Kadını ve erkeğiyle işçi sınıfının, orta sınıfın ve gençlerin birlikte kotardıkları bir devrimi yaşadık Mısır’da… Her devrimci durumda görülen şey burada da oldu ve bütün dünyada Mısır üzerinde bir ilgi patlaması yaşandı. Devrimci durumlara dair soğukkanlı yorum yapmak zordur. Devrim anları, yaşamın sizden taraf olmanızı beklediği anlardır ve dünyanın neresinde olursanız olun güncel siyasetinizde aldığınız pozisyonları değiştirmenizi gerektirebilecek verileri sunarak bir kısım politik özneyi rahatsız edebilir. Hele de devrimci bölgeye yakınsanız bu daha da böyledir. Dolayısıyla hem güncel ve maddi politik çıkarların hem de devrimci romantizmin belirgin izlerini taşıyan yorumların dolaşıma girmesi kaçınılmazdır: Bir yanda, “bundan bir şey çıkmaz” edasıyla yapılan yorumlar; diğer yanda “Mısır’lı devrimciler yepyeni bir dünya kuruyor” diyenler…   

Okuyacağınız yazı da bu kısıtlar içinde değerlendirilmelidir. İlk cümleden de anlaşılacağı üzere bu satırların yazarı Tahrir Meydanı’ndakilerin tarafındadır. Başka bir deyişle bu yazıyı bekleyen tehlike, ikinci gruptaki yorumcuları bekleyen romantizm tehlikesidir. Öte yandan, Mısır’da olan biteni ve bundan sonra olması muhtemel olanı soğukkanlı bir biçimde incelemeye çalışmaktan da vazgeçemeyiz. Zira, devrimci süreçler toplumsal ve siyasal yapılara ilişkin son derece kıymetli veriler sunarlar. Rutin siyaset dönemlerinde gözlenemeyen toplumdaki fay hatları birden ortaya çıkıverir. Devlet kurumunun bütün bileşenleriyle birlikte röntgeni çekilebilir hale gelir. Var olan toplumsal gruplar, ağlar ve bunların kurdukları ittifakları incelemek, en net biçimde devrimci durumlarda mümkün olabilir.

Mısır üzerine bir uzmanlığım yok. Fakat, hasbelkader devrimler üzerine çalışan bir akademisyen olarak çok değerli bir internet grubunun üyesiyim. Aralarında Jeff Goodwin, Jack Goldstone, Eric Selbin, Sidney Tarrow, James Jasper gibi devrimler ve kolektif eylemler alanında dünyanın önde gelen akademisyenlerinin bulunduğu bu grup, Tunus’taki iktidar değişiminden bu yana Mısır’daki süreci analiz ediyor, olan biteni teorik bir çerçeve içine yerleştirmeye çalışıyorlar. Aşağıdaki satırlar ağırlıklı olarak bu bilim insanlarının yazdıkları mesajlar ve listeye ilettikler çeşitli yazılara referansla oluşturuldu.

Mısır Devriminde Sınıflar

Öncelikle Mısır Devrimi’nin yapısal koşullarıyla başlamak gerekli. Ayaklanan insanların demokrasi talebi çok net olarak görülüyor. Fakat, birçok devrimci durumda görüldüğü gibi, siyasal demokrasi talebi, ekonomik demokrasi talebiyle el ele gidiyor. Bu da çok doğal; zira arkasında Amerika’nın güçlü ve kararlı desteğini bulan bütün diktatörler gibi Mısır diktatörü de 30 yıl boyunca halkının refahıyla olabilecek en asgari düzeyde ilgilenmişti. Toplumun yüzde 40’ının günde 2 doların altında bir gelire sahip olduğu bir ülkeden konuşuyoruz.

Öte yandan, çarpık modernleşme sürecinde gençlerin eğitim seviyeleri artıyor ve fakat mezun olan gençler hak ettiklerini düşündükleri işleri bulamıyorlardı. Mübarek ve maiyetindekilerin kurumsallaştırdığı yolsuzluk ve kayırmacılık düzeninde bu eğitimli insanların iş bulup siyasal elitlerin arasına katılmalarının yolları kapalıydı. Mısır Devrimine orta sınıflardan katılımın esas temelini bu insanlar oluştudu.

