Yoncalığın hemen altında bir dere vardı. Köylü kadınlar toplanır oraya esbap yıkamaya giderdik. Buz gibi suyu vardı derenin. Tertemizde akardı. O derede seni az yıkamadım oğlu. Şimdi “Hiç üşümüyorum anne, acep nedendir” diye sorusun ya hani! İşte o derenin yüzü suyu hürmetinedir oğul!

Küçükken o derede yıkananlar için “Büyüyünce hiç üşümesin” diye sözler ederdik biz kadınlar. Birde kazanın dibinde kalan yemek artıklarını atmaz sana yedirirdim. Yanlış anlama oğul! Artık dedimse isi pisi değildi yani. Bildiğin yemekti. Elde yok avuçta yoktu o zamanlar. Bir tencere pilavı üç öğün yediğimiz günleri bilirim. Senin aklın ererdi o günlerde. Yemezdin kazanın dibini, elinin tersiyle iterdin. Baban çok kızardı bu duruma! Kazanın dibini yiyenler kurttan korkmaz derdi. Öyle hoşuna giderdi ki bu söz sen kendin kazırdın bu kez kazanın dibini.

Ah oğul! Okumayı çok severdin. Okuyacağım avukat olacağım derdin. Bundan dolayı belki de baban her kasabaya gittiğinde sana hikâye kitapları alırdı. Benim okuma yazmam yoktu bilirsin. Akşam olup da baban sen ben üçümüz birden yatağa girdiğimizde baban hikâye kitaplarını okumaya başlardı. Belli etmezdim ama en çokta ben merakla dinlerdim hikâyeleri. Seni aramıza alır öyle yatardık çoğu geceler. Gözümün köküydün oğlu. Burnumun direği yüreğimin en güzel yeriydin.

Sonra seni yatılı okutmak için Kasabaya götürmüştü baban. Kasabada yer bulamayınca şehre kayıt yaptırmıştı seni. İlkokulu köyde okumuştun. Öyle zor geçmişti ki o sene okullar tatil olup da köye döndüğün zaman baban bir tane kınalı koç kesmişti. Büyük bir kazanda pişirmiş tüm köylüye dağıtmıştık. Hatırlarsan koçun kanını baban anlına sürmüştü de kızmıştın. Ben kandan korkarım demiştin. Hatta koçun kesilmesine de karşı çıkmış bir lokma bile yememiştin yemekten.  

Sonra ki yıl babanla ben sensiz yapamayacağımızı anlamış malı davarı satıp seni okutmak için Ankara’ya göçmüştük. Ankara tertemiz bir kentti o yıllar. Ankara’nın yoksul emekçi mahallelerinden birinde ev kiralamıştı baban. Birlikte sıvamış birlikte temizlemiştik odaları. Küçücük bir odan vardı. Daha ilk gün Yılmaz Güney’in posterini asmıştın duvara. Babanda çok severdi Yılmaz Güney’i. Kim sevmezdi ki.

Ah oğul. Yusuf’um. Karakaşlım, kara gözlüm Baban hasta gelemedi bu yıl yanına. Geçende kalp krizi geçirdi zaten zor kurtardı kendini. Senden sonra bir dikiş tutturamadı zaten. Beli büküldü, gözünün biri görmez oldu. Eh işte bende kör topal idare ediyorum! Ondan geri kalan yanım yok ama ana yüreği işte üstüme bir karış toprak örtmedikleri sürece sana gelmeyi ihmal etmem. Sürüneceğimi bilsem mezarının başına gelirim oğul.

Babanın çok selamı var oğul. Yusuf’umun mezarını öp benim için dedi. Bir kova su dök benim yerime, mezarın da sağını solunu temizle dedi. Temizlemem mi yavrum. Yusuf’um, karakaşlım?

İyi bir öğrenciydin Yusuf’um. Üniversiteyi de kazanmıştın. İstediğin bölüm değildi ama yine de hoşnuttun. O sabah, yani 12 Eylül sabahı nasılda bir telaşla uyandırmıştım seni. Kenan Evren darbe yapmış Evren’in askerleri de mahalleyi abluka altına almıştı. Bilirdik biz siyasetle uğraşırdın. Kesin bizim evi de basacak ve gözlerimizin önünde seni bizde alacaklardı. Çabucak kalkmış, üstünü başını giymiş arka camdan atlayıp kaçmıştın!

Gitmene bile sevinememiştik Yusuf’um. Çünkü çok zalimdi Evren’in askerleri ve radyolar her gün ölüm haberleri geçiyordu. Günler geçiyor senden bir türlü haber alamıyorduk. Aç mıydın tok muydun bilmiyorduk! Ne yer ne içerdin. Gerçi kazanın dibini yemeye alışmıştın ve ne bulsan yerdin bunu biliyorduk. Kimseden korkmazdın da bunu da biliyorduk. Ama yine de ana baba yüreğiydi işte seni düşünmeden edemiyorduk.

Ardan 5 ay geçmişti. Bir akşamüzeri sivil giyimli birileri kapımızı çalmıştı. İçlerinden bir tanesi senin emniyette sorgu esnasında 8. kattan atlayarak intihar ettiğini söylemiş ve cenazeyi almamız için emniyete gelmemizi söylemişti.

Nasılda kolay söylemişlerdi öldüğünü Yusuf’um. Gözümün nuru ciğerimin köşesi Yusuf’um. Bak yine ben geldim. Baban iyice ağırlaştı bu yıl. Zor konuşuyor artık. Diğer gözü de gömüyor! Bu bastonlar mı? Ben kullanıyorum Yusuf’um. Bir yere dayanmadan yürüyemiyorum. Babanın da benim de bir ayağımız çukurda oğul. Hani ölümü gözleyen yaşlılar için “Burnuna toprak kokusu geliyor” derler ya işte bizim durumumuzda öyle! Yalnız bizim durumumuz biraz farklı! Bizim burnumuza da koku geliyor ama toprak değil oğul senin kokun geliyor! Çünkü toprak bizim için sen kokuyor.