Demokratik bir anayasanın eşliğinde çok partili hayata geçilmesi, Mısır'da dünyaya ayak uydurmak isteyen gençlerin de önünü açacaktır.

1977 Ekmek İsyanları dışında yaklaşık otuz yıldır sokakları sessiz olan Mısır, aslında sokak siyasetinin son derece etkili olduğu bir kültüre sahipti. 20. yüzyılın ilk yarısı, Britanya sömürgeciliğine karşı önemli kitlesel hareketlere sahne olmuş, Nasır ve arkadaşları bu hareketleri fırsat bilerek 1952’de bir darbe yoluyla iktidara gelmişlerdi. 1940’ların sonunda en etkili sokak gücü olan Müslüman Kardeşler’in (İhvan) yıldızı Nasır’la barışmayınca, hareket 1970’te Nasır’ın ölümüne kadar büyük baskı altında tutuldu. 60’ların ikinci yarısında gençler ve entelektüeller arasında giderek etkinlik kazanan Marksist muhalefet, 1967’de İsrail karşısında alınan utanç verici yenilginin ardından, Nasırcılıkla arasındaki eleştirel mesafeyi daha da açmaya başladı. Nasır ölünce yerine geçen Enver Sedat, önce Marksist solu ve sol Nasırcılığı yenmek için Müslüman Kardeşler’in önünü açtı. Sedat, rotayı ABD’ye çevirerek, İsrail’le barış yoluna gidince, İslamcı muhalefet, ‘firavun’ olarak gördüğü Sedat karşısında direnişe geçti. Sedat, 1981 yılında en iyi askerlerinden oluşan bir geçit törenini izlerken, onu tarayarak öldüren İslamcı askerler,”Firavunu öldürdük!” diye bağırıyorlardı.

İhvan’ı etkisizleştirme
Suikast sırasında Sedat’ın yanında olan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Hüsnü Mübarek, yeni cumhurbaşkanı olarak göreve başladığından bu yana geçen 30 yılda bu anı hiç unutmadı. Mübarek’in karşısındaki en güçlü muhalefetin İslamcılardan oluştuğu açıktı. Mübarek, silahlı direnişi seçen Radikal İslamcıları şiddetle bastırma yolunda açık bir başarı elde ederken, ılımlı bir İslamcılaşmayı teşvik ederek, asıl tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler’i etkisizleştirmeye girişti. Artık devlet okullarında Evrim Teorisi öğretilmiyor, Mısır Hava Yolları’nda içki servisi yapılmıyordu! “Biz de Müslümanız!” şeklinde özetlenebilecek bu siyasetler, Müslüman Kardeşler’in paralel bir toplum yaratma stratejisini istemeden de olsa teşvik etmiş oldu. Rejim, silahlı mücadeleyi reddeden, toplumun İslamileştirilmesi stratejisini izleyen örgüt karşısında bazen açık baskı, bazen de dolaylı kabullenme yöntemlerini izlese de kalıcı bir başarı elde edemedi. Bu başarısızlığın en temel nedeni, devletin izlediği acımasız neo-liberal siyasetlerle, orta ve alt-orta sınıfların ideolojik ve maddi sadakatlerini ‘satın alabilme’ kapasitesinin ortadan kalkması. 1960’larda Nasır’ın peşinden giden bu kesimler, artık büyük ölçüde İslamcı oluşumlarca içerilmekte.

Halkın seçim rahatsızlığı
Nasırcı siyasetlerin sonunda sayıları büyük ölçüde artan üniversite mezunlarına devlette istihdam garantisi verilmesi uygulaması, 1986’da sona erdirildi. On binlerce mezun için çare, artık ‘özel sektördü’. Önemli bir iktisadi büyüme ve sektörleşme yaşanmayan ülkede, çok sayıda eğitimli genç, İslamcıların başını çektiği hizmet sektöründe istihdam şansı buldu. Doktorların yüzde 70’inin 35 yaş altı gençlerden oluştuğu ve bunların çoğunun, 60’ların profesyonellerinin hayat seviyesine asla ulaşamayacağı bir ülkeden söz ediyoruz. Bu genç profesyoneller için, ‘lümpen elit’ veya ‘profesyonel sınıf altı’ kavramlarını kullananlar bile var. İşte bu gençlerin büyük gövdesini İslamcılar, onların da büyük gövdesini Müslüman Kardeşler oluşturuyor.