Peki ya işçi sınıfı? Batı medyasında çok fazla görünürlüğü olmasa da Mısır işçi sınıfı 2006’daki Mahalla greviyle tetiklenen ve ülkenin her yerini kaplayan kitlesel grev dalgasının mimarıydı. Mısır’da olan biteni yakından takip eden www.jadaliyya.com sitesinde yazan Hossam El-Hamalawy’nin dediğine göre son üç yıl boyunca hemen her gün Kahire’deki veya başka bir ildeki fabrikada grev vardı. Devrimin arkasındaki yapısal neden sadece yoksulları değil, burjuva sınıfını bile kendine yabancılaştıran Mübarek rejiminin tek adamcı politikalarıdır. Fakat yine de unutulmamalıdır ki, rejimin esas olarak çökmeye başladığı ve ordunun Mübarek’e gitmesi yönünde baskı yapmaya başladığı nokta 9 Şubat’ta kitlesel grevlerin başladığı noktaydı. Ve 11 Şubat’ta diktatör gitti.

Yine el-Hamalawy’nin bildirdiğine göre 12 Şubat’ta binlerce demiryolu işçisi, el Gabar el-Ahmar’da toplu taşıma sektöründe çalışan binlerce işçi, Helwan’ın Çelik Fabrikasındaki taşeron işçiler, el-Hawadiya Şeker Fabrikasında binlerce işçi protesto gösterisindeydi. Demiryolu teknisyenleri trenlerin ulaşımını engellemeye devam ediyorlar. Petrol işçilerinin de büyük bir grev hazırlığı içinde olduğu biliniyor. Grevci işçilerin sadece ekonomik talepleri yok. İlgili bakanın istifası, İsrail’e gaz satışının durdurulması gibi politik talepleri de var.

Jeff Goodwin, Mısır’ın Şubat Devrimini yaptığını, Ekim Devrimini henüz gerçekleştirmediğini söylüyor. Bilindiği gibi Şubat 1917’de Rus halkı Çar’dan kurtulmuştu. Diktatörden kurtulma anlamında böylesi bir benzerlik kurulabilir. Fakat, devrimin sınıfsal kompozisyonuna bakıldığında 1905, daha doğru bir benzetme gibi görünüyor bana. Rusya’daki 1905 devriminin temel özelliği de tıpkı -şu andaki Mısır gibi- orta sınıflar ve işçi sınıfı ittifakının eseri olmasıydı.

Silah Olarak Facebook ve Twitter

Devrimci sürecin bizatihi kendisine bakıldığında da bazı tespitler yapılabilir. Öncelikle dikkat çeken nokta devrimcilerin hiçbir biçimde şiddet kullanmamalarıdır. Elbette bu devrimde de ölümler oldu. Fakat, daha önceki devrimlerden ayrılan yanı şuydu ki, bu ölümler doğrudan doğruya eski rejimin saldırıları sırasında yaşandı. Devrimciler şiddet uygulamaktan bilinçli bir biçimde kaçındılar. Kazandıkları meşruiyet ve kurdukları ittifakların sağlamlığı düşünüldüğünde silahlı bir hareketin başarabileceğinden çok daha fazlasını başardıklarını söyleyebiliriz. Silahlı bir çatışmaya girilseydi kendilerinden çok daha güçlü olan ve henüz hiçbir bölünme emaresi göstermeyen Mısır ordusu tarafından ezileceklerini, devrimin önder kadrosunun yok olacağını ve orta sınıflarla kurdukları ittifakın çökebileceğini gördüler. Barışçıl devrimleri sayesinde bunların hiçbiri olmadı.

Eğer böyleyse, devrimler üzerine çalışanların üzerinde durması gereken yeni bir durumla karşı karşıyayız demektir: Cathy Schneider’ın söylediği gibi, elektronik haberleşme çağında gerçekten kitlesel bir hareketin barışçıl yollarla iktidarı devirmesi, silahlı mücadeleye göre daha etkin bir yol olacağa benziyor. Devrimciler, silahtan ziyade facebook ve twitter kullandılar. Bir devrimin başarıya ulaşmasında internet ortamının bu derece yoğun ve etkin kullanımı da yeni bir durum.

