Ankara'da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği önünde kamp kuran Afgan mülteciler arasında ağızlarını dikerek ölüm orucu başlatan bir grup da var. Aldıkları tek yanıt: Ölseniz de bir şey değişmez.

Afgan mülteciler iltica başvurularında adil ve eşit muamele gözetilmesi için başlattıkları mücadelenin yedinci haftasına girdi. Ankara’da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) genel merkezi önünde kamp kuran mülteciler arasında ağızlarını dikerek ölüm orucu başlatan bir grup da var.

Özgün Özer'in Raikal'de yer alan haberine göre kimileri ailesiyle, kimileri dostlarıyla, yarısı kadın ve çocuktan oluşan yaklaşık yüz kişi gece gündüz demeden, polis baskısına karşı göğüs gererek eylemlerini sürdürüyorlar. Ama onlar henüz ne seslerini geniş kitlelere duyurabilmiş, ne de talepleri yetkililer tarafından dikkate alınmış.

“Bize ölsek bile hiçbir şeyin değişmeyeceğini, özellikle de ölüm orucunu sürdürdükçe herhangi bir cevap verilmeyeceğini söylediler. Dediklerine göre, aksi takdirde ‘açık vermek’ olurmuş ve sonra herkes ölüm orucuna başlarmış” diye anlatıyor mültecilerden Farzad Şafahi.

Afganların tepkisini bu boyutlara taşıyan ise BMMYK’nın aylar öncesinden bütün iltica başvurularını askıya alması, hatta daha önce verilen randevuları dahi iptal etmesi olmuş. BMMYK’dan yetkililer bunun için üçüncü ülkelerin artık Afganistan’dan mülteci kabul etmek istemediklerini gerekçe gösteriyor. Ancak Farzad, zaten normal sürelerinin çok üzerinde bekletilen Afgan mültecilerin önüne yeni engeller örülmesi karşısında çaresiz durumda kaldıklarını söylüyor.

“Bizlere üçüncü ülkelerin kotalarının tamamen dolu olduğunu ve başka ülkelerden mültecileri tercih ettiklerini belirttiler. Hatta bir yetkili bize Afganistan’da 40 yıldır sorunların bitmediğini ve Suriyelilerin ‘artık daha çekici geldiğini’ söyledi. Biz ise onlara bütün bunları bildiğimizi, tam da bunu değiştirmek için burada olduğumuz anlattık” diyen Farzad, bu yaklaşımın ayrımcılık göstermeme ilkesiyle de çeliştiğine işaret ediyor.

24 yaşındaki Farzad iki yıldır iltica başvurusunun üçüncü ülkeye gönderilmesini bekliyor ancak söylediğine göre beş, hatta sekiz yıldır bekleyenler dahi var. Oysa iltica işlemleri diğer mülteciler için ortalama bir sene sürüyor. Farzad, en son BMMYK’yı aradığında ise yetkililerin ilgisizliğiyle karşılaşmış. “Telefonu açan kişi Afgan olup olmadığımı sordu. ‘Evet’ deyince ‘başvurularınız askıya alınmıştır’ diye cevap vererek telefonu kapattı” diyen Farzad, kendilerinden çok sonra başvuru yapan nice mültecilerin iltica etmeleri için çeşitli ülkelere dağıtıldığını söylüyor. Yazıştıkları üçüncü ülkeler ise kendilerine kesinlikle bir ayrımcılık uygulanmadığını ancak Afganların dosyalarının bir türlü ellerine geçmediğini belirterek topu BMMYK’ya atmış. En büyük endişe ise, İran’da yaşayan iki milyonu aşkın Afgan mültecinin Türkiye üzerinden iltica başvurularının artması.

“Taleplerimiz kesinlikle mantıksız talepler değil. Ben ilk uçakla ABD’ye gönderilmeyi beklemiyorum. Tek istediğimiz, başka mültecilere uygulanan muamelenin aynısının bize de gösterilmesi” diyor Farzad.

