SİLAHLI MÜCADELEYİ REDDEDEN KÜRT SİYAYETÇİ KEMAL BURKAY MİLLİYET’E KONUŞTU

Kemal Burkay, Kürt sorununun çözümü için silahların susmasını savunan, bu yüzden hem devlet hem de PKK cephesinde uzun yılar “istenmeyen adam” ilan edilen Kürt aydını... 32 yıldır sürgün hayatı yaşadığı Stockholm’e veda ederek, bugün yurda dönüyor

Kemal Burkay’ın ses tonu incedir; belki de bu yüzden olacak, ne zaman arasam sesi hep yorgun gelir.
Ama dün gerçekten yorgundu. Nasıl olmasın? Kürt siyasetinin sembol ismi, 32 yıldır sürgünde olduğu Stockholm’e veda ederek bugün yurda dönüyor. Saçları daha beyaz, ruhu daha yalnız ve yorgun; ancak inancı 30 yıl önceki kadar kuvvetli olarak. Bugün, 30 yaş altı pek az genç, ki buna Kürt gençleri dâhil, Kemal Burkay’ı tanıyor. En iyi ihtimalle, Burkay’ın Sezen Aksu’nun “Gülümse” şarkısının sözlerini ve bir dönem Türkiye insanının derin yalnızlığını anlatan “Bir kedim bile yok” dizesini yazan şair olduğunu bilen çıkabilir.
Oysa hakkındaki davaların 37 yıl sonra bir bir düşmesiyle artık memleketine dönmeye hazırlanan Burkay, Türk (ve tabii Kürt) siyasi tarihinde çok özel bir yere sahip. Kabaca özetlemek gerekirse, Kemal Burkay, “Silahlar susmalı” sözü bugünkü gibi moda olmadan yıllar önce Kürt sorununun çözümü için silahların susmasını savunan ve bu yüzden de hem devlet, hem de PKK cephesinde uzun yıllar “istenmeyen adam” sayılan Kürt aydını. Ve şair, siyasetçi ve sosyalist.

1980’de Avrupa’ya kaçtı
Dün Burkay’ı aradığımda, bugünkü dönüş uçağı için eşyalarını topluyordu. “Telaştan heyecana fırsat bile kalmadı. Akşam buradaki arkadaşlarla bir veda toplantısı var, yarın sabah da uçak.” Burkay birkaç ay önceki konuşmamızda, “Artık koşulların değiştiğini” seçimden sonra Türkiye’ye döneceğini söylemişti. Dönüşü bugün olacak.
Biraz tarih. Kemal Burkay’ın Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, aslında 70’lerin sonundan itibaren yeni kurulan PKK’nın ilk hedefleri arasındaydı. Her ikisi de Kürt milliyetçisi olmakla beraber, Abdullah Öcalan ve Burkay, başından beri Kürt sorununa farklı açılardan baktılar. Burkay silahlı mücadeleyi reddederken, PKK hak mücadelesinde şiddeti meşru bir yöntem olarak benimsiyordu. Yine de hakkında birçok tutuklama kararı olan Burkay, 1980’de hem PKK, hem de devletin gazabından kurtulmak için Avrupa’ya kaçtı. O zaman bu zamandır, bir İstanbul gecesi Sezen Aksu’dan “Gülümse”yi dinleme fırsatı olmadı.
Burkay’ın dönüşünü hazırlayan süreç, geçen yıl İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan gelen bir telefonla başladı. Belki bu yüzden, belki de Ak Parti’nin açılım sürecini desteklediğinden, dünkü sohbetimizde Burkay’ın hükümeti asla eleştirmemesi dikkatimi çekti. Daha ziyade Kürt sorununda hâlâ şiddeti körükleyen görünmez ellerden, derin devletten, Silivri-Kandil ittifakından söz ediyordu.
Ne yazık ki, Burkay’ın dönüşü Güneydoğu’dan gelen çatışma haberleriyle Türkiye’nin yeniden bir şiddet atmosferine sürüklendiği bir döneme denk geliyor. “Olaylar çok üzücü. İnsan ne olacağını kestiremiyor. Ama sürekli sükûnet beklersek de ülkeye dönmek zor. Bu süreç inişli çıkışlı devam edecek. Bazı kesimler yumuşama istemiyor. İki tarafta da sürekli olarak çatışma ortamını diri tutmak isteyenler var. Ve aralarında irtibat var.”

‘Bu özerklik şekilsizlik’
Bu sözler ister istemez hükümet ve hükümet yanlısı medyanın “Kandil-Silivri ittifakı” tezini çağrıştırıyor. Buna inanıp inanmadığını soruyorum:
“Evet inanıyorum. Geçmişten beri bu ülkede birçok komplo oldu. Türkiye henüz derin devleti tam anlamıyla tasfiye etmedi. Ben Ergenekon davasını bu yüzden destekledim. Yargılanan herkesin suçlu olduğunu söylemiyorum; zaten yargı mekanizması ideal değil. Kurunun yanında yaş da yanıyor.” Burkay, BDP’nin yemin boykotuna karşı. Demokratik özerklik ilanına da... “İlkesel olarak bir kesim özerklik isteyebilir, bu tartışılabilir. Bunun gerçek adı da otonomidir ve bu arkadaşların ilan ettiği haliyle demokratik özerlik diye bir kavram yok. Ama söyledikleri içi ve sınırları beli olmayan bir şekilsizlik içeriyor.”

‘Silahla çözülemez’
Türkiye’de ne rol oynamayı planladığını soruyorum. “Ben örgüt yöneticisi değilim. Ama şu var; geçmişten beri sorunların barışçı çözümünden yanayım. Halka güvenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Devlet ve PKK hep şiddeti savundu. Ama bu meselenin artık silahla çözülmeyeceği ortada. Diyalog gerekiyor. Sorun tartışılmalı, normalleşmeli.” Peki ya Başbakan’ın yeniden sertleşen söylemi? “Ben başından beri Ak Parti’den ne beklenebileceğini söyledim. Aşırı iyimserlik ya da koşulsuz desteğe gerek yok. Ak Parti’nin de sınırları var. Hükümet çözüm konusunda kararlı değil. Ama bunlar İslamcıdır, gericidir iddiasıyla her şeye karşı çıkmak da yanlış. Sol bu hatayı yaptı. Kürt kesimi de. PKK ve Aleviler de... Ben değişimden yana azimli olmamız gerektiğini ve değişimi desteklememiz gerektiğini düşünüyorum. Doksanlı yılların terörle mücadele ortamına dönmek artık mümkün değil...”