Mısır’daki “facebook nesli” aslında 2004 yılında acımasızca bastırılan Kifaye (Yeter) hareketi sürecinde oluştu. O tarihte sayıları onlarla ölçülen blog sayfaları 2005’de yüzlere ulaştı. Şu anda binlerle ölçülüyor. Facebook ve twitter’ın devrimci birer araca dönüştürülmeleri başlı başına önemli olsa da, sınıf mücadelesinin, örgütlenmenin ve gruplar arası ağların önemini yadsımamızı gerektirmiyor. Tam tersine; devrimci sürecin başlamasından önce Mısır sendikaları, Avrupa ve Amerika’daki sendika merkezleriyle önceki emek mücadeleleri ve grevler sırasında kurdukları bağlantıları devreye soktular ve internet ortamına yapılabilecek herhangi bir müdahaleyi öngörerek önceden önlemlerini aldılar. Devrim boyunca Mısır’dan haber akışının kesilmemesinde bunun da büyük payı oldu. 

Bu da bize gösteriyor ki, Mısır Devrimi her ne kadar lidersiz, kendiliğinden gelişmiş bir süreç olarak sunulsa da arkasında sendikalardan Müslüman Kardeşlere ciddi bir örgütlenme pratiği yatıyordu. 6 Nisan Hareketi’nin çok önceden başlayan bir kampanyayla insanları 25 Ocak’ta Tahrir Meydanı’na çağırdığını unutmamak gerekiyor. Kitlesel eylemlerdeki “kendiliğindenlik” vurgusu, toplumsal meşruiyetlerini ve etkilerini arttırmak amacıyla bazen bizzat eylemi düzenleyenler tarafından öne çıkarılabilir. Mısır Devrimine bakanların, analizlerini geliştirirken bu kolektif eylem taktiğine dikkat etmelerinde fayda var.

Müslüman Kardeşler

Devrime katılan farklı öznelerden bahsetmişken Müslüman Kardeşler’e (MK) özel bir yer açmak gerekiyor. Üzerine en çok konuşulan bu örgütün 80 yıllık bir geçmişi var. New York Times’ın 2 Şubat tarihli editör yazısında vurgulandığı gibi MK, Mısır’da konuşulduğundan çok daha fazla Batı basınında konuşuluyor. Aslında örgüt, devrimci süreçte sergilediği iki vahim hata nedeniyle kendini marjinalize etmiş durumda. Birincisi, bizatihi devrim momentini ıskalamış ve böylece kitleye önderlik etme fırsatını kaçırmışlardı. 25 Ocak’ta ortada yoklardı. İkinci hataları, Baradey’in ismi geçmeye başlayınca O’na verdikleri erken destekti. Mısır halkının Baradey’e tepkisini görünce, yanlış ata oynadıklarını anladılar ve geri adım attılar. Kitleler, devrimci süreçlerde böylesi kritik hatalar yapan öznelerin arkasından gitmezler. Mısır’da da öyle oldu. MK, devrime önderlik etme fırsatını kaçırdı ve bileşenlerinden sadece biri olmakla yetinmek zorunda kaldı.

Müslüman Kardeşlere ilişkin Batı basınında yazılanların içinde bol miktarda mitoloji var. Öncelikle Mısır halkı içindeki desteklerinin yüzde 20 ile 30 arasında olduğunu bilmemiz gerekiyor. Olduğu kadarıyla bu destek bile doğrudan Müslüman Kardeşlerin başarısıyla açıklanamaz. 30 yıl boyunca diktatörlük laik ve sol muhalefeti çok daha kolay bastırmıştı. Laik muhalefetin örgütlendiği mekanlar (örneğin gizli bir toplantının yapıldığı bir kahvehane) polis tarafından daha rahat kontrol edilebilir ve gerekirse kapatılabilirken, benzer bir faaliyeti camilerde örgütleyen İslamcı muhalefet bu baskıdan daha kolay kurtulabiliyordu. Dolayısıyla İslamcı muhalefetin arkasındaki desteğin önemli bir nedeni bizzat diktatörün laik muhalefeti bastırmakta gösterdiği “başarıydı”. Muhalefetin akacağı mecralar 30 yıl boyunca son derece sınırlıydı.

