Gündem çok yoğun. Ortadoğu tarih boyunca hep kaynayan kazan. Boşuna Peygamberler buradan çıkmamış. Petrol ve dinler Ortadoğu insanının musibeti, belası olmuş.

Dün 34 yıl sonra faşist darbenin sorumlularından iki tanesi cezalandırıldı. Çok gecikmiş, eksik, yetersiz bir karar. Gerçek bir hesaplaşma, yüzleşme değil. Formel bir yargılama. Oysa tüm sorumlular, dönemin tüm generalleri, emniyet müdürleri, bakanlar, danışma meclisi üyeleri, tüm tetikçiler yargılanmalıydı. Üstelik sadece TCK 146’dan değil aynı zamanda insanlığa karşı suçlardan da yargılanmalıydılar.

Ama ne var ki iktidarlar, AKP iktidarı da dahil 12 Eylül rejimiyle hep barışık oldular, toplum ise duyarsız. Oysa Arjantin’de, Şili’de, İspanya’da; iktidarların darbe rejimlerine ilişkin barışma temayüllerine kitleler dipten gelen tepki rüzgarlarıyla karşı çıkarak kısmen de olsa bir yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı becerdiler. Tam olmasa da. Bizde ittihat terakki zihniyetinin devamı olan Kemalist ideoloji asker millet şuuru ile edilgen, kanaatkar, direnme hakkına yabancı bir kitle ruhi şekillenmesi yarattı. Kuşkusuz bunda islamiyetin de rolü büyüktür.

Az önce insanlığa karşı suçlardan da yargılanmaları gerekirdi vurgusu yaptık. Bunu biraz açalım. İnsanlığa karşı suçlar; siyasi saiklerle muhaliflere karşı sistemli olarak kasten öldürme, işkence, eziyet ve aşağılayıcı muamele, kişi hürriyetinden yoksun kılma, kaybetmeleri içerir.

İnsanlığa karşı suçlar devletin insana yönelik giriştiği, insanlık dışı eylemlerine atıf yapılarak belirtilen bir kavramdır. BM şartının ilanına kadar devletler bu kavramı azınlıklara yönelik faaliyetleri için kullanırlardı. Modern hukukta kavrama verilen anlam genişlemiştir. Nürnberg mahkemesinde insanlığa karşı suçlar iki kategoride ele alınmıştır. Birincisi, sivil nüfusa yönelik yapılan suç teşkil edici eylemlerdir. İkincisi de siyasi, ırkçı ve dini nedenlerden dolayı yargılamalardır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası toplum, uluslararası suçları önleme yönündeki kesin tavrını insan hakları kavramına saygı çerçevesinde sadece ulusal hukuk düzeyinde değil, uluslararası hukuk kapsamında da kesin hükümlere bağlama yönünde yoğun çaba göstermiştir. Bu paralelde, insan haklarını koruyan ve garanti altına alan ve bunlara devletlerin saygı göstermesini sağlayan uluslararası hukuk kurallarına ek olarak, birçok uluslararası sözleşme, insanlığa karşı suçları önleme ve insan haklarını korumaya ilişkin somut kuralları ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. İnsanlığa karşı suçlara ilişkin ayırt edici özellikler dışında bir takım başka özellikler de mevcuttur. Bunlar sadece savaş zamanında değil barış zamanında da sivillere karşı girişilen sürgün, imha, öldürme ve bunlara benzer insanlık dışı muameleleri içermektedir.

Nürnberg mahkemesince belirtilen insanlığa karşı suçlar kapsamına ek olarak Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsü ırk ayrımını ve insan kaybını da insanlığa karşı suçlar içerisine almıştır. Günümüzde, Roma ve RUCM statülerinde belirtildiği gibi uluslararası hukuk, insanlığa karşı suçları oluşturan eylemlerin mutlak bir silahlı çatışma durumu olması gereğini göz önünde bulundurmamaktadır.

12 Eylül askeri darbesinin ihlallerinden sorumlu olanların belirttiğimiz olaylarla ilgili fiilleri insanlığa karşı suçların tüm genel özelliklerini yansıtmaktadır. Şöyle ki;

12 Eylül darbecilerinin tüm fiilleri sistematik, sürekli ve yaygın olarak insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamındadır. Yaygın teriminden anlaşılması gereken mağdurların sayısıdır. Her açıdan ihlallerde binlerle, on binlerle, yüz binlerle ifade edilen mağdur sayısı söz konusudur.

