Öcalan'ın 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz'unda yaptığı o tarihi çağrı yalnız Kürt ve Türk halklarında yankı bulmadı.

Bu yankı Anadolu'nun kadim tüm halkları ile birlikte burayı yurt edinmiş tüm halklar için de yeni bir başlangıç için heyecan yarattı.

Eğer bu yeni dönem temel insan hakları düsturu üzerinden ilerlerse, eminim ki ülkesine ve tarihine yabancı Türkiye solunun büyük bir kesimi için de yeniden evrensel değerlerle tanışma ve kendini dönüştürme fırsatı sağlayacaktır.

Yeni dönem yeni farkındalık ve dinamizm demek.

Eğer yolunuz meydan ve sokaklardan geçmiyorsa ne bu dinamizmin kaynağını ve dönüşümü görmeniz mümkün ne de hissetmeniz. Çünkü bunlar televizyon ekranından görünerek okunması çok güç vakalar.

Fakat yolu sokak ve meydanlardan geçmeyenlerin bir kısmının bile bildiği teslim ettiği bir gerçeklik var ise o da 1990’lı yıllardan beri Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde en çok baskılamayı yapan dinamizmin Kürt siyasi hareketi olduğudur.

Şu anda gerçekleşenin kendisi de Bonapartçı olmayan bir devrim sürecinden başkası değil.

Belki çok kez dillendirildi, yazıldı. Bunlardan bir kaçına ben rastladım.

Ama yine de dillendirmeyi gerekli gördüğüm o esaslı husus, eğer bu süreç başarıya ulaşırsa en özgürleşecek halklardan biri Türklerin kendisidir.

Nedeni de basit.

Çünkü şu son bir asırdır Türkiye coğrafyası içinde uygulana gelen tüm baskıcı, ötekileştirici pratik ve uygulamaların, kıyımların çoğu “Türklük” ve onun “Devleti” adına yapıla geldi de ondan.

Tüm bunlar olurken çoğu zaman gerçek Türk halkı tüm bu olup bitenden bihaberdi.

İşte artık bundan sonra gerçek Türklük kavramı kendi öz manasına ve sahibine geri dönecek.

Peki tüm bu kalıplar yıkılırken süreçten rahatsız olanlar yok mu?

Olmaz mı?

Özellikle bazı kesimler var ki bunları izleyebilme fırsatınız oldu mu bilemiyorum.

İzlemeye gayret etmenizi tavsiye ederim.

Nerden mi izleyeceksiniz?

Tabii ki o kendi gazete, televizyon ve internet köşelerinden.

Nasıl da tüm bu olup bitenden ve olacaklardan endişe içinde kıvranıp durduklarını göreceksiniz.

Bazen eş zamanlı yazılar kaleme alıyorlar bazen de aynı sözleri zikredip duruyorlar.

Bazen de diğerinin eksik bıraktığı endişeyi diğeri daha fazla endişe ile tamamlamaya çalışıyor.

İtiraf etmeli ki bu kesimlerin bu konuda müthiş bir uyum yetenekleri, bitmez tükenmez bir enerjileri mevcut.

Belki diyecekseniz ki bu endişe panik atak yapar.

Ama malumunuz olduğu üzere öyle bir endişe değil.

Bu endişe;

ölümlerin karşısında olduklarını, çatışmaların bitmesi gerektiği”ni yazıp ve söylendikten hemen sonra ana fikir olarak bir “amalı” bağlaçla hemen arkasından zikrediliyor.

Bunlar nelerdir diye soracak olursanız, işte birkaçından örnek;

Kürtlerin yeni anayasa değişikliğinde Tayyip Erdoğan'a verecekleri destek ile Tayyip'in Başkanlık rejimi Türkiye'yi yeni bir anti demokratik cehenneme dönüştürür”

ya dabu sürecin sonunda Tayyip Erdoğan'ın Ortadoğu'da Osmanlı hegemonyasını yeniden canlandırma girişimine Kürtler payanda olduklarının farkında değil midir? Bunun sorumluluğunu taşıyacaklar mı?

ya da “Türk-Kürt İslam birlikteliği veya müttefikliği diğer etnik ve inançsal varlıklara karşı yeni bir tehlike ve baskı aracı olmayacak mı?”

gibi düşünceler gerçek ekseninden daha çok süreci nasıl sabote eder ve engellerim havasındadır.