Müslüman Kardeşler’in iktidar peşinde koşan şeriatçı bir örgüt olduğu da oldukça kuşkulu… Öncelikle 80 yıllık tarihlerine bakıldığında bu örgütün, iktidarı almaktan ziyade bir baskı grubu olarak çalıştığını ileri süren ciddi araştırmalar olduğunu vurgulamak gerekiyor. Örgütün esas olarak sivil toplumun içinde çalıştığı ve özellikle sağlık klinikleri açarak meşruiyetini arttırdığı genel olarak kabul edilen bir tespit. Fakat burada bile abartıdan uzak durmak gerekiyor. 18 milyonluk Kahire’de MK’ya ait klinik sayısı sadece 6!  

“Şeriatçılığına” gelince… Türkiye basınında da birçok gözlemcinin yazdığı gibi örgütün özellikle genç kanadında bu konuda da ciddi bir dönüşüm olduğu gözleniyor. Demokrasi vurgusu göreli olarak daha güçlenmiş bir İslam algısı ile demokratik süreçlere katılma kararlılığını gözlemek mümkün. Bunun en güzel kanıtlarından biri de Müslüman Kardeşlerin seçimlere girme kararı vermesinin hemen ardından İslami Cihad ve El Kaide’nin önde gelen stratejistinin örgütü lanetleyen mesajıdır. MK’nın “yanlış bir biçimde İslam’la ilişkilendirildiğini” söyleyen mesaj şöyle devam ediyor: “Şeriatı unuttunuz, Haçlıların üslerini ülkenize buyur ettiniz ve sizlere yasaklanmış olan nükleer silahlarla donatılmış Yahudilerin varlığını kabul ettiniz”.

Ve Ordu

Gerek devrimci durum süresinde almadığı pozisyonla ve gerekse de devrim sonrası dönemde alacağı pozisyonla ordu, devrimin geleceğini belirleyecek ana unsur olacak. Ve iş orduya geldiğinde analizimiz ne yazık ki kötümser bir tını kazanacak. Devrimci durumların, devrimci sonuçlara yol açabilmesi için eski rejimin baskı güçlerinin kendi içlerinde bölünmesi veya savaşlarda alınan bir yenilgi sonrasında görüleceği gibi baskı aparatını kullanamaz hale gelmesi gerektiği bilinir. Mısır’da her ikisi de yok! Ordu’da ne bir bölünme emaresi var; ne de kendince gerekli gördüğünde silahlarını kullanabilme kapasitesinde de bir düşüş… Devrimciler için kötü haber!

Hikayeyi biraz geriye sarıp ordunun rejimle ilişkisine bakalım önce. Karşımızda oldukça profesyonelleşmiş ve diktatörle girilen anlaşma sonucu siyasetin görece dışında kalmış ve sivil bir dikta rejiminin kurumsallaşmasına onay vermiş bir ordu var. Yazılı olmayan bu anlaşmayla birlikte ordunun elde ettiği çok önemli iktisadi ve kurumsal ayrıcalıklar var. Askeri teçhizat ve silahların alım ve üretiminde, tarımsal ürünlerin üretilmesinde, altyapı yatırımlarında ordu önemli bir yer işgal ediyor. İmad Harb’in 2003 yılında Middle East Journal’da yayınlanan makalesindeki verilere göre Mısır’ın savunma sanayi ülkenin ulusal üretimine yılda 500 milyon dolar katkı yapıyor ve 100.000 kişiyi istihdam ediyor. Ordu, sadece diğer Arap ülkelerine askeri teçhizat ihraç etmekle kalmıyor, aynı zamanda bulaşık makinesinden kıyafete, ısıtıcılardan ilaç üretimine kadar bir dizi iktisadi alanda da belirleyici konumda. Köprü, yol, okul gibi altyapı yatırımlarında diğer şirketlerle rekabet eden kendi şirketleri var. Ordunun özerkliğini sağlayan temel unsur şu ki, kazandığı bütün paraları kendi kontrol ediyor, kamunun denetimi dışında kendi bütçesine ekliyor.

