Hayatı “kaçak” yaşamaya devam ediyorum. Riskli bir durum olduğu için “standart” hayata geçiş yapmış olanlar için çok tercih edilir bir şey değil. Ancak benim gibi hayatı “kaçak” yaşayanlar için ise bir yerde hayatın rutini. Bir süredir Fransa’nın Pyrénée Atlantiques bölgesinde yaşıyorum. Bir yerden hayata dikey bir geçiş de diyebiliriz: Yaşadığım ülkede bir kez daha mahpusa düşmek ihtimal olmaktan çıkıp kapıma dayandığında, özellikle son bir yılda daha çok insanın yaptığını yapıyorsun. Bir sırt çantası ile bir ülkeden başka bir ülkeye, başka bir dile, başka bir kültüre dikey geçiş yaptım. Bu süreci yaşayan birçok arkadaş/yoldaşımdan daha şanslıydım, zira beni karşılayacak her şey yoldaşlarım tarafından hazır edilmişti.

Pyrénée Atlantiques bölgesinin İspanya Bask Bölgesi gibi bir başka bölgesi var. Burası Bayonne şehri. Yaşadığım Pau şehrine trenle bir saat on dakika uzaklıkta –dün gittiğim için biliyorum-. Her zaman yaşadığı kenti, sonra sokakları, daha sonra da oradan başka kasabaları yürüyerek gezen biri olduğum için gideceğim her yeni yol, sokaklar, kasaba, şehir beni her zaman çoğaltan bir özelliğe sahip. Bunu Türkiye’deki hayatımdan da biliyorum. Pau’dan Bayonne’a en pratik yol tren. Alışkanlığımı değiştirmedim. Bayonne’a tren ile gideceğim. Artık erteleyemem de. Zira geçen hafta Bayonne’da yaşanan kimi durumlar uzaktan uzaktan bu Bask şehrini daha da sevmemi sağladı.

Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçim süreci  devam ediyor. Özellikle medya ve basılı yayınlardan yoğunca izliyorum. Birlikte yaşadığım yoldaşlarım da bu süreci yakından izledikleri için ben de hangi parti, kimler seçime giriyor, durumları nedir az biraz öğrendim. Fransız çekirdek ailem de diyebileceğim Babet, Gerard ve kızları Luisa da anarşist bir aidiyet içinde olmalarına rağmen sandığa gidecekler. Oy verecekleri Komünist/Mélenchon bir adayları var. Fransız seçimlerinde şu an beş partiyi/lideri daha yoğun şekilde medyada görmek mümkün. Ekranlarda sosyalist, komünist adayların mitinglerini (manifstastation) izlemek iyi de geliyor.

Aynı zamanda Türkiye’de devam eden bir seçim süreci olduğu için ister istemez de kıyaslıyorum. Türkiye’de seçim atmosferine daha girilmeden muhalif, demokrat, devrimci basın, yayın AKP/devlet tarafından kapatıldı. Kendisine karşı en etkili muhalefeti yapan ve Türkiye’de çok farklı kesimleri bir araya getiren HDP’nin nerede ise sandıklara bakacak görevlileri bırakılmamacasına tutuklandılar. Açık olan yayınlarda AKP’liler ve de AKP’nin borazanlığını yapan kişilerden başka bir ses duymak adeta mümkün değilken burada sosyalist, komünist adayların büyük toplantılarını, eylemlerini, açıklamalarını izlemek Türkiye’nin nerede olduğuna işaret.

