İrfan Aktan, zete.com'da yer alan "Bir 'Sri-Lanka' tatbikatı: Roboski" başlıklı yazısında, Roboski Katliamı'nın, sanıldığı gibi "olup bitmiş" bir hadise olmadığını, bunun bir evveliyatının ve sonrasının olduğunu söylüyor ve katliamı "faşist bir devlet uygulaması" olarak nitelendiriyor. Aktan şöyle devam ediyor: "Evveliyatından kasıt General Mustafa Muğlalı’nın '33 Kurşun'u' değil, daha yakın bir hadise. O da AKP’nin 2009 ila Roboski Katliamı arasındaki dönemde yandaş kalemler aracılığıyla tartıştırdığı 'Sri-Lanka modeli.'"

İrfan Aktan'ın zete.com'da yer alan yazısı şöyle:

Roboski Katliamı elbette Kürtlerin dışındaki belli kesimlerin de tepkisine neden oldu. Her ne kadar Türkiye’nin batısında hiçbir zaman etkili bir düzeyde tepkiler tertiplenemediyse de, “dost cenah” katliama yönelik tepkisini çeşitli vesilelerle ifade etti, ediyor. Bu süreçte özellikle sosyal medya üzerinde yaygınlaşan bir söz ise, aradan üç yıl geçtiği için artık eleştiri konusu yapılabilir: “Unutursak kalbimiz kurusun!” Roboski Katliamı’nın unutulma ihtimali yok ama faillerinin “kaçma” şüphesi bulunuyor. Roboski Katliamı bitmiş değil, devam eden bir “harekât”. Dolayısıyla hâlâ yas tutma evresinde değiliz. O halde “unutursak kalbimiz kurusun” sözü aslında politik bir hedefe işaret etmiyor ve Kürtlerin direnişçiliğiyle örtüşmeyen bir pasifizme meylettiriyor. “Yatıp kalkıp Uludere diyorsunuz” diyen Tayyip Erdoğan, katliamın unutulmamasından değil, hesabının sorulmasından korktuğu için “unutma-unutmama” üzerine bir inatlaşmayı körüklemeye çalıştı, çalışıyor. Hafıza, politik mücadelenin aracı olduğu müddetçe devrimci bir işleve sahiptir. Dolayısıyla takınılması gereken ortak tutum, katliamın fikri temellerini oluşturanlar dâhil olmak üzere tüm failleri ısrarlı bir biçimde ifşa etmek ve her türlü siyasi mecrada sorumluları hesap vermeye zorlamaktır. Unutmayalım ki, unutmamak “kalbimizi” kurutmaya mani değil.

SRİ-LANKA MODELİ

Roboski Katliamı, sanıldığı gibi olup bitmiş değil, evveliyatı ve sonrası olan faşist bir devlet uygulaması. Evveliyatından kasıt General Mustafa Muğlalı’nın “33 Kurşun’u” değil, daha yakın bir hadise. O da AKP’nin 2009 ila Roboski Katliamı arasındaki dönemde yandaş kalemler aracılığıyla tartıştırdığı “Sri-Lanka modeli.” Sabah Gazetesi genel yayın müdürü Erdal Şafak’ın gündeme getirmiş olmakla övündüğü bu “modele” göre PKK ya biat edecek veya devlet, Sri-Lanka’nın Tamil Kaplanları’na yaptığı gibi büyük bir kuşatmayla katliama girişecekti. Şafak, 4 Şubat 2009 tarihli “PKK ve Tamil Kaplanları” başlıklı yazısında açıkça bu tehdidi savuruyordu: “Hiç kuşkunuz olmasın, PKK’yı da Tamil Kaplanları’nın sonu bekliyor. İki bölücü terör örgütü de 25 yıl boyunca ortak senaryoyu uyguladıklarına göre, final sahnesinin de aynı olması kaçınılmaz. Dağdakiler farkındalar mı bilmiyoruz ama, altlarındaki halı çekilmeye başladı bile.” Şafak’ın 2009’da “başlattığı” bu tartışma, Roboski Katliamı’na kadar çeşitli vesilelerle gündeme geldi. (Konuyla ilgili bir hatırlatma için bkz: Sürecin Süreci) Araya KCK operasyonları, akabinde Ortadoğu’yu da sarsan Arap Baharı girmiş olsa da, Sri-Lanka modeli, devletin belli kesimlerinin aklına yatmıştı. Erdal Şafak yalnız değildi. Hamza Aktan’ın yazısından o dönemi hatırlayalım: “Hürriyet’in eski başyazarı Oktay Ekşi, sevincini kelime oyunlarıyla dışa vurmayı tercih ediyordu: "Sri Lanka’nın PKK’sı sayılan Tamil Kaplanlarının kaplanlığı bitti.” Star yazarı İbrahim Kiras için “Sri Lanka modelini ‘son çare’ olarak yedekte tutmak zaten her devletin hakkı olmalı”ydı. Aksiyon dergisi, PKK’yi devletin şefkatli kollarına çağırıyordu, yoksa; “Acı son’u hazırlayan, Tamiller’in siyasi çözümü dışlayan tutumuydu.” Fehmi Koru, bir dostu üzerinden mesaj veriyordu: “Tamil Kaplanları mı? Ağzından yel alsın…” Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Sri Lanka’yı telafuz etmeye dahi ihtiyaç duymuyordu: “Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. (…) Terörle ilk defa, “Büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek.” (Dersim Hayaleti ve Sri Lankalılar)

