İşçilerin, yoksulların ve tüm ezilenlerin ölümü Kapitalizmin fıtratında var diye düşünürsek, ağır sıklet şampiyonu Başbakanımızın lafına geliriz. Ne demişti şampiyon, ölmek bu mesleğin fıtratında var. Nasıl temellendirmişti peki bu iddiasını, tabi ki de dünyadan istatistiksel örnekler vererek. Şampiyonun verdiği örnekler her ne kadar vulgar Kapitalist döneme (1800’ler) ait olsa da son tahlilde verdiği istatistikler doğru. Hem siz Emile Zola’nın Germinal adlı romanını okudunuz mu? Okumadınız tabi ki, okusaydınız bilirdiniz mesela,1860’larda Fransa’nın Montsou kasabasındaki maden ocaklarında madencilerin hangi şartlar altınca çalıştıklarını, günde sadece 4-5 saat uyuyarak sürekli çalışmak zorunda kaldıklarını, ayrıca kadınların ve çocukların da madenlerde çalıştırıldıkları… Okumadınız tabi, Tutunamayanları okuyamayan bir nesil var tabi karşımızda, şampiyonu nasıl anlasınlar.

İroni bir tarafa, devletin toplu katliamlarına alışkın bir toplumuz ne yazı ki, ve yazı ki bu katliamları kanıksıyoruz giderek. Resmi (yalan) rakamlara göre 284 maden işçisi Soma’da devlet gözetiminde katledildi. Ancak şunu çok iyi öğrendik ki bu ülkede resmi olan her şey yalandır. Dolayısıyla her ne kadar acımızı katlayacak olsa da hayatını kaybeden madenci sayısının çok daha fazla olduğu kesin. Neden daha fazla can kaybının olduğu kesin? Çünkü bu rakamlar devlet yetkililerine ve yandaşlarına ait, bu durumun kendisi bile verilen rakamlara inanmamamız için yeterli bir neden. İkincisi, TV’lerde katliamın yaşandığı ilk günden beri boy veren sendika ağalarından, paralı uzmanlara uzanan “ak”lama” şebekesinden sıyrılıp konuşabilen işçilerin verdiği bilgiler ölü sayısının çok fazla olduğunu gösteriyor.

İktidar yanlısı şirketlere peşkeş çekilen maden, yüzlerce işçinin ve dolayısıyla yüzlerce oğlun, yüzlerce kızın, yüzlerce kadının, annenin, babanın hayatını kararttı. Babalarını, kocalarını, çocuklarını yerin altında devlet kontrolünde ölüme veren insanlar, yerin üstünde de devletin bizatihi başı tarafından küfürle, hakaretlerle, tekmelerle, tokatlarla susturulmaya çalışılıyor.

Yakınlarını devletin kanlı ellerinde kaybeden bu insanlar, başbakanın koruma çetesine destek için gelen polis ve jandarma yardımıyla, yine başbakanın kabadayısı (yardımcılarında biri-Yusuf Yerkel) tarafında tekmelenerek dövülüyor. Yardımcısı kabadayılık yapar da şampiyon boş durur mu? Şampiyon da kolları sıvıyor ve kendisini protesto eden kalabalığı önce teke tek dövüşe davet ediyor, kimse yanaşmayınca kaçmak zorunda kaldığı markette koruma çetesi tarafından yakalanan bir kız çocuğunu(Evrensel Gazetesi’nin haberinde bir kız çocuğunun şampiyonun gazabına uğradığı yazıldı ancak daha sonra başka bir gencin dayak yediği iddia edildi. İkisinden biri ya da ikisi şampiyonun elinden kaçamamış) yumrukluyor, yumruklarken kaçan çocuğa “kaçma ne kaçıyosun lan” diye de ekliyor.

Yıllardır bu güzide ülkede işçiler, kadınlar, Kürtler, aleviler, yoksullar ve tüm ezilenler devletin yumruklarından, kurşunlarından, bombalarından çok çekti. Ancak bu sefer durum biraz daha farklı, çekilenler çekilmeye devam ediyor, sokaklarda bir yıldan beri polis tarafından öldürülen insanların sayısı kaç oldu, kaç kişinin gözü çıkarıldı, kaç çocuk kurşunla, gazla bombayla öldürüldü? Berkin kadar, Roboski kadar, Ali İsmail kadar en az. Fakat artık bu işler sadece polisin, askerin tekelinde değil, şampiyon ve çetesi de Soma katliamındaki performanslarıyla dâhil oldular, gerekirse biz de döveriz dediler, mesaj verdiler bize…

Böylelikle devletin katliam literatürüne yeni bir pratik eklendi, başbakan ve yakınları olay yerine zahmet edip giderlerse ve birileri orada canlarını sıkarsa, bizatihi kendileri tekme tokat dalacaklar artık bundan böyle.

Gerçek sayısını belki de hiç öğrenemeyeceğimiz yüzlerce maden işçisi devlet eliyle katledildi. Ne bir bakan, ne bir görevli ne de bir şirket yöneticisi kılını kıpırdatmadı. Katliam Allah’ın taktirine yüklendi, bir kez daha devleti yöneten rant çetesi yapılan katliamı İslami kavramlarla süsleyip sorumluluğu kader mefhumuna yolladı. Sorumlu zamandan ve uzamdan azade bir kavram olan kaderse o zaman bu meseleyi siyasi konulara da alet etmemek lazım de mi? Siyaset ne ki zaten, seçme ve seçilme hakkı değil mi sadece!

Bir de üç günlük ulusal yasımız var demi bu gün son günü, nasıl anlarsınız peki memleketin ulusal yasta olup olmadığını? Bayraklara bakarak tabi, eğer bayrak yarıya indirilmişse ulusal yas var demektir. Yalnız devlet eliyle işlenen tüm katliamlar için üçer günlük süreyle bayrağı yarıya indirerek yas ilan edilecekse bence bayrağın bir yüz yıl boyunca yarıda kalması gerekir. Temizler mi katliamları peki…

Soma’daki katliam için üç gündür Türkiye ve Kürdistan halkları ayakta, insanlar sokaklarda, yüzlerce işçiyi yerin yüzlerce metre altına gömüp, cansız bedenlerini bile çıkarmayan, ölülerini isteyenleri tekme tokat döven, hakaret eden bir şampiyon başbakan ve onun çetesine karşı.

Bir hatırlatma: Tarih bize ezilenlerin bir gün, ama mutlaka, kendi kanları ve bedenleri üzerinden yükselen diktatörleri alaşağı edecek fıtrata sahip olduğunu gösterdi defaatle. Yerin altındaki o bedenler, yerin üstündeki tekme tokatların hesabı sorulacaktır.