Devasa iktisadi bir teşebbüs halindeki Mısır ordusunun iktisadi çıkarlarının daima başat olacağını hesaba katmak gerekiyor. Bu durumda ordunun, devrim sonrası dönemde sınıf mücadelesinin radikalleşmesine izin vermeyeceği ve işçi eylemlerine sert yanıtlar vereceğini de kestirebiliriz.

Aristide Zolberg’in “çılgınlık anları” olarak nitelendirdiği devrim anları, insanlarda her şeyin mümkün olduğu inancının yerleştiği anlardır. Keza siyasal alanın neredeyse tümüyle sınırlandığı rejimlerden çıkış anlarında farklı toplum kesimlerinin yıllardır bastırılmış talepleri aynı anda gündeme gelir. Nitekim, tekstil, demir-çelik, telecom, demiryolları, petrol, banka ve ilaç sektörlerindeki çalışma koşullarını, grevler, oturma eylemleri ve gösterilerle protesto ederek ücret artışları talep eden işçi eylemleri Mısır’a şimdiden damgasını vurmuş durumda.

Mübarek’in ayrılmasından hemen sonra ordunun “artık evinize dönün” uyarısı, devrimcileri bekleyen zor günlerin habercisi gibiydi.

Şimdi ne?

Devrimci süreçlerin ve sonuçlarının tahmin edilemezliği zaten tanımı gereğidir. Devrimcileri bekleyen zorlu görev ortada: En başından beri siyasal ve iktisadi talepler ekseninde yürüyen devrimci süreçte siyasal zaferin ilk adımı atıldı. Diktatör devrildi. Şimdi yeni bir anayasa yazım süreci ve seçimler var. Fakat en az bu siyasal değişimler kadar önemli olan şey, iktisadi düzende yapılacak radikal değişimler olacak.

Batı basını ve Obama istedikleri kadar bu devrimi sadece bir politik devrim olarak sunmaya çalışsınlar, devrimi bizzat yapanlar biliyor ki 10 yıldan bu yana –ve özellikle son iki haftada- işçi sınıfının Mübarek’in neo-liberal politikalarına karşı giriştiği kararlı mücadele olmasaydı siyasal devrim başarıya ulaşamayacaktı. Şimdi bu insanlar için devrimin meyvelerini toplama zamanıdır. Yeni iş alanları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, insanca yaşam ve ücret düzeyi, bağımsız sendikal örgütlenme, sağlıklı konutlar, etkin kamusal hizmetler, eğitim ve sağlığın radikal dönüşümü…

Emekçiler son 10 yılda bunların mücadelesini veriyorlardı ve yaptıkları devrimden tam da bu sorunların çözümünü bekliyorlar. Esas zorluk da burada… Bugüne kadar Mübarek’in çevresindeki çok küçük bir grubun sürekli palazlanmasına ayarlı ekonominin yıkılması ve gelir dağılımının radikal bir biçimde dönüştürülmesi gerekecek. Bu süreç başladığında ise, bugüne kadar devrimi destekler görünen Amerika ve Mısır ordusunun devrimcilerin karşına dikileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Amerika ve ordu, Mısır ve Orta Doğu’daki örtüşen iktisadi çıkarlarının tehdit edilmesine izin vermek istemeyeceklerdir.

Şu anda hakim sınıflar ve ordu hala güçlü görünüyor. Öte yandan, Mısır’lı devrimcilerin iki hafta önce, hiçbirimizin aklına bile gelmeyen o inanılmaz başarılarını düşündüğümüzde umutlu olmak için yeterli nedenin olduğunu söyleyebiliriz. Devrimciler, devrim-sonrası rejimde hakim sınıflara karşı güçlü bir direnç odağı oluşturabilirlerse bir inanılmazı daha başarabilirler. Biriktirdikleri deneyimler ve hala sağlam olduğu anlaşılan ittifakları, önümüzdeki süreçte en büyük destekçileri olacak.

DEMOKRAT HABER ANALİZ / FERDAN ERGUT