Barış sürecinin başlamasının bu zatları ters köşeye oturttuğu malumunuz.

Nasıl diye yine sorabilirsiniz.

Onun da cevabı basit. Tüm bu yazıp veya konuşanların çok eski değil, yakın zamandaki savunduklarına baktığınızda aslında her şey tüm netliğiyle ortaya serilecektir.

Elbette bu eleştirileri samimiyetle yapanlar da var. Bu kişiler on yıllardır Kürt meselesinin çözümü için çabalayıp durmuş ve birçok riske girmiş kişilerdir. Ayrıca bu kişilerin samimiyetinin diğerlerinden farklı bir başka yanı, kaygılarının hepsi gerçekleşse dahi bu kişilerin mücadelelerini o zaman dahi sürdüreceklerini biliyor olmamızdır.

Ama ya diğerleri böyle midirler?

Dertleri gerçek demokratik bir Türkiye midir yoksa başka bir şey midir ?

Bunu anlamak zor değil.

Bu kişilerin birkaç yıl öncesine dair yazıp ettiklerine ve söylemlerine bakmanız yeterlidir.

Kürt meselesini basit bir terör ve güvenlik sorunu olarak gören, Kürtlerin Türk olduklarını söylemeyerek mutluluğa erişmeyen kötü niyetli birer bozguncu olduklarını, sürekli başkalarının birer maşası olduklarını söyleyenlerin, bunlar gibi birçok “uzmanlık alanı” tespitleri ile ırkçı ve ayrımcı söylemlerle dolu yazı ve sözleriyle toplumu nasıl terörize ettiklerini biz unutsak dahi maalesef arşivler unutmuyor!

Ne oldu da bu kişiler bir anda Kürt dostu oldular ve Kürtlere akıl, yol yordam vermeye, göstermeye başladılar?

Daha düne kadar Kürtlerin önemli bir kesiminin liderim dediği kişiye her türlü hakarette bulunmayı birer hak ve görev olarak addeden bu kişiler, ne oldu da Öcalan'ı Kürt siyasi hareketinin meşru lideri görmeye başlayarak O'nu bu süreçten geri döndürmek için telkinlerde bulunmaya başladılar?

Yazıp çizilenlere baktığınızda, neredeyse Türkiye'nin demokratikleşmesinin tüm sorumluluğu Kürt siyasi hareketinin omzunda.

Bu endişeli kişi ve kesimlere hatırlatmadan edemeyeceğimiz bir yan var.

Eğer sizlerin tüm kaygı ve derdiniz sağlam bir demokrasi ve hukuk sistemi ise kaybedeceğiniz hiçbir şey yok.

Çünkü bu sisteme ulaşmak için bu süreç size çok şey kazandıracaktır.

Her şeyden önce ölümler durduğunda sizler bu gayenizi daha rahat gerçekleştirebilme olanağına sahip olacaksınız. Bundan emin olun. Çünkü güvenlik sendromu azalacağından, daha çok düşünce ve örgütlenme hakkı elde edilecektir.

Bu endişelerinizi artık bir tarafa bırakın. Demokratik bir hukuk sistemi hedefi için mücadele edin ve örgütlenin.

Düşün artık şu Türk askerlerinin ve Kürt halkının çocuklarının sırtından.

Ama şimdi diyeceksiniz ki, “bizim hedefimize ulaşmamızda Türk'ün de Kürt'ün de canı önemli değil.

Bizim için tek önemli olan İttihatçılık ve Kemalizmle bezeli Beyaz Türk ideolijik kimliklerimizin her daim iktidarda kalmasıdır.

Boşuna değildir iktidarlarımızın devamı için ortamın hep kaos ve kan gölü içinde olmasına gayret etmemiz.

