İddianame ve eklerinin okunmadığı, kovuşturma süresince dosyaya sunulan delil ve belgelerin takip edilmediği halde; üzerine herkesin bu kadar çok konuştuğu bir başka dava yoktur sanırım. Tahmin edeceğiniz üzere Ergenekon davasından bahsediyoruz.

Öyle ki sanırsınız; bu dava kapsamında yargılama konusu edilmiş suikastlar gerçekleşmemiş, suikast planları ile klasörlerce fişleme yapılmamış, onlarca mermi, silah, bomba, lav silahı, cephanelik bulunmamış, sürekli özel psikolojik hareket malzemeleri oluşturulmamış ve bulunmamış gibi buna benzer onlarca vaka, belge yokmuş da birileri tüm kötücül niyetleri ile bu davayı açmışlar. Bunları ileri sürenler var. Hem de soruşturma aşamasından karar aşamasına kadar. Bunları yapanları kabaca iki temel kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci grup; baştan itibaren bilgi dağarcığına herhangi bir şey katmadan öyle bilgisizce devam etmeyi tercih edenler diğerleri ise bilerek-kasten bu karartmayı istikrarlı biçimde devam ettiren, yazan çizenlerdir! Birinci grup içinde özellikle temel bir hedef gözetmeden bu istikrarı sürdürenlerin bunca bilgiye ulaşılabilir olmasına rağmen ve bunca somut olaydan sonra halen bilgi edinmeden yazıyor, konuşuyor olmaları ve konu üzerinde herhangi bir derinlemesine bilgi edinmemeye direnç gösteriyor olmaları hep birlikte değerlendirildiğinde; yaptıkları itiraz ve yorumların hem içerik hem de somut dayanaklarının esasa ilişkin herhangi bir etkisinin bulunmadığı gibi samimi olarak da değerlendirilemeyeceğidir.

İkinci grupta yer alan yani Ergenekon davasını kasten itibarsızlaştırma ve karartma vakalarına/itirazlarına bakılacak olunursa eğer:

Bu grup içinde kendinden menkul ve kendi kendilerine muhalif sıfatı takan kişilerden bazılarının, bu davanın soruşturma aşamasından itibaren yaptıkları itirazlarla davayı nasıl önemsizleştirir, itibarsızlaştırırım çabaları zaten herkesin malumu. Özel sefer görev emri almış gibi (gibisi fazla belki) istikrarlı bu uğraşları davanın hüküm aşamasına kadar sürmekle bitmemiş hükümden sonrada görevlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Bu kesim çabalarını genel olarak şu başlıklarda sürdürüyorlar:

Şöyle; “Neden bu davada 1990'lı yıllardaki köy yakma vakaları, failleri yok? Neden o dönemde binlerce insan kaybını gerçekleştiren failler ve suçlamaları yok? Yok çünkü bu dava göstermelik bir dava." “AKP'nın derdi derin devletle hesaplaşma değil kendine muhalif olanları keyfi suçlamalarla hapsedip, kendi derin devletini inşa etmek istiyor, hatta kurdu bile” “Bunu sahte deliller, gizli tanıklar ve sanıklara savunma hakkı tanımayarak gerçekleştiriyorlar ”

Evet bu son grubun itirazları genel hattı ile bu başlık ve içerikle sunulup duruluyor. Bu itirazları yapanları sanırsınız ki demokrasi mücadelesi cengâverleri.. Ve yine sanırsınız ki onlarca celsesi görülen Ergenekon davasının her duruşmasına gitmişler, davanın ilk zamanlarında müdahil olmak isteyen mağdurların yanında olmuşlar, hatta müştekilerin talepleri red edilince onlar bu talepleri Mahkemeye kabul ettirmek için mahkeme salonundan çıkarılana kadar ısrarlı olmuşlar ve bunun için de hiçbir davayı kaçırmamışlar. Hatta bununla da yetinmemiş mahkeme salonundan kovulduktan sonra dahi kamuoyu desteği sağlamak için köşelerinde ısrarla yazmış, mahkeme dışında "vardiya görev"i yapan sanık yakınlarının karşısında, onlara karşı nümayişler düzenleyerek mahkeme ve kamuoyu nezdinde Ergenekon'un ne menem şey olduğunu anlatıp durmuşlar! Yani bu cengaverler sanki cansiperane emek harcayıp durmuşlar!

