Şeymus Diken Bianet’teki yazısında Kürt coğrafyasıyla hiç tanışmamış olan Nazım Hikmet’in ünlü bir dilbilimci ve Kürt entelektüeli Kamuran Bedirhan Bey’e yazdığı mektubu ele aldı. Nazım Hikmet, "Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü" diyor.

 

İşte o yazı:

 

Hidrojen Bombası’nı Kanatan Kürt Hançeri*

Mesele sadece bir şairin Kürtlerin "milli mesele"sine dair kelam edip etmemesi üzerine kafa yormak olsaydı, işler sanıldığından çok daha kolay olurdu. Oysa şair aynı zamanda örgütlü bir şahsiyet ve de siyasal tavrı olan bir komünist olunca işin muhtevası değişiyor.

 

Konu üzerine ilk söz eden değilim. Belki son söz eden de olmayacağım. Çokça konuşulup yazıldı. Benim bu meseleyle ilgim biraz da sanal dünya üzerinde şairin Kürtlerle ilgili "kelam"ı olduğuna dair bir tartışmada ısrarımda, "sol Kemalist" perspektifle, "Hayır böyle bir şey yoktur, uydurmadır. Bunu da herhalde Kürtler uydurmuştur" mealinde sözlere, şairin yazdığı ve bizzat el yazısıyla arşivlerde bulunan mektubu üzerine bir yeniden okumaya gerekçe olsun diyedir. Söz vermiştim Nazım'ın mektubunu orijinal elyazısıyla birlikte paylaşacağım diye, o sözü bu vesileyle yerine getirmiş oluyorum.

 

Türkiye edebiyatının ve sosyalist kültürün en güçlü şairi Nazım Hikmet Ran'ın şiirlerinin fırtınalar kopardığı yıllarda yanı başında vukubulan "Kürt meselesini neden görmediği" veya "Kürt milli ayaklanmaları hakkında görüşlerinin ne olduğu" merak konusu olmuş ve tartışılmış bir konudur. Dünyanın çok uzak diyarlarında yaşayan halklar hakkında bile şiirler, destanlar yazan, düşüncelerini paylaşan bir büyük şairin yanıbaşındaki Kürt halkının serencamının, edebiyatına yansımamış olması, adeta teğet geçilmesi "Konu ile ilgili hiçbir duyarlılık taşımayan şoven bir yaklaşım içinde olduğu" vurgusuyla değerlendirmelere neden olmuştur. Buna en çok da "Dörtnala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim" dizeleri üzerinden "Bu memleket kimin?" sorusu hep sorulmuştur.

 

Nazım'ın ilk gençlik yılları diyebileceğimiz 1920 Eylülünde Bakü'de toplanan Doğu Halkları Kurultayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) de altına imzasını koyduğu karar, milletlerin adını da telaffuz ediyor. Karar; "Makedonlar, Arnavutlar, Araplar, Kürtler ve Ermeniler" diyerek "Tüm milletlerin tam özgürlüğünü savunup, her türden milli ayrıcalığı ortadan kaldırıp farklı milletlerin emekçilerine ve özgür halkların birliğine dayanan bir federasyonu" savunuyor.

 

Sonra 1921'de Mustafa Suphi'nin 14 yoldaşı ile Karadeniz'de infazı, boğdurulması, ardından Şêx Seîd İsyanı sonrası TKP'nin tavrı ile karşılaşıyoruz. TKP'ye göre Şêx Seîd İsyanı, "İngiliz emperyalizmi tarafından kışkırtılan irticai bir hareket"ti. "Şeyh ve ağaların, sürdürülmekte olan demokratik devrimi baltalamak üzere başlattıkları bir isyan"dı. Bu sebeple TKP'nin yayın organı Orak Çekiç'in manşeti anlamlıydı: "Kahrolsun İrtica".

 

Oysa anılan 1925'li yıllarda hızla hayata geçirilen "Şark Islahat Planı ve Şeyh Sait Yargılamaları"ndaki savcı ve yargıçların ifadelerine, tabi Ankara merkezden talimatlı tavırlarına bakıldığında; duruşmaların göstermelik olduğu ve "Kürdistan hayali içinde isyana kalkıştıkları için" Şêx Seîd ve arkadaşlarının Diyarbekîr Dağkapı Meydanı'nda dara çekildikleri, egemenin aşikâr tavrıdır.