Bu yetmediği zamanlarda çeşitli şantaj yöntemlerini devreye sokarak ya baskı ve tehdit aracını kullanırız ya da o anki mevcut gidişatı ters yüz edecek cinayet ve katliamlarla beğenmediğimiz iktidarı düşürür istediğimiz iktidarı getiririz.

Fakat gelinen aşamada sürecin her iki tarafında olanlar, artık bu kesimlerin yapabilecekleri çeşitli provoke edici girişimlere karşı daha hassas ve daha fazla farkındalığa sahipler.

Bu bilincin taraflara daha fazla güç ve sabır verdiği kesin.

Fakat bu güç ve sabrın sonsuz olmayacağını olamayacağını hatırlatmakta yarar var.

Hükümetin muhalefetten beklentiye girmesi büyük bir zaman kaybı.

Hükümet, bunun yerine üzerine düşeni acilen yerine getirmesi, bazı adımları atması gerektiğini ve çok önemli bir aşamada olduğunu görmüyor mu acaba?

Özellikle bu son dönemde sınır dışına çekilmesi öngörülen PKK’li gerillaların can kaybı olmadan çıkması için yapılması gereken idari ve yasal pratiklerin aciliyeti ortada.

Mesela bu dönemeçte hiçbir askeri veya sivil bürokratın, “Türkiye Türklerindir” logosu altındaki bir gazeteye çıkıp da “PKK'lılar Türkiye sınırları içine girerken bize mi sordular” (Hürriyet/26/03/2013) diyebilme lüks ve yetkisinin olmadığını göremeyecek kadar zafiyete mi düşebiliyor?

Bu durumun kendisi başka daha ağır zafiyetlerin işaret fişeği mi?

Bir yandan sürecin başlarında heyetler görüşmelere giderken dahi Kandil’in bombardıman yağmuruna tutulması ile Hava Kuvvetleri savaş jetlerinin kontrolünün sağlanıp sağlanmadığı tartışılırken, sınır boylarında Jandarma Kuvvetlerinin yerine Kara Kuvvetleri ikame etseniz dahi (Taraf, 26/03/2013) eğer kontrolü tam sağlayamazsanız ne anlamı var ki?

Bu sorguları bizden çok hükümetin yapması gerekir. Zira yanı başımızda halen failleri ortaya çıkarılmamış bir Roboski katliamı var!

Benzer sorgulama Bolu ve Isparta'dan kaydırılan Özel Harp Dairesi/Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı birliklerin çekilip çekilmediği ya da bölgeye sevk edilip edilmeyeceği meselesidir.

Tabi tüm bunlar bu gibi olaylarda, çatışmalarda potansiyel provokasyon oluşturabilecek kuvvetlerin durumuna dair tespitler. Bilemediğimiz ve bilmemizin mümkün olmadığı birçok olgu, vaka olabilir.

İşte bütün bunların önünü alabilecek asıl hazırlık için Meclis’ten çıkarılabilecek bir yasa ya da yasal bir komisyonun oluşturulmasını Kürt siyasi cephesi haklı olarak sürekli vurgulayıp duruyor. Yasal bir düzenleme bu durumun önüne geçebilecek, aksi durumlarda yaptırımları olabilecek bir geçiş düzenlemesi olabilir.

İlk etapta Anayasa’da yeni vatandaşlık tanımının netleştirilmesi, yerel yönetimlerin özerkliğinin hayata geçirilmesi ve TMK gibi konularda gereken adımların hızla atılması gerekiyor.

Böyle birkaç adımın mevcut yasa veya Anayasa ile de çelişki oluşturabilecek değişiklikler olmadığı gibi gerekliliği de ortada.

Bu konudaki düzenlemelerde hükümetin hukukçu bulmasının çok zor olmayacağı gibi daha fazla zaman kaybetme lüksünün bulunmadığını belirtmemize gerek var mıdır bilemiyorum.

Yoksa şu Beyaz Türklerimizin endişeleri toplumu panik atak yapabilir.