya Ekspresi: Bir Tarih Yolculuğu“ adlı kitabındaki özeleştiriden örnekler verdi:

“Cengiz Çandar eskiden solcuydu, sosyalizm falan diyordu. ‘68 kuşağındandır. Kitabında Mam Celal’le ilk tanışmasını anlatıyor. Türk Devleti’nin temsilcisi olduğunu düşünerek randevuya geç gitmeyi tasarladığını, bu şekilde Mam Celal’in şahsında Kürtleri aşağılamak istediğini söylüyor. Böyle bir kibir taşıyorlar kuşaklardır.“

“BÜTÜN LEHÇELER EŞDEĞERDİR”

Konuşmasının ağırlıklı bölümünde ‘son yüzyılların vebası’ diye nitelendirdiği milliyetçilikten bahseden Hatice Yaşar, Fransız Devrimi sonrası ulus devlet anlayışının ortaya çıktığını ve devlet sınırları içinde yer alan herkesin ulusa dahil edildiğini belirterek, bu konseptte asıl olanın insan değil, toplum değil, devlet olduğunu, böylece devlete biçilen kutsiyetin iyice perçinlendiğinin altını çizdi. Ortak dil, ortak tarih, ortak kültür ve ortak coğrafi mekanla ifade edilen dört unsurlu “ulus“ kavramını ve bu kavramı ileri sürenleri de eleştiren Yaşar “Resmi solun da savunduğu bu tarif sorunludur. Ulus, bir topluluğun ortak hafızasına ve bunun üzerinde büyüyen ortak kültüre dayanır.”

Kürtler arasındaki dil tartışmalarına da değinen Hatice Yaşar, “Ben tek bir lehçenin hakimiyetine de inanmıyorum. Kürt dilindeki bütün lehçeler eşdeğerdir“ dedi.

Hatice Yaşar, neredeyse bütün katliamların milliyetçiliğe dayandığını, ezen ulus milliyetçiliği gibi ezilen ulus milliyetçiliğinin de kabul edilemez olduğunu belirterek, başkasının farklılığından bir düşmanlık yaratmanın kabul edilemez olduğunu vurguladı. Yaşar, bir Asuri köyüne Kürt bayrağı dikilmesini şart koşmanın da milliyetçilik olduğunu ve bunu kabul edilemez bulduğunu söyledi.

“KÜRT DEVLETİ MUTLAK BİR GEREKLİLİK”

Kürt Devleti’nin mutlak bir gereklilik olduğunu savunarak, Kürtlerin devlet gibi bir taleplerinin olmadığını ileri süren solcuları eleştiren Hatice Yaşar “Senin neyin varsa, sen kendine neyi hak görüyorsan ben de onu istiyorum“ dedi.

Hatice Yaşar konuşmasının son bölümünde Kürt diasporasının artan rolüne vurgu yaptı: “Kürtler artık eski Kürtler değil. Kürtler kefeni yırttı. Kürtler artık çok organize bir halktır. Ama uçaklar çıktıktan sonra dağlar artık bizim intihar yerimizdir. Uçaklara kadar dağlar bizim en güçlü silahımızdı, şimdi ise onun yerini diaspora aldı. Yani artık top sizde arkadaşlar.“