Ekim ayı geldi geçiyor. Tarihsel olarak önemli bir ay. İlk Sovyet devrimi. Ne yazık ki hedefine ulaşamadan geri dönüşle sonuçlandı. Tipik bir polis devleti yaratıldı. Parti eşit devlet anlayışıyla eriyen devlet yerine güçlü devlet yaratılmak istendi. İnsan merkezli özgürlükçü sosyalist bir toplum projesi yaşama geçmedi. Temel hak ve özgürlükler önemsenmedi. Enternasyonalizm unutuldu. Bireyin devleti eleştiri hakkı yasaklandı. Farklı nüans ayrımlar düşman gibi algılandı. Doğrudan demokrasinin yerini şefin demokrasisi aldı. 1936-1938 yargılamaları bir faciaydı. Burjuva hukukunu dahi utandıracak yargılamalardı. İspanya ve Yunanistan devrimcileri yalnız bırakıldı. Şefin etrafında dalkavuklar üretildi. En büyük dalkavuk zamanı geldiğinde şefi inkar etti. Lenin ölmeden çok önce partide bir bürokratlar sınıfının yeşerdiğini görmüş ve önlem olarak merkez komiteyi de irdeleyecek genişletilmiş bir konsey vermişti. Ne var ki somut durum Lenin’in de hatalarının olduğunu ortadan kaldırmaz. Bu arada Roza Lüksemburg’u saygıyla anmak istiyorum. Özgürlükçü, insan temelli sosyalizminin büyük öğretisyenlerindendir. Karl Liebknecht de öyle. Keşke Almanya Spartaküsleri ekol olarak tarihsel geleneğe damga vursalardı.

Ekim ayı Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurulduğu bir ay. Kuşkusuz feodaliteden cumhuriyete geçiş önemli. Padişahlık yerine cumhuriyetin kurulması önemli bir adım. Ne var ki cumhuriyet eli kanlı bir ittihat terakki cumhuriyeti oldu. Azınlık haklarını çiğneyen, Kürt halkına zulüm uygulayan bir cumhuriyet oldu. Kontrgerilla cumhuriyeti oldu. Mustafa Suphileri öldüren, Sabahattin Alileri öldüren, Seyit Rızaları, Şeyh Saidleri, Vedat Aydınları, Metin Canları öldüren bir cumhuriyet oldu. Tekçi, monist, pretoryan bir yapı oluştu. Dersim katliamı, varlık vergisi zulmü hiç unutulur mu? Köy enstitüsü tek tip Kemalist ideolojinin uşağı bir eğitimle projelendi. İkinci dünya savaşında antifaşist cephede dahi yer alınmadı. Hitlerle dostluk paktı imzalandı.

Ne acı ki Ekim tohumları yeşeremedi. İnsan temelli özgürlükçü bir sosyalizm ve çoğulcu demokratik bir cumhuriyet yaratılamadı.

AHMET KAYA MUTSUZ ÖLDÜ

Ekim ayı Ahmet Kaya’nın da doğum günüydü. Ayın yirmi sekizinde Ahmet Kaya doğmuştu. Değerli dostum Ahmet Kaya mutsuz öldü. Onu sadece karşıtları değil yakınları bile anlamadı. Paris’teki dernekte ona ayrılan odayı ziyaret ettiğimde gözyaşlarımı tutamadım. En güzel yazıyı da huzursuzluğun blokunda Hürrem Sönmez yazdı. Ahmet özgür bir insandı. Kendisine çok içme derdim. Ama fırtınalar esen ruhunun okşanması için başka çaresi yoktu. İsyankar Ahmet seni sevgi ve saygıyla anıyorum…

ÜRETKEN BİR İHD’YE NE KADAR İHTİYACI VAR

1-2 Kasım İHD kongresi sicili en bozuk devlette sicili en temiz bir kurum, yine de lekeler var. Gittikçe yapılan hatalardan dolayı etkinliği ve cazibesi azaldı. Oysa şu anda toplumun, hele hele barış sürecinin üretken bir İHD’ye ne kadar ihtiyacı var. Milliyetçi olmayan, ulusalcı olmayan, vatansever değil insansever ve üretken bir İHD’ye çok ihtiyaç var. Devletle, partilerle uzlaşmayan başı dimdik iktidarsızlık alanlarını genişleten, iktidar araçlarına boyun eğmeyen bir İHD’ ye ihtiyaç var. Sokaktan korkmayan, meşrutiyetini sokakta ispatlayan bir İHD’ye ihtiyaç var. Hüzünle özlüyorum. Oportünist bir klik yıllardır İHD’yi eritti. Acım sonsuz…

HRANT İLE İLGİLİ DAVA

Yakın dostum Hrant ile ilgili dava da yeniden görülüyor. Katledilmeden iki üç ay önce Gülhane’de devrimci demokrasinin düzenlediği aydınların devrimde rolü konulu sempozyumda beraberdik. Benden sonraki oturumda konuşmacıydı. TKP’liler de gelmişti. Onlar Hrant’a soru sorarak “soykırım yok karşılıklı çatışma oldu” dediler. Hiç unutmam Hrant kendisine güvenen hümaniter yumuşak üslubuyla yapılan katliamın soykırım olduğunu o kadar güzel anlattı ki sözünü “en radikal solda bile benim adım Fırat, Ohannesin adı Orhan oldu” diye bitirdi. Hrant öylesine güzel bir insandı ki, bazen bizim de Guevaralarımız var derken Hrant’ı anımsıyorum.

“BİZİM VATANIMIZ ÇALINDI”

Bu satırları yazarken İsveç’in Filistin devletini tanıdığını öğrendim. Filistin benim de vatanım sayılır. Gerçi ben vatansever değilim. Karşıyım da. Karl Marx’ın da belirttiği, manifestoda altını çizdiği gibi ayağımızı bastığımız her yer, tüm dünya bizim vatanımız. Filistin kurtuluş mücadelesinin en değerli insanı Ebu- Cihad’ı anmadan geçemeyeceğim. On sekiz yaşımın keskinliği ile Filistin saflarındayken Ebu-Cihad’la zaman zaman tartışırdım. Bir görüşmemde ona niçin sınıf tahlili yapmıyorsunuz dedim. O da bana ‘bizim vatanımız çalındı, topraklarımız gaspçıların elinde, nasıl sınıf tahlili yapalım‘ demişti. Hala bu sözün ne kadar değerli olduğunu sık sık anımsamaya çalışıyorum. Ebu- Cihad, Yaser Arafat’tan sonra ikinci isimdi. Örgütün teorisyeniydi. Marxist değil ama Marxistyandı. Bu değerli insanı İsrail katletti. O öldükten sonra maalesef El- fetih bozuldu. Sağa kaydı. Arafat ne yazık ki uzlaşmacı oldu.

Hrant’ın Ahmet Kaya’nın ve Ebu- Cihad’ın anıları önünde saygıyla eğiliyorum…