Bunların hiçbirini yapmadıkları gibi Ergenekon davası ile hukuki ve fiili veya tek başına fiili ilişkileri olan son yıllarda açılmış birçok davaya da hiç ilgi göstermedikleri herkesin malumu!

Göstermedikleri gibi bu davalar yokmuş gibi yazıp, çizip, konuşmaya devam etmişlerdir. Mesela bu davalardan birkaç tanesine örnek vermek gerekirse;

Özellikle 2007 yılından beri Malatya 3.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ve adeta Kontrgerilla yapılanmasının yapısı, tarihi ve aktörlerinin seramonik geçitler yaptığı Zirve Yayınevi katliamı davası.

Bir diğeri Diyarbakır 6.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan Cemal Temizöz resmi ve sivil mesai arkadaşları olan; itirafçılar, korucular ve subayların yargılandığı Jitem davası ve onunla birleştirilmesi talep edilen sanıklardan biri Mahmut Yıldırım(Yeşil kod ismiyle bilinen) olan Musa Anter cinayeti davası.

Aynı şekilde Şırnak/Silopi'ye bağlı Görümlü köyünde 6 köylünün kurşuna dizilerek katledildiği Mete Sayar, Mardin/Derik'te görülen Musa Çitil, Bıçak Timi olarak bilinenlerin Kızıltepe davaları.

Ayrıca 2009 yılında Bülent Arınç'a suikast iddiası ile Ankara Cumhuriyet Savcılığınca gerçekleştirilen soruşturma kapsamında Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı/Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla (halk arasında bilinen ismi ile)'nın Kozmik Odasının aranması ile başlayan ve halen devam eden soruşturma. Tahmin edileceği üzere burada elde edilen belge ve bilgilerle en az 60 yıllık katliam ve cinayetlere dair ayrıntıların olma olasılığıdır! Yani gayri resmi tarihin karakutusu.

Bu kesimin bu davalara ve soruşturmalara Ergenekon davası gibi ilgisiz kalındığı yetmediği gibi küçümsenerek yok sayılması bir başka vahamet!

Yine de bu ikinci grup tarafından şöyle bir girişimde bulunulsaydı itiraz ve eleştirileri anlam kazanacaktı:

“Hey sayın savcılar ve hakimler, soruşturduğunuz veya kavuşturduğunuz bu dava tarihi dönemece denk gelen öneme sahip bir davadır! Bu nedenle gördüğünüz tarihi öneme sahip bu davanın bahsi geçen iddialarla genişletilip, derinleştirilerek ve adil biçimde yürütülmesi memleketimiz için hayırlı olacaktır. Eğer bu iddianameler, sanıklar ve suçlamalarla yetinilirse çok eksik kalacak yakalanmış tarihi fırsat kaçacaktır!”

Böyle bir itirazın hem içerik hem de hukuki ve siyasi anlam yönünden tutarlılığı ve önemi tartışmasız olacaktır. Çünkü bu itirazın, mevcut davayı tümüyle hiçleştirip, anlamsızlaştırmayı değil daha anlamlı hale getirecektir. Bu iç tutarlığa sahip itiraz sahipleri itiraz etmekle kalmayıp dava dosyalarını okur, onla yetinmez gidip o mahkemelerin müştekilerine destek de verir. Elbette ki bu kişiler gerçekten bunu dert etmişlerse. Ama görüyoruz ki dertleri bu değil.

Diğer serzeniş noktası ise: AKP, Ergenekon davası ile kendi derin devletini kurmak istiyor itirazları!