“Sistematik” teriminden anlaşılması gereken ise bir politika veya planın varlığının olmasıdır. Nitekim suçlananların tüm icraatları devleti kutsayarak toplumu devlet için biat eden şekilsiz, muhalefetsiz bir yığın haline getirmek, muhalif sesleri susturmak, plan ve politikası temelinde işlenmiştir.

“Saldırı”dan anlaşılması gereken ise birçok fiilden oluşan eylemdir. Bir eylemin insanlığa karşı suçlar kategorisine girebilmesi için bu eylemin sivillere yönelik bir eylem niteliğinde olması gerekmektedir. Sivillerden anlaşılması gereken ise ulusal üstü hukuk bağıtlarına göre silahlı güçlerle, devletin silahlı güçleriyle her hangi bir ilişkisi bulunmayan kişilerdir. 12 Eylül askeri darbesinin sorumlularının tüm fiilleri siyasal, etnik, ırksal saiklerle yapılmıştır. 12 Eylül darbesi Kürt halkına da, azınlıklara da özel bir zulüm uygulamıştır.

İnsanlığa karşı suçlarla ilgili ulusalüstü hukuktaki devletleri bağlaması gereken gelişmeleri kavramak ve algılamak için Pinochet davasına kısaca bakmak gerekir. Pinochet Devlet Başkanlığı görevini yürüttüğü süre zarfında Şili’de meydana gelen çeşitli insanlığa karşı suçlardan (işkence, rehin alma, adam öldürme, gözaltında kayıp v. b. ) sorumlu olmakla suçlanmıştır. Ekim 1998’de İspanyol yargıç Baltasar Garzon’un işkence, soykırım ve yurttaşlarına karşı devlet terörü suçlarından yargılanmak üzere tutuklanması emriyle İngiltere’de tutuklanmıştır. İspanyol yargıç Garzon, Pinochet’e karşı sadece İspanyol uyrukluları öldürmekten değil, çoğunluğunu Şili vatandaşlarının oluşturduğu farklı uyruktan olan 3 bin kişinin öldürülmesi ve bireylere işkence edilmesi iddiasıyla da dava açmıştır. Bu iddiada göz önünde bulundurulması gereken, bu suç türlerinin hem kapsam hem de doğası gereği uluslararası toplumu ilgilendirmekte olmasıdır. Bu gelişme, insan hakları ihlallerinin ulusal yargı sınırlarını aştığının bir örneğini oluşturmaktadır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma statüsünün 7. maddesinin (i) fıkrasında da “kişilerin zorla kaybedilmesi” insanlığa karşı bir suç olarak değerlendirilmiştir.

Türk Ceza Kanunu madde 77’de insanlığa karşı suçlar tek tek sayılmış ve söz konusu maddenin 4. fıkrasında bu suçlardan dolayı zamanaşımının işlemeyeceği kabul edilmiştir.

Gerekçeye bakalım; söz konusu maddede “bir planın uygulanması suretiyle ve siyasal, felsefi, ırki veya dinsel saiklerle nüfusun sivil bir grubuna karşı, sürgün etme, esir haline getirme, kitle halinde ve sistematik olarak kişileri öldürme, insanların kaçırıldıktan sonra yok edilmeleri, işkence veya insanlık dışı işlemlere veya biyolojik deneylere tabi kılma, zorla hamile bırakma, zorla fuhuşa sevk etme” fiillerinin işlenmesi insanlığa karşı suç sayılmıştır.

Bu madde Nürnberg mahkemesi statüsünün 6(c) maddesinden esinlenerek kaleme alınmıştır. Nitekim yeni Fransız Ceza Kanunu da 212-1. maddesi yönünden aynı surette hüküm getirmiştir. Dikkat edilmelidir ki, bu maddedeki hareketler bir grubun, grup olarak imha ettirilmesi amacıyla işlenecek olursa “soykırım suçuna” dönüşür. Maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki değişiklik gerekçesi değişiklik önerisiyle madde metninin ilgili uluslar arası sözleşmelere uyumunun sağlanmasının yanı sıra, suçların içtimaı açısından belirlenmiş hükümlerle madde metni arasındaki çelişki giderilmiş olmaktadır.

