Twitter ile ilgili Anayasa mahkemesinin ifade özgürlüğüne ilişkin tüm Anayasal ve Ulusalüstü yazılı, sözlü hukuk normlarına uygun kararını milli bulmamış. Hukuk birinci sınıf öğrencileri dahi herhalde dona kalmışlardır. Anayasa hukuku derslerinde sınavda böyle bir söz kullanılsa en muhafazakar hoca dahi her halde sıfır çeker.

Belli ki Başbakan evrensel hukuk kuralları ile özellikle de insan hakları hukuku ile hiç barışmak istememiş. Gözü hep işine geldiğinde ümmetçiliği, işine geldiğinde etnik Türk milliyetçiliğini öne çıkartan plebisiter bir tiranlıkta. Onun istediği hukuk, Mevlana’nın tabiri ile en kötü hukuk olan “…suçsuzu korkutan hukuk”dur.

Başbakan sindirmelidir ki tıp nasıl milli olamaz ise günümüzde artık hukuk da milli olamaz. Zaten değil de. Hele Anayasa mahkemesi kararları asla milli olmamalı. Anayasacılık hareketleri 18. yüzyılda hız kazanmaya başlarken anayasal yargı hayli gecikti. Faşist işgalin dünyayı sarmasının son bulmasından sonra yani 2. dünya savaşı sonrasında gündeme geldi. Birçok nedenin yanı sıra en önemli nedenlerinden biri; devletin sınırsız egemenliğine, iktidarların yasama çoğunluğu despotuna karşı hele hele etnik ırk temelindeki ulus devletlerin ırkçı yasama ve yargı işlemine karşı yönetilenlerin de haklarını korumaktı. Birçok ülkede özellikle son çeyrek yüzyılda anayasa mahkemeleri eksik ve kadük de olsa AİHM kararlarını örnek alarak milli olmayan ulusalüstü insan hakları normlarını rehber edinerek kararlar vermeye başladılar.

İnsanlık tarihi nasıl din kimlikli devletleri genel olarak tarihe gömdüyse içinde bulunduğumuz süreç de etnik temelli-siyasal milliyetçi devletlerin de, hele hele paramiliter devletlerin de tarihe karışma çağı olacaktır. Bugün temel hak ve özgürlükler bir ülkenin iç meseleleri olmaktan çıkmış, evrensel değerler haline gelmiştir. Hukukta habeus corpus, non bis in idem, fair trail, masumiyet karinesi gibi daha birçok ilke ve haklar tüm insanlığın ortak malı olmuştur. Kuşkusuz ifade özgürlüğü gerçeğe, bilgiye ulaşım hakkı, böylelikle oluşturma hakkı, kararlara katılım başta gelen insanlık ihtiyacıdır. Devleti eleştiri hakkının da evrensel bir hak olduğunu unutmayalım. Nispi demokrasinin paslı kapıları dahi çatırdamakta, halklar doğrudan demokrasinin, öz yönetimin ihtiyacını duymaktadır.

Evrensel temel haklar açısından en mağdur halkların başında, bizim coğrafyamız da dahil Ortadoğu halkları gelmektedir. Ne yazık ki Anayasa mahkemesinin son günlerde verdiği 2-3 karar hariç bizde tüm yargı kurumları esas olarak bugüne kadar paramiliter-etnik Türk milliyetçiliği ışığında kararlar vermiştir. Örnek verecek olursak ciltlerle kitap eder. Türkiye’de yargı ve hukuk tek etnik birim temelinde örgütlenmiştir. Türklük hukuk düzeni Mahmut Esat Bozkurt’un talimatlarıyla ideolojisini geliştirmiştir.

Bir örnek verelim; Yargıtay’ın geçmiş yıllarda anadilde eğitimi savunmanın hukuka aykırı olduğuna dair “içtihat” kararları vardır. Türkiye’de en alt birimden Yargıtay ve Anayasa mahkemesine kadar tüm yargı kurumları temel hak ve özgürlükler açısından, azınlık hakları açısından, halkların hakları açısından hep bireyi bir yana bırakarak, kan bağı üzerinden ırkı yücelten siyasal milliyetçilik temelinde kararlar vermişlerdir. Siyasal milliyetçiliğin üç halinden en kötüsü de Türkiye’de yaşanmıştır. Devlet eliyle önce ideolojisi oluşturularak bir Türk milleti yaratılmaya çalışılmıştır. Türk milliyetçiliği devlet-millet birliğini etnik Türklükle islamiyetin sentezine dayandırmıştır.

Bugün dünyaya da baktığımızda hukukun milliyetçilik elbisesinden genel olarak sıyrıldığı görülür. 1950’lere kadar egemen olan hukuktaki milliyetçilik yerini yavaş yavaş ulusalüstü hukuka terk etme yoluna girmiştir. Bunların en başında da milliyetçilikle ve yurtseverlik fetişizmiyle asla bağdaşmayacak olan insan hakları hukuku gelmektedir. Hatta insan hakları hukukuyla çatışmakta olan küresel sermayenin çıkarlarını koruyan hukuk bağıtları ve küresel OHAL’in anayasası olan terörle mücadele yasaları dahi milli değildir. Başbakan gibi düşünenler insan hakları hukukuyla çatışan ve milli de olmayan bu ikinci tür hukuku baş tacı ederken, insan hakları hukukunun olmazsa olmazlarını coğrafyamızda ayaklar altına almaktadırlar.

Aslında sadece anayasa mahkemesi değil tüm yargı ve hukuk birimleri de ulusalüstü insan hakları hukuku kurallarına her kararlarında uymak zorundadırlar. Nitekim HSYK’ca 2006’da benimsenen ve yargıçlara rehberlik edecek etik kurallar olarak kabul edilen 2003/43 sayılı BM Bangoler etik ilkelerine göre de; “hakim uluslar arası sözleşmeleri ve insan hakları normlarını oluşturan diğer belgeleri kapsayan uluslar arası hukuk gelişmeleri hakkında kendisini sürekli güncellemelidir” vurgusu yapılmaktadır. Keza savcılar için etik ve davranış biçimlerine ilişkin Avrupa esasları olarak bilinen Budapeşte ilkelerinde de (2005) AİHS’in ve AİHM kararlarının savcılarında her işlemlerinde uymaları gereken rehber olduğu vurgulanmaktadır. Amerika Yüksek Mahkemesi hakimlerinden Stephen Breyer “… dünya ile birlikte karar verin” demektedir. Devam ederek “başkana kendi yetkilerimizi vermeyiz… başkana fazla ileri gittin deme hakkımız var” diyor. (Radikal 06.04.2014)

Türkiye’de plebisiter diktatörya yolunda hızlı ilerleyen “alimler alimi” Başbakan’a daha çok, daha fazla ‘hayır’ diyecek özgürlükçü mahkeme kararlarına, özgürlükçü hukukçulara ihtiyaç var.