Mısır’ın kendine özgü siyasal yapısında rejim, siyasi partileri teşvik etmediğinden ve meslek örgütlerine üyelik zorunlu olduğundan, bahsedilen İslamcı gençler, ‘baro’larda, ‘tabipler odası’nda, ‘mühendis örgütleri’nde siyasal tecrübe ediniyor. Bu örgütlerin çoğu, Müslüman Kardeşler’in ya tek başlarına ya da liberallerle veya solcularla ittifak kurarak yönetimleri ele geçirdikleri örgütler. Burada siyasal tecrübe edinen genç kuşak, dünyayı izleyen, pragmatik ve en önemlisi, farklı görüşlerden insanlarla beraber çalışmayı bilen bir kuşak. Tam da bu nedenlerle hem Mübarek rejimi hem de mevcut Müslüman Kardeşler’in liderliğini elinde tutan ‘Aksaçlı Hapishane Kuşağı’ en çok bu kesimden ürküyor. İlginç olan, Mısır’ı yönetenler ve onların görünüşte en ciddi rakipleri olan Müslüman Kardeşler liderliğinin, yaşlılar yönetimi (gerontocracy) söz konusu olduğunda örtük biçimde ittifak edebilmeleri. 1990’ların ortalarında ve ondan sonra, genç kuşak Müslüman Kardeşler üyeleri, Wasat (Orta yol) isimli bir parti kurmaya niyetlendiklerinde, hem Aksaçlılar, hem de Mübarek rahatsız olmuştu. Beklendiği gibi devlet, böyle bir partinin kurulmasına izin vermedi.

Bu da bizi iki temel meseleye yeniden bakmaya yöneltiyor: Rejimin, halk ayaklanmalarıyla yıkılan diğer rejimlere benzer biçimde, siyasal güç paylaşmaktan ısrarla kaçınma öngörüsüzlüğü. İkincisi de, eğer bir geçiş hükümeti kurulup serbest seçimler yapılarsa, neler yaşanabileceği. Birinci konuda artık perde kapandı. Yani, Mübarek’in temsil ettiği yaşlılar bloku, Ulusal Demokrasi Partisi’nde (UDP) dahi gelecekte iktidarı devralabilecek bir kuşak yetiştirme yoluna gitmedi. Laik, liberal, solcu hiçbir kesim, siyasal iktidara ortak edilmedi. Bu basiretsizliği İran Şahı da göstermiş, 70’lerde var olan sahte iki partili hayata dahi tahammül edemeyerek, Devrimler Çağı’nda yapılabilecek en büyük hatayı yapmıştı.
Son günlerde Mısır’da yaşanan öfkeli halk ayaklanmasından kısa bir süre önce, bir seçim rezaleti yaşanmıştı. 2005 seçimlerinde muhalefet, yaklaşık 120 sandalye kazanmış bunun 88’i Müslüman Kardeşler’e gitmişti. Kurulduğundan beri tüm seçimlerde en az üçte iki çoğunluk elde etmeye ayarlı UDP, bu seçimlerde 454 sandalyeden 330’unu kazanmıştı! Yani, demokrasicilik oynamak açısından bakıldığında kendileri için sorun yoktu. Böylece kendilerine, “İktidarı elinizde tutun ama birazcık paylaşın!” tavsiyesinde bulunan Bush yönetimi de teskin edilebilecekti. 2010 seçimlerindeyse evlere şenlik bir tablo ortaya çıktı. UDP, 518 sandalyeden 420’sini kazanırken, muhalefet 16 sandalyeye inivermişti. Mısır seçimlerini bilenler, iktidara yakın seçmenlerin birkaç kez oy vermelerine, muhalefetin güçlü olduğu yerlerde sandıkların halktan korunmasına ve memurların elleri yorulana kadar sahte oy pusulası hazırlamalarına da alışkınlar. Ama her şeyin bir âdâbı var. Son seçimlerde halk, onurunun utanmazca çiğnenmesinden çok rahatsız oldu.

MSP ile RP’nin arasında
Müslüman Kardeşler’e gelince, bu yapı çalışma tarzı açısından Gülen Cemaati’ne benzeyen ama resmi ideolojisi bakımından MSP ve RP arasında bir yerlerde kalan bir yapı. Mevcut liderliğinin ideolojisinden bahsediyoruz. Örgütteki genç kuşağın, demokratik zihniyete daha yatkın olduklarını, laik muhalefetle beraber iş yapma kültürlerinin Tunus’tan geri ama Türkiye’den çok daha ileri olduğunu vurgulamalıyız. Türkiye’de bu örgütün iç gerilimlerden bağımsız, adeta Leninist bir disipline sahip olduğu yönünde yanlış bir algı var. Bize göre, demokratik bir anayasa eşliğinde sahici bir çok partili hayata geçilmesi, Müslüman Kardeşler’de ve tüm ülkede, dünyayı anlayan ve dünyayla beraber hareket etmek isteyen gençlerin önlerini açacaktır. Öyleyse, “Serbest seçimler olursa Müslüman Kardeşler iktidara gelir(mi)” ifadesinde ortaya çıkan korku ve iktidar dilinin artık rahatsız edici boyutlara vardığını, turistik yerler dışındaki bölge insanlarına da kardeşçe bir ilgi duymamız gerektiğini anımsama vakti gelmiştir.

(*Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doçent)
Bu yazı Radikal'de de yayınlanmıştır.