 “Savaş suçları ve insanlığa karşı suçların” zamanaşımına uğramazlığı konusunda bir sözleşme imzalanmış ve BM genel kurulu 2391 (XXIII) sayılı karar ile 26/11/1968’de imzaya açmış ve söz konusu sözleşme 11/11/1970’de yürürlüğe girmiştir. Söz konusu sözleşme, zamanaşımına uğramazlık kapsamına giren suçları kesin bir dille belirtmiştir.

Bunlar; Nürnberg mahkemesinin statüsünde belirtilmiş olduğu gibi, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar ve 1949 Cenevre sözleşmesinde de belirtilen ağır ihlallerdir. Bu sözleşmeye göre hangi tarihte işlenmiş olurlarsa olsunlar aşağıda belirtilen suçlar zamanaşımına uğramaz niteliktedir. Bunlar;

a - Savaş suçları. (Konumuz itibariyle bu kısmı geçiyoruz. )          

b- İster barış zamanında ister savaş sırasında işlenmiş olsunlar insanlığa karşı işlenmiş suçlar. 08/08/1945 tarihli Nürnberg mahkemesinin statüsünde tanımlanmış olduğu ve BM Genel Kurulunun 3(1) ve 95(1) sayılı karar ile 01/02/1946 ve 11/12/1946’da doğrulanmış olduğu biçimde…… silahlı müdahale, ya da işgal ile yapılan gasp, apartheid politikasından kaynaklanan insanlık dışı muameleler, 1948 sözleşmesinde tanımlandığı şekliyle soykırım suçu. Bu fiiller işlendikleri ülkelerdeki iç hukuka göre bir hukuk ihlali oluşturmasalar bile (“Savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların zamanaşımına uğramazlığı” hakkındaki sözleşme madde 1) bu sözleşmeye göre gerekli önlemler ülkelerce alınacak ve bu konuda zamanaşımı kuralı olursa bu kural yürürlükten kaldırılacaktır. 17/07/1998’de kabul edilen UCM Statüsü kendi yargılama alanına giren zamanaşımına uğramaz nitelikteki suçları belirtmiştir. İnsanlığa karşı suçlar ve savaş suçları. (Madde 29) Ne var ki 12 Eylül rejimiyle ve sorumlularıyla gerekli yüzleşme yapılamamış, üstelik 12 Eylül rejiminin kurumları hala demokrasin kılıcı gibi toplumun tepesinde durmaktadır.

KCK İSABETLİ BİR UYARI YAPTI

Bir diğer konu KCK’nin taraftarlarını uyarmasına ilişkin. Yol kesme, kepenk kapatma, asayiş kurma, insan kaldırma eylemlerine karşı KCK isabetli bir uyarı yaptı. Konjonktürel de olsa. Olsun yine de önemli.

Aslında Belediye ve halk otobüslerine yönelik molotoflu eylemleri de KCK’nin kesin yasaklaması gerek. İnsancıl hukuka aykırı. Bu otobüslere fakir fukara halk biniyor. Kaldı ki bu eylemlerin bir kısmının provakatif, paramiliter devlet birimleri tarafından da yapıldığı basına da yansıyan vakalardır.

Kepenk kapatma kuşkusuz bir sivil itaatsizliktir. Ama sık sık yapılırsa esnaf rahatsız olur. KCK bu uyarısı ile sivil toplumun şiddet içermeyen protest eylemlerinin yapılmasını istiyor. Doğrudur. Aslında insancıl hukuka aykırı eylemlere; sadece konjonktürel nedenlerle değil, aynı zamanda ilkesel, felsefi bir perspektif olarak KCK’den önce İHD, ÖHD, ÇHD, HDP gibi kurumların cesaretle eleştirip, uyarı yapması gerek.

