Dersim Katliamı’ndan Cizre’ye çözüm bulmak yerine öldürmeyi seçen devletin günahlarının gömmekle bitmeyeceğini savunan Gazeteci-Yazar Celal Başlangıç, Dersim anmasında Cizre’de katledilenlerin ailelerini birleştiren süreci yazdı.

Durumun tablosunu ise Cizre’de katledilen Mehmet ve Orhan Tunç'un anneleri Esmer Tunç’un sözlerine yer vererek özetledi: 

"Cizre, Dersim'in devamıydı. Bugün Cizre, Dersim'le buluştu."

Başlangıç’ın Haberdar’da yayımlanan “Dün Dersim, bugün Cizre; bu devletin suçları gömmekle bitmeyecek” başlıklı yazısından bir bölüm şöyle:

Bu yıl, yani 2016'da, daha birkaç ay önce Cizre'de öldürülen yüzlerce kişiden biri olan çocuklarını, eşlerini anlatacaklardı.
 
Esmer Tunç iki oğlunu, Mehmet ve Orhan'ı yitirmişti Cizre'deki "bodrum vahşeti"nde. Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı olan Mehmet'in eşiydi Zeynep Tunç. Aynı vahşette ölen Azadia Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat'ın annesiydi Lamia Aktaş. Hanım Yavuzel de aynı katliamda oğlu, DBP Parti Meclisi Üyesi Mehmet Yavuzel'i yitirmişti.

Ağlayarak anlatıyordu oğulları Mehmet ve Orhan'ı yitiren Esmer Tunç:
 
"Hepiniz biliyorsunuz onlar silahsızdı, kurtarmak için çok uğraştık. Dalga geçer gibi alay ettiler bizimle, almamıza izin vermediler. Sonra oğlumu verdiklerinde tanıyamadım, katilleri bile tanıyamadı. Çünkü kömürdü. Ben oğullarımdan birini Habur sınır kapısından diğerini Urfa'dan aldım, gömdüm."
 
Esmer Tunç ile birlikte salon da ağlıyordu. Ancak bütün acısına karşın öyle bir çağrı yapıyordu ki  anne Tunç, Dersim Katliamı'nı yaşayanların çocukları torunları ayakta alkışlıyordu:
 
"Ben hala 'barış' diyorum. Anneleri ağlatmayın. Türk annelere sesleniyorum. Elinizi elimize verin, insanlığımızı da, müslümanlığımızı da birleştirelim."
 
Lamia Aktaş'ın oğlu gazeteciydi. Cizre'ye gidecekti haber yapmak için. Birkaç gün önce ayağını burkmuştu oğlu. "Biraz dinlen, öyle gidersin, ayağın acımıyor mu?" demişti Lamia Anne. Rohat kararlıydı:
 
"Anne ben neler gördüm. Anne karnında öldürülen bebek gördüm, onların acılarının yanında benimki de acı mı? Gitmem ve gerçekleri yazmam gerek."
 
Yaralı oğlunu kurtaramamıştı. Ne gidip almasına izin verilmişti ne de ambulans gönderilmesine... Tam bir işkence yaşamışlardı.
 
Sonunda Cizre'deki üç bodrumun birinde katledilmişti oğlu. Bu kez cenazesini almak başka bir işkenceye dönüşmüştü:
 
"Aile olarak morg morg, il il aramaya çıktık. Bir kilometre de bir aranıyorduk, hakaretler, eziyetler yapılıyordu."
 
Anne Hanım, oğlu Mehmet Yavuzel'i anlatıyordu:
 
"Benim oğlumun gözlüğünden ve kaleminden korktular. Elinde silahı yoktu. Bugün bizim yüreklerimiz kanıyor ama gizliyoruz. Çünkü evlatlarımız öldü. Onlar ölmeden ben herkesi çağırdım dedim gelin Botan yanıyor, bu yangını birlikte söndürelim. Nasıl Dersim'e kimse gelmediyse Botan'a da gelmediler yavrularımızı kurtarmaya."
 
Çocuklarını yitiren anneleri, eşini yitiren kadını dinlerken öyle ağır bir hava çöküyor ki salona, artık panelleri sürdürmek imkansız hale gelip bir süre ara veriliyor konferansa.
 
Dersimlilerin acısı Cizrelilerin acısıyla buluşmuştu bir salonda.
 
Biri 70-80 yıl önce yaşanmıştı, diğeri daha birkaç ay önce. Ama görünen oydu ki yıllar önce de olsa, aylar önce de olsa her iki katliamın yarası hala kabuk bağlamamış, oluk oluk kanıyordu...
 
Çünkü, aynen Mehmet ve Orhan Tunç'un anneleri Esmer'in söylediği gibiydi yaşanan tablo:
 
"Cizre, Dersim'in devamıydı. Bugün Cizre, Dersim'le buluştu."