Bunu seslendirenler tersinden kabaca doğrudan şunu söylüyorlar aslında; Ergenekon ile uğraşmayın, biz o derin devletle mutlu ve mesut yaşıyorduk. Onu yok ederek kuracağınız sizin derin devletinizi istemiyoruz!

Böyle bir çıkışa ağlanır mı gülünür mü şaşılır mı bilemiyorum?

Derin devletlerle gerçek manada derdi olan herkesin yapacağı yegane şey ne eski derin devlete ne de onun yerine kurulacağı düşünülen yenisine hiçbir şekilde vize vermeyerek ikisi ile mücadele etmektir.

Statüko savunusu ile aman ha Ergenekon’a dokunma demek ve senin derin devletini istemiyorum anlamına gelen itirazlar, Ergenekon davasının neden itibarsızlaştırılmak istendiğini de fazla söze hacet bırakmadan açıklamıyor mu?

Öyle ki yine bu statüko severlerin, AKP'nin derin devletini anımsatacak uygulamalarına da karşı da herhangi esaslı bir çıkışları da yok! Mesela geçen aylarda Taraf gazetesinin gündeme getirdiği yeni MİT yasa taslağında, MİT'in görev tanımlaması ve kapsamı değiştirilerek MİT'e operasyonlar yapma yetkisi ile herkes ve her şeyi hakkında özel dosya oluşturması gündemdeyken üç maymunu oynayarak hiçbir esaslı karşı çıkışları görülmedi. Sanırım MİT'in halen eski statükocular yani ulusalcıların idaresinde olduğunu bildiklerinden yada düşündüklerinden olsa gerek!

Bu kesimin halen;

Ergenekon davası içerisindeki delillerin; sahte, boş, uydurma iddialar olduğu ve böylelikle bu delillerle AKP'ye muhaliflerin hapse tıkıldığı hususunu piyasaya sürmeye devam ediyor olmasının temel dayanağı; ek klasörle ile birlikte yüzbinlerce sayfayı bulan ve binlerce sayfalık iddianamelerin kamuoyunca okunmadığı veya okunamayacağına dair düşünce ve bu durumun yarattığı özgüvene dayanmaktadır.

Sanki kaos oluşturmak için suikastlar yapılmamış, suikast planları ve sanıklardan cephanelikler bulunmamış, binlerce insan andıçlanmamış, azınlıklar, muhalif kesimler, hükümet mensupları psikolojik harp dökümanları ile eş zamanlı bir plana uygun olarak hedef yapılmamış, buna uygun belgeler hazırlanmamış ve bunlar bulunmamış paralelinde yapılan itiraz ve propagandalarla, sanıkları ısrarla tamamen masum ve mağdur gösterme çabaları, fazlasıyla düşündürücüdür!

Yargılama hususundaki usulsüzlükler meselesine gelince; Evet Ergenekon davasına bakan mahkemede birçok adil olmayan kararlar alındı. Benim ilk aklıma gelen en önemli usulsüzlük olarak gördüğüm ise; iddianame ve eklerinde adı geçen birçok müştekinin davaya müdahil olma taleplerini Mahkemece ret edilmiş olunmasıydı! Kabul ettiği ender müştekilerden biri olan Şebnem Korur Fincancı vekillerinin örgüt kapsamında gerek görecekleri sanıklara sorma hakkının tek vaka ile sınırlandırılması ise davanın daha etkin görülmesini engellemiş olmasıdır. Buna ek olarak sanıklara savunma hakkının sınırlandırılması aynı zamanda davanın doğal yargıçlık ilkesine aykırı biçimde cezaevinde görülmesi, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan gibi bazı sanıkların kaçma ve delil karartma olasılıklarının olmamasına karşın tutukluluklarının devam ettirilmesi, mahkemenin zaman zaman müdafilere yönelik tutum ve davranışları, tartışmasız biçimde usulsüzlüktür. Maalesef ki tüm bunlar 40 yıllık bu mahkemelerin kültür ve pratikleri ile özelliklede bu kapsamdaki bir dava örneği dikkate alındığında şaşırtıcıda değil diyebiliriz. Çünkü bu mahkemelerin bugüne kadar yargıladığı, yargılamaya devam ettiği ve mahkumiyet verdiği sol ve Kürt siyasi davaları ile karşılaştırıldığında Ergenekon davası bu davalar arasında belki en az usulsüzlüklerin yapıldığı dava olarak ilk sırada dahi yer alabilir.