 

Bütün bunların TKP tarafından bilinmesine rağmen TKP'nin tek partili Kemalist yapıya uzun bir zaman dilimine yansıyan açıktan destek tavrı 1950'li yıllara kadar böylece sürdü. TKP, sadece 1925'teki Şêx Seîd İsyanı değil, 1930'lardaki Ağrı-Zilan, 1937-38'deki Dêrsim İsyanları karşısında da benzer tavırlar içinde oldu. 1961'de SBKP'nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) yönlendirilmesi ile İran TUDEH, Irak Komünist Partisi ve TKP temsilcilerinin ortak bir toplantı yapması sonucu Kürt Meselesi konusunda birlikte bir karar alırlar. Bu karar,  bir tasarıyla 1962'de TKP Konferansına Zeki Baştımar tarafından taşınır. Ve o konferansta kimi "şoven" karşı duruşlar da olur. Ve o konferansta Nazım Hikmet, Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde Fransız Komünist Partisi'nin şovenist tavrını olumsuz bir örnek olarak göstererek, Kürtlerin mücadelesini savunur.

 

Nazım'ın siyasal şeceresi incelendiğinde görülecektir ki; partisi TKP ile (merkez karar bazında) çatışmalı olduğu dönemlerde bile hep örgütlü bir komünist olarak hayatının sonuna kadar yaşamış bir aydındır. Bu sebeple sadece şiirlerine değil, entelektüel hayatına baktığımızda da Nazım, Kürt coğrafyasıyla hiç tanışmamıştır. Kürtleri sadece İstanbul'da yaşayan Kürtler ekseni üzerinden, bir miktar da "Memleketimden İnsan Manzaraları" noktasından kısmen mahpuslukta tanıyabilmiştir. Tanıyabildiği kadarıyla Kürtler, az da olsa kimi şiirlerinde adeta bir renk olarak yer almıştır. Ama Kürtlerin yaşadıkları, dramları ve talepleri dillendirilmemiştir. Ne Kürtlerin ne de 1915'te büyük yokoluşu yaşayan yine bu coğrafyanın bir başka halkı Ermenilerin.

Bütün bu tarihsel siyasal ve sol hercümercin ışığında yeniden Nazım'ın ünlü bir dilbilimci ve Kürt entelektüeli Kamuran Bedirhan Bey'e yazdığı mektuba, gerek mektubun yazıldığı elli yıl öncesinin gerekse bugünün perspektifinden baktığımızda çok kıymetli ve anlamlı bir mektup olduğunu bu vesileyle ifade etmek gerekir.

Nazım'ım Kamuran Bedirhan'a mektubu**

"Kökleri yüzyılların derinliklerine dalan, tarihiyle, kültürüyle, Kürt milletinin önemli bir çoğunluğu Anadolu'nun bir parçasında yaşar. Anadolu'nun öbür parçalarında yaşayan Türk milletini Kürt milleti kardeşi sayar. Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır.

 

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, 'Vurun Kürt uşağı namus günüdür' diye başlar.

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü.

 

Bu dönem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması dönemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmamanın aynı dönemde baş göstermesi sadece bir rastlaşma değildir.

 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'ni Orta ve Yakın Doğu'da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.

 

Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde dış ve iç politikada aynı emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor. Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor. Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti'nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin üssü olmaktan kurtulmasını özlüyor.

 

Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor.

 

Anadolu'da yaşayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen gerici, sömürücü, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolay ezmek istiyorlar. Kürt ve Türk halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlere, şehir ve köy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve haklarını inkâr edenlere, halkları birbirine düşürüp sırtlarından rahatça geçinenlere emperyalistlerin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiyle kazanılır. Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insani haklarına kavuşabilir.

 

Nazım Hikmet,1961"

 

* Başlık: "Nazım'dan sonra şiir yazılmaz" diyenlere Ahmed Arif'in sözü: "Hidrojen bombasına karşı Kürt Hançeri ne yapabilir?"

 

** Nazım Hikmet'in ünlü Kürt yurtseveri ve dilbilimcisi olan Kamuran Bedirxan'la İstanbul'da uzun yıllara dayalı arkadaşlıkları bulunduğu az bilinen bir olgudur. 1983 yılında Paris Kürt Enstitüsünün yayın organı olan "Hêvî" dergisi, Kamuran Bedirxan'ın arşivinde bulunan ve 1961 yılında Nazım Hikmet tarafından Kamuran Bedirxan'a yazılmış bir mektubu orijinaliyle birlikte yayınladı. [Mektubun orijinali Paris Kürt Enstitüsü Arşivindedir]. Bu mektubu orijinal elyazısı ile birlikte ricamı kırmayarak bana yollayan dostum Recep Maraşlı'ya çok teşekkür ediyorum.