Roboski Katliamı’ndan sadece bir ay önce, 21 Ekim 2011’de Hakkâri-Çukurca’ya bağlı Kazan Vadisi’ne 22 tabur askerle operasyon yapan TSK, kimyasal silahlar kullanarak 36 PKK gerillasını katletti. Devlet, Kazan Vadisi’nde elde ettiğini düşündüğü “zaferle” bir ay sonra Roboski’ye koştu. Eğer Roboski’dekiler de gerilla olsaydı, yeni toplu katliamlar için çok daha kapsamlı operasyonlar yapılacaktı.

TOPLU İMHANIN TATBİKATI

Hatırlanacağı gibi Roboski Katliamı öncesinde, PKK’nin muhtelif eylemleri dolayısıyla devlet, her yerde PKK komutanlarından Dr. Bahoz Erdal’ı arıyordu. Nitekim başından beri ifade edilen devlet kaynaklı iddiaya göre Roboski’ye geçmekte olan köylüler, Bahoz Erdal’ın da içinde bulunduğu bir grup PKK’li zannedilmiş ve imha emri verilmişti. Emri veren sadece Tayyip Erdoğan değil, topyekûn hükümet ve devlet erkânıdır. Devletin, 28 Aralık 2011’de gerçekten de kafileyi Bahoz Erdal’ın grubu olarak zannetmiş olup olmadığını er veya geç öğreneceğiz. Ancak, kafilenin sınır ticareti yapan köylüler olduğunun bilinip bilinmemesi, hakikati değiştirmiyor: Devlet, AKP hükümeti, direnen Kürtlere yönelik toplu imha (Sri-Lanka modeli) yönteminin tatbikatını yapıyordu. Hedefin sivil veya gerilla olması niyeti değiştirmiyordu. Her durumda Kürtler geri adım atacak, sinecek, devletin yumruğunu böğürlerinde hissedecekti. Öyle olmadı. Kürtler sadece devletin değil, Türkiye’nin batısının ortak yumruğunu hissetti. Devletin cinayet sahnelerine hep “reklam arası” veren Türk medyası, Roboski Katliamı’na iki gün boyunca sessiz kaldı. Araya yılbaşı şenlikleri girdi. Türkiye’nin batısında şenlikler, Taksim Meydanı’nda coşkulu kutlamalar sürerken, “Uludere olayı” bir kamyon dolusu “kaçakçının” trafik kazasında ölüşü gibi nakledildi. Ve derhal devreye “kaçakçılık sorunu” üzerine uzun televizyon programları girdi. “Sri-Lanka modeli” böyle bir şey olmalıydı: Katliamdan sonra öldürülene suç bulma seansları ve Kürtlere yalnızlıklarını idrak ettirecek bir sessizlik, tepkisizlik.

FİLMİN BÜTÜNÜ

Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, sömürge valisi edasıyla 23 Mayıs 2012’de dizine vuruyordu: “Bu vatandaşlarımız kaçakçılık yaparken vurulmuştur. Sağ yakalansalar kaçakçılıktan yargılanacaklardı. Kaçakçılık olayı gölgede kaldı. Bu gençler figüranlardır. Filmin baş aktörleri vardır. BDP bu olayın parçası durumundadır. Kaçakçılık emrini bizzat BDP veriyor. O insanlara kaçak malı veren PKK terör örgütüdür. Filmin bütününe bakılınca özür dilenecek bir şey yoktur.” Filmin bütünü, “Sri-Lanka modeli”ydi ve Şahin AKP’den ayrılsa da, fikirleri hâlâ iktidarda. Nitekim dün (27 Aralık 2014) hükümet sözcüsü Bülent Arınç, katliam için aynen şunları söyledi: “(Roboski) Komplo değil, bunun tek sorumlusu var o da terördür. Bu olayın suçlusu hükümet ve asker değil, bu olayın suçlusu terör.”

Arınç’ın söylediği sözler basit bir üste çıkma çabasını değil, “Roboski harekâtını” besleyen ruhun canlılığını koruduğunu gösteriyor.