Tüm bunlara rağmen Ergenekon sanıklarını kamuoyunda tek mağdur gibi gösterenlere baktığınızda hiçbirinde ne bu özel yetkili mahkemeleri ve onların yargılama dayanakları olan TMK'nin topyekün eleştirisi ne de kaldırılması yönünde herhangi bir talep ve itirazlarını görmek mümkün değil. Bu taifenin beyan edemediği asıl düşünce şudur: Ey mahkemeler sizler bu uygulamanızı Kürtlere, Solculara yeri geldiğinde Alevilere, Ermenilere, Dindarlara uygulayın ama bize asla!

Bu son söylenenlere ilişkin olarak fazla niyet okuma olduğu yönünde itirazlar gelebilir. Fakat değil çünkü bu mahkemelerin hukuk sistematiğinin inşa ve yeniden yapılandırması sırasıyla 12 Mart,12 Eylül, 1990 ve 28 Şubat 1997 ve 2006 tarihlerinde yapılageldi. Şaşırmayacaksanız belki ama bu mahkemelerin omurgasını oluşturanlar bizzat Ergenekon yapılanması ile bir kısım Ergenekon sanıkları ile yargılanmamış silah arkadaşlarıydı. En son 2006 yılında yasallaşan TMK son halini verenler içinde bizzat Ergenekon sanıkları içinde yer alan o dönem Kuvvet ve Ordu komutanlıkları yapmış kişileri hemen nasıl unutabiliriz ki(Bu sanıklardan bazılarının ısrarlı çabaları ile mevcut TMK 2004 tarihinde hükümetin gündemine sokulmuş, ısrarlı zorlama ile 2006 yılında yasallaştırılmıştır). Bunu zorlayanlar kendilerinin hiçbir zaman ne bu mahkemelerde sanık olabilecekleri ne de bu yasanın herkesi mağdur yapacak potansiyeline dahil olabilecekleri akıllarının ucundan dahi geçmiyordu. Zaten şu son 5 yıl içinde de bu durumu kabullenemediklerini her türlü yolla belli etmekten kendilerini alıkoymadılar.

TMK'nın çıkmaması için o yıllardaki STK'ların yoğun çaba ve kampanyalarının çok etkin bir fayda sağlayamamıştı. Hatta ceza hukuku alanında çalışan bu satırların yazarı olarak benim yasa tasarısına yönelik eleştirilerim, Adalet Bakanlığı tarafından ağır ve sert bulanarak adli soruşturma konusu olmuştu. Hem de o dönemin Terörle Mücadele Yasasına muhalefet etmekten dolayı Adalet Bakanlığı talimatı ile soruşturulma konusu yapılmıştı. Neyse ki savcılık durumun garabetini anlamış da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermişti. On yıllardır binlerce Kürt siyasisi ve sol, muhalif kişiler bu yasa ve mahkemelerin mağduru olarak yıllardır yoğun güvenlikli cezaevleri olan F Tiplerinde ömür tüketiyorlar!

Ülkemiz bünyesine sirayet etmiş Ergenekon ve benzeri yapılanmaların tek panzehiri özgürlükçü hukuk sistemi ve demokratik toplum ve siyasettir. Ve Laf olsun diye değil; Hukuk herkese lazım! Bunu idrak etmek ise demokratik yaşam ve siyasetin en temel ve vazgeçilmez ilkesidir.