İşte bu Bayonne, Fransa’nın Bask bölgesinin şehrinin halkı, geçen hafta Nasyonal parti lideri ırkçı Marie Le Pen ve sağcı Fillon’u kendi şehrinde konuşturmadı. Böyle olunca da artık gidip şu Bayonne görülmeli dedim. Trene “kaçak” atladım ve bir saat on dakika sonra şehre vardım. Şehrin deniz kıyısı olduğunu bildiğim için ilk hedefim şehir merkezine girmek yerine doğrudan tabelaları okuyarak sahile ulaşmak oldu. Bir saat kadar sıcak bir havada yürüyerek deniz kıyısına vardım. Uzayıp giden bir kumsal, oynamaya, eğlenmeye, yürümeye, kumsalda özgür bir şekilde güneşlenmeye gelen her yaştan insanlar. Sahilin yürüyebileceğim en son ucuna/fenere kadar yürüdüm.

Sahilde sadece kumsal ve güneşe gelenler için değil, nerede ise her şekilde eğlenmek, dinlenmek, gezmek için gelenler için alternatifler var. Bunlardan bir kaçı ekolojik park, çocuk oyun parkları, güneşlenmek, kitabını okumak, yayılmak için çayırlar, golf sahaları, güneşin batışına karşı şarabını içebileceğin güzel şık kafeler, spor alanları. Ve tabi ki uzayıp giden kumsal en güzeliydi. ‘Bir günde ben bu şehri dolaşamam en iyisi bugün bu kıyı ile yetineyim’ diyorum ve ben de kendimi kumsala bırakıyorum. Günün sonu yaklaştığında okyanus rüzgârları gibi bir rüzgâr esmeye başladı ve bu kez şehir içi otobüs ile şehir merkezine kadar geldim. Gar’a gittim ve beklemediğim bir durum. Tren seferleri hemen hemen bitmiş, Pau’ya ve de yakın başka bir yere de en erken sabah seferleri var.

Bir anda bir kentte bir başına kalmak duygusu baskın geldi. Tanıdığım bildiğim bir insan bir mekân yok. İçimde en fazla gecenin bir saatine kadar kanal boyunda banklarda takılır sonra da gelir garda bir yere uzanır uyurum dedim. Sonra Pau’daki HDP’li bir arkadaşımı aradım; “Ercan Küçük Bayonne’a git, orada sanırım Adıyamanlı Kürt olacak, bir kebapçı var, onu bul o sana yardım eder”. Ben önce yanlış anladığım için Küçük Bayonne diye bir kebapçı aradım bir süre, daha sonra Küçük Bayonne’un bir mahalle/bölge ismi olduğunu öğrendim ve bu kez bu bölgede Adıyamanlı Kürt kebapçıyı aramaya başladım. Birkaç yerden sonra buldum. İş yeri önünde çocukları, eşi ve çalışanı ile birlikte kahve içiyorlardı.

Tanışma faslı gibi bir şey hemen hemen olmadı gibi; “ka tu rune çay mı xeve mi dixazi?” sözü ile uzattığı paketten bir sigara aldım, çaylar geldi. Biz kaç on yılın arkadaşı yoldaşı gibi hemen doğrudan girdik. ‘Ne olacak bu memleketin hali?’ne, tabi ki de memleket derken Fransa’yı demiyoruz. Bir anda Türkiye’de devam eden şiddet olayları, Kürtlerin yaşadığı baskı zulüm ve mağduriyetler, içinde olunan seçim süreci ve AKP/R.T.E. Biz sanki Amed’in bir çay ocağında ya da Beyoğlu’nun o ara sokaklarındaki bir yoldaşımızın kafesinde memleket hallerini konuşuyoruz.

Gecenin bir saati, bir kentin sokakları ve sen… Bir saat sonra bütün kaygıların uçup gidiyor, kent senin, sokaklar senin, mekân senin, yoldaşın ile birlikte çay içip ‘sen bir sigara daha al’. Güzel bir duygu, dünyanın herhangi bir yerinde politik aidiyetin ile hiçbir yere yabancı ve de yalnız kalamayacağını, bir dayanışma ve dostluk/yoldaşlık elinin hemen yanı başında seni beklediğini bilmek çok güzel. Hayatı biz böyle yaşadık, böyle yaşamaya da devam ediyoruz.