İNSAN HAKLARI HUKUKU AÇISINDAN MÜMKÜN MERTEBE ÇEKİNCE KULLANMAMAK GEREKİR

Cenevre çağrısı adlı uluslararası kuruluşun temsilcisi HPG ile görüştü. Bilindiği gibi HPG 2013 Ekim’inde Cenevre çağrısı uyarınca “çocukların silahlı çatışmaların etkilerinden korunmasına dair taahhütname”yi imzalamıştı. Çekince ile imzalamıştı. Konulan çekince de uluslar arası normlar ile uyumlu haldeydi. Konulan çekincede 16 ile 18 yaş arasındaki çocukların savaşa katılma haklarının ve normal savaşçı eğitimi alma haklarının olmadığı ancak yeni bir ‘savaşçı olmayanlar’ kategorisine gönüllü olarak üye olmalarına izin veriyor. Taahhütnameye göre bu çocukların özel bir korunma altında olmaları gerekmektedir. 16 yaşından küçük çocukların ise gönüllü bile olsalar HPG’ye katılmalarına izin verilemez. HPG yetkilileri son görüşmede taahhütnameye uyacaklarını, 16 yaşından küçük olanların gönderileceğini, 16-18 yaş arasındakilerin ise ailelerle görüşmelerinin sağlanacağını ve istedikleri takdirde bu çocukların geri dönebileceklerini açıkladılar.

Bu olumlu bir adımdır. Benim görüşüm 18 yaşın altındakilerin de gönderilmesi gerektiğidir. İnsan hakları hukuku açısından mümkün mertebe çekince kullanmamak gerekir. Bir başka yazımda insan hakları hukukunda çekince konusuna değineceğim. Her çekince öze aykırı olmasa bile temel hukuk bağıtını nitelik olarak daraltır. İktidarın ve yandaşlarının bu konudaki spekülasyonları ise ikiyüzlülüğün tavan yapmasıdır.

HDP BAŞARILI OLMAK ZORUNDA

Gelelim bir başka önemli konuya. HDP kongresine. Kurucu üyelerinden olduğum HDP toplum için bir umut. Özgürlükler, paylaşımcı, eşitlikçi, dillerin ve halkların her açıdan hak eşitliğini doyasıya yaşayacakları, bireylerin iktidar baskısı hissetmeyecekleri bir yaşam için alternatif bir model. Bir özgürlük projesi. Başarılı olmak zorunda. Çünkü coğrafyamızın mutlak ihtiyacı var. Bunun içinde kılı kırk yararak, minimum hatalarla yola koşarak devam etmeli. Ama şu ana kadar öyle mi? Henüz değil. Yer yer hatalar, yanlış açıklamalar, politikasızlık yapılabiliyor.

Örneğin; yerel seçim başarılı geçmediği halde yetkili organlar başarılı açıklaması yaptı. Burjuva partiler abartık propagandalar yapabilirler. Ama HDP’nin böyle bir tavrı olmamalı. Politika üretiminde de refleks zayıflığından kurtulmak gerekir. Kuşkusuz bunun bir nedeni de hala gerçek anlamda bir kitle partisi olunmaması. HDK’nin karar organı olup HDP’nin sadece tasdik organı olması bence yanlış. HDK danışma organı olmalı, hatta HDP bünyesi içinde, ama partili olmayanların da katılabileceği bir danışma organı. Karar yetkisi şeklen değil gerçekte HDP’de olmalı. İlk kongre doğrudan demokrasi açısından çok zaaflar içeriyordu. HDP riskli ama özgürlükçü mücadele açısından önemli konularda sesini çıkarabilmelidir. Örneğin Mısır’daki toplu idamlarla ilgili ses çıkarabilmeliydi. Ulusal ve sınıfsal haklar için mücadele eden örgütlerin de temel insancıl kurallar açısından yanlışları olduğunda HDP’nin de cesur ve uyarıcı sesler çıkarabilmesi gerekir.

Cumhurbaşkanlığı adaylığında geçici bir süre içinde olsa Rıza Türmen ismine angaje olmak bence yanlış ve talihsiz bir taktik davranış oldu. HDP bir umut projesi olarak iddialı ve inandırıcı olduğunu gösterebilmeli, zikzak çizmeden kendi bünyesinde bir Cumhurbaşkanı adayı gösterebilmeli. En önemlisi de kendi bünyesinde doğrudan demokrasinin kapılarını ardına kadar açabilmeli.

Gündem gerçekten de yoğun. AKP’nin polislerinin çocuk cinayetleri yine devam ediyor. Askerde intihar vakası açısından ülkeler arasında rekor bizde. Zorunlu askerlik kalkmalı. Bir başka yazıda bu konuya etraflıca değineceğim.