ROBOSKİ KATLİAMI DEVAM EDİYOR

Tayyip Erdoğan, daha da ileri gidip Roboski’ye dair haberlere tepki göstererek 26 Mayıs 2012’de “Yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz” diyordu. Katliamın birinci yılı öncesinde, 14 Aralık 2012’de yine Tayyip Erdoğan sahneden haykırıyor, Roboski köylülerinin hesabına yatırılan 100 biner liranın makbuzunu elinde sallıyordu: “Normalde 20 bin lira yatırılırken biz 100 bin lira yatırdık.”

Roboski Katliamı’nda AKP, suçluluk bir yana, mahcubiyet bile duymadı, duymuyor. Çünkü bu katliam, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürdistan’a yönelik istilacılığının ve Kürtlere yönelik saldırganlığının son sarsıcı uygulaması olmakla birlikte, devam ediyor. Öyle ki, bugün de Yüksekova’da, Diyarbakır’da ve daha pek çok yerde, “çözüm süreciyle” paralel bir biçimde Kürt çocukları hedef gözetilerek öldürülüyor, cenazeleri kaçırılıyor. Roboski anmaları ülke genelinde devletin baskılarıyla bertaraf edilmeye çalışılıyor, Kürt gençleri polislerce yerlerde sürüklenip karakollara tıkılıyor.

Hizbullah-PKK çatışması yeni bir sahnede tekrar canlandırılıyor ve devlet, kendi eliyle körüklediği bu çatışmada, tarafını hiç gocunmadan ifade ediyor. Roboski Katliamı’nın üçünü yıldönümü dolayısıyla anmaların, protestoların gerçekleştirildiği dün (27 Aralık), Cizre’de Hüda-Par’lılarla YDG-H’li gençler arasında meydana gelen çatışmalarda biri 19 diğeri 15 yaşında iki çocuk ile 65 yaşındaki bir Hüda-Par yöneticisi hayatını kaybetti. Her iki taraf da çatışmanın bir provokasyon olduğuna dair beyanatlar verdi ve bu provokasyonu da “çözüm süreciyle” bağlantılandırdı. Oysa “çözüm süreci” hâlâ Kürtlerin iradesinin kırılmasına vesile edilmeye çalışılıyor. Ve dahası sürecin seyir biçimi, devletin provokasyonlarını ihtiva ediyor. Bu açıdan bakıldığında Roboski Katliamı’nın hesabı verilmeden, gerçek anlamda bir çözüm sayfasının açılamayacağı açıktır.

BARIŞ İÇİN HESAPLAŞMA

Devletin “Sri-Lanka modeli” denemesinin yarattığı sonucu da belirterek bu bahsi kapatalım. Yukarıdaki şu cümleyi tekrar edelim: “Kürtler geri adım atacak, sinecek, devletin yumruğunu böğürlerinde hissedecekti.” Oysa devletin yumruğunu böğürlerinde hisseden Kürtler ne geri adım attı ne de sindi. Tersine, yeni kuşaklar hiç olmadığı kadar büyük bir öfkeyle bezendi. Dolaysıyla bugünkü YDG-H’yi yaratan hissiyatın altını çizmek gerekir. Roboski Katliamı’ndan sonra Kürtlerin bağımsız bir devlet olarak yollarına devam etme ihtiyacı çok daha net olarak belirdi. İşin aslına bakılırsa Abdullah Öcalan gibi, Kürtler açısından tartışılmaz olan bir lider devreye girmese, Roboski Katliamı’ndan sonra bu ülkede telafisi asla mümkün olmayacak yeni ve son derece yıkıcı bir isyan dalgası peyda olacaktı. Kuşkusuz, bu devleti en iyi tanıyan lider olarak Öcalan, muhtemel isyana karşı devletin çok daha büyük katliamlara girişeceğini öngördüğü için yeni bir süreci başlattı. Dolayısıyla, “devletin bekası” adına hâlihazırda İmralı görüşmelerine karşı çıkanların Öcalan’a müteşekkir olması gerekiyor.

Peki, Öcalan’ın devletle yürüttüğü süreç, Roboski Katliamı’na dair hesaplaşmayı rafa kaldırmayı veya ertelemeyi gerekli kılıyor mu? Kesinlikle hayır! Roboski Katliamı’nın Kürtlerde yarattığı derin öfke canlılığını koruyor. Dolayısıyla Kürtlerin bu devletin sınırları içinde yaşamaya ikna olmaları için Roboski’nin hesabı mutlaka verilmeli, devletin “Roboski harekâtından” veya “Sri-Lanka modelinden” vazgeçtiğine dair güçlü bir irade beyanı ortaya konmalı ve esas “barış” ondan sonra inşa edilmeye çalışılmalı.