Evet buna benzer hikâyeler yazıldı biliyorum. Kırmızı başlıklı kızın hikâyesi de bunların en başta gelenidir. Lakin bu ülkede tilkiler o kadar çok çoğalmaya başladı ki. Yalan ve çamur at izi kalsın politikaları günlük hayatımıza o kadar çok girmeye başladı ki bir hikâye de biz yazmak zorunda kaldık. Zira çocukların bile kanmayacağı yalanlarla günü geçiştirmeye çalışan siyasilerimiz var. Bu hikâye söz konusu siyasilere atfen yazılmıştır.

Ormanın en güzel ve en güneşli günlerinden biriydi. Aslan Kral beni bir güzel azarlamış, görevimi layığı ile yerine getirmediğimi söyleyerek gözüne görünmememi söylemişti. Oysa sonuçta ben de bir hayvandım ve benim de eve yiyecek götürmem gereken bir ailem vardı.

Uzun süreden beri Aslan Kralın yanında muhbir olarak çalışıyordum. Kurnaz olduğumdan mıdır nedir hayvanların ağzından laf almak benim için bir çocuk oyuncağıydı. Ormanda kim ileri geri konuşuyor, krallığa karşı kim olumsuz şeyler söylüyor bir bir not ediyor sonrada gidip Aslan Krala anlatıyordum. Aslan Kral da bunları değerlendiriyor, hak edenin cezasını vakti geldiğinde veriyordu.

O gün ormanda toplu bir yürüyüş vardı. Aslan Kralın izin vermediği lakin hayvanların ısrarla yapmak istediği bu yürüyüş son günlerde sık sık yaşanır olmuştu. Henüz kimdir nedir, bu tür şeyleri kim organize eder, neden böyle bir yürüyüşe ihtiyaç duyulur diye anlayamadan binlerce hayvan alanda toplanmış akşama kadar Aslan Kral aleyhine bağırıp çağırmışlardı. Bu durumu kendisine daha önce haber etmediğime sinirlenen Aslan Kral bana olmadık hakaretlerde bulunmuş, uzun süre ortalıkta gözükmememi söyleyerek beni yanından kovmuştu. Üstelik bununla da yetinmemiş benim görevimi Çakal denen kan emici hayvana vermişti.

Moralim çok bozuktu. Kendimi kurnaz bilmeme rağmen ormandaki hayvanlar beni bile şaşırtmıştı. Doğrusu hayvanlar arasında hafiften bir şikayetlenme, söylenme durumları vardı lakin böyle bir ayaklanmayı ben bile beklemiyordum. Deyim yerindeyse deli danalar gibi gezinip duruyordum. Güneş tepeme vuruyor bense ne yapacağımı bilmez bir şekilde ormanın derinliklerinde geziniyordum. Sonuçta benim de bakmam gereken bir ailem ve çocuklarım vardı. Oysa Aslan Kral beni yanından kovmuştu. İşsizdim anlayacağınız.

Tam da bu duygular içerisinde yürürken daha önceden tanıdığım bir kargayı garip bir şekilde dala tünemiş olarak gördüm. Ağzında beyaz peynir sessiz sedasız, başını sol yana eğmiş öylesine duruyordu. Acıdım haline konuşmak istedim, bana mısın demedi. Oysa bu tutumuna bir anlam verememiştim.

O sırada yanımdan bir maymun geçiyordu. İlk kez görüyordum kendisini. Bir daha görsem hatırlamam. Yolunu çevirip “Hayırdır maymun kardeş, nesi var bu karganın. Oysa dün bülbül gibi şakıyordu” dedim.

Maymun, bülbül ve kargayı aynı kefeye koymama şaşırmış olmalıydı. Oysa zevkler ve renkler tartışılmazdı. Meğer maymun, karganın başına gelenleri biliyormuş. Uzun uzadıya anlattı bana. Bizim Karga o sabah eşi ile kavga etmiş. Eşi, sesi ile ilgili olmadık şeyler söylemiş kargaya. Yok kargaların en kötü seslisi oymuşta. Ondan daha güzel sesli kargalar varmışta. Keşke eş olarak kendisine onlardan birisini seçseymişte.

Durumu iyice anlayınca karganın dalına tünediği ağacın altına geçtim. Bilen bilir hayatım boyunca peyniri hiç sevmemişimdir. Hem sevsem bile tulum ya da kaşar peynirini tercih etmişimdir. O yüzden aklımda birilerinin söylediği gibi kötü şeyler yoktu. Tamamen hayvansal içgüdüyle, karga cenapları merhaba, görüyorum ki her zamanki neşeniz yok üstünüzde. Oysa sırf sizin sesinizi dinlemek için kilometrelerce yol teptim, diye seslendim.

Bu sözümün kargaya bir moral olacağını biliyordum. Zira çok masum ve üzgün bir görüntüsü vardı. Bu arada maymun bir kenara çekilmiş sinsi sinsi bizi dinliyordu. Bense, ne kadar güzel ve şirin duruyorsunuz karga kardeş. Gözüm kör olsun yalanım varsa. Sesinizi duymadan şurdan şuraya gidersem Allah belamı versin, diyerek kargaya moral vermeye devam ediyordum.

Bu sözlerim kargaya iyi gelmişti. Karga başını sol omzundan alıp yukarı doğru kaldırmıştı. Sonra da o güzel sesi ile bizleri onurlandırırken hayatımda yemeye bile tenezzül etmediğim o beyaz peynir yere düşmüştü. Gidip peyniri yerden aldım. Pislenmişti peynir. Ağacın yapraklarından birine silerek kargaya geri vermek istedim. Lakin karga “O peynir artık pislendi, ben hayatta yere düşen peyniri yemem” diyerek geri almak istemedi.

Oysa yaptığı çok ayıptı. Ben ki hayatım boyunca Aslan Kralın yanında olmama rağmen yiyecek bulamadığım günler bile olmuştu. Bu yoklukta yere düşen peyniri almam demek bir karga için fazla lüks değil miydi? Her şeyden önce müsriflikti.

Bir hayli kızmıştım kargaya. O esnada başımı maymuna çevirmiştim. Eğer isterse peyniri ona verecektim. Oysa o çoktan kaybolmuştu. Ben de peyniri belki çocuklar yer diyerekten bir yaprağa sarıp yanıma almıştım. Orman sever bir hayvan olarak bütün amacım peynirin ziyan olmamasıydı. La Fontaine denen adamın kaleme aldığı şeylerin tamamı yalandır. Kurnazlık yapıp karganın ağzından peyniri aldığım yalanını sinsi sinsi bizi isleyen maymunun uydurmuş olabileceğini düşünüyorum. Doğrusu benim anlattığım gibidir. Suçsuzum. Hikâyeden çıkartılmak istiyorum.