Türkiye’de yaklaşık 30 bin Afgan iltica başvurularını yaptıktan sonra kendilerine tanınan geçici sığınmacı statüsüyle yaşamını sürdürüyor. Ancak statü gereği çalışamadıkları için çoğu aile zor ekonomik koşullarda yaşamaya mahkûm. Ayrıca, Türkiye 60 yıldır kaldırmaya direndiği coğrafi çekince nedeniyle doğu sınırlarından giriş yapan mültecilere iltica hakkı tanımıyor. Dolayısıyla Afganların Türkiye’ye iltica etme gibi herhangi bir şansı yok.

Öte yandan Afgan mülteciler bu süreçte sadece üç defa görüşebildikleri BMMYK yetkilerinin binanın önünde durmamaları için kendilerini polise şikâyet etmeleri ve fenalaşan olduğunda ambulans çağırmaya bile tenezzül etmemelerine de sitem ediyor.

Afgan mültecilerin maruz kaldıkları bir diğer baskı da polisler. Zira birçoğu eylemlerini sınır dışı edilme riskini göze alarak sürdürmek durumunda. Zira, mevzuata göre, mülteciler iltica başvurularını yaptıktan sonra uydu kentlere başvuruyor. Gittikleri kentlerde ise haftada üç kez karakola giderek orada bulunduklarına dair imza atmaları gerekiyor. Kanunlara göre, beş haftayı aşkın süre boyunca imza veremezlerse, yasal olarak geri gönderilme durumu doğabiliyor.

Polis, kamplarını Nisan ayının sonunda çok şiddetli bir şekilde dağıtmış. Müdahale sırasında kadın-çocuk farkı gözetmeden, kendilerini savunmak için insan zinciri oluşturan mültecilerden burnu kırılan ve omzu çıkanlar olmuş. Daha sonra da uydu kentlere geri dağıtılmışlar ancak gönderildikleri şehrin doğru olup olmadığına bakılmaksızın. Kayseri’de yaşayan Konya’ya götürülmüş, Nevşehir'de kalan kişi ise kendini Mardin’de buluvermiş.

Farzad, yabancı şubesinden bir amirin 'kamp yapmayı sürdürürlerse kendi cebinden iki uçak parası ödeyerek herkesi Kabil’e geri göndereceğini söylediğini' belirtiyor. “Bize ‘Bu devlet öyle 200-400 Afgan’la başa çıkmayacak bir devlet değildir. Bizim eşek kadar tarihimiz var. Artık kitle sorunu oluşturmaya başladınız’ dedi” diye anlatan Farzad, polislerin ele başı veya lider aradıklarını ve bir türlü bulamadıklarını da ekliyor.

“Oysa hiçbir organizasyon yok. Aileler diledikleri gibi geliyor, sıkılınca gidiyor, sonra tekrar geliyor. Çok kalıp duş almak gerekince de tekrar gidiyor” diyor Farzad.

Aynı şekilde, ağızlarındaki dikişler ambülans görevlileri tarafından zorla kesilen olunca da ölüm orucuna katılanlara yenileri eklenmiş. Halihazırda altı kişi bir haftayı aşkın süredir ölüm orucu tutuyor ve Farzad birçok mültecinin ölümü göze aldığı konusunda uyarıyor.
Bugüne kadar en büyük destekçileri Ankara’nın Sancak mahallesi halkı olmuş, dayanışma grupları ise yeni yeni oluşmaya başlıyor. Battaniye, kolay monte edilen çadır ve ölüm orucunda olmayanlar için gıda gibi birçok ihtiyaç var. Öte yandan, Change.org internet sitesi üzerinden de taleplerine destek için bir kampanya başlatıldı.

Farzad, bu koşullarda Türkiye’nin unutulan mültecileri olmayı kabul etmediklerini söylüyor ve ekliyor: “Sonsuza dek sığınmacı olarak mı yaşayacağız?”