Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinden devraldığı ve aşılmaya muhtaç birtakım yapısal sorunları var. Bunlardan bir tanesi de bugün belleğimizi kaplıyor: 24 Nisan.

 

24 Nisan 1915’te ne olduğu üzerine bir tartışmaya girmeyeceğim. Bu konu o zamanlarda ne olduğuna dair tarih, olana da ne denmesi gerektiğine dair siyaset okumasıyla  anlaşılabilir.  

 

Benim derdim başka. Şimdi yazacaklarımı ilk sunan kişi ben değilimdir; ama üstünde düşünmeye muhtacız sanıyorum.

 

Ermeni soykırımının ahlaksal boyutu birtakım yurttaş girişimlerinin, tarihsel boyutu da birtakım akademisyenlerin görevidir, ödevidir. Mesela Taner Akçam’ın yaptığı çalışmalar işin tarihsel boyutuyla ilgili çok kıymetlidir. Ya da “Özür diliyoruz” bildirisi, önemi kadar gereklidir de…

 

BAŞKA BİR ŞEY EKSİK: POLİTİKA. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, meselenin ahlaki ve tarihi boyutuna bakmıyor. Muhtemelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de resmi tarihçi İlber Ortaylı da gerçeği bal gibi biliyorlar. Kim demişti hatırlamıyorum; “doksan küsur yıldır gerçeği halkından saklayan bir Devlet…”

Hal böyleyken, bir siyasinin kalkıp da vicdani tutum alması güzel bir şeydir; ama yetersizdir. Devletin tarihsel ve yapısal bir sorununa siyasi müdahale etmekten uzak bir tavır alış biçimi, geceleyin başımızı yastığa rahat koymaktan başka işe yaramaz.

 

Bir siyasetin/siyasinin çıkıp da çatır çatır gerçeği söylemesi, karşısına Devlet’i alarak “mağdurla özdeşleşmesi” ve süreç içinde tarihsel bir özneye evrilmesi muhakkak toplumun çoğunluğunun sert tepkisini alır. Çünkü aslında “ötekinin davası”dır[1] bu. Ama böylesi bir tarihte(ki Devlet’e 1908-1915-1923 tarihleriyle bakarsak ehemmiyetini anlarız) iğnelenmeyi hak eden bir toplum ve inkarcı bir devlet varken, politikadan konuşmayacağız da neden konuşacağız? Yani, topluma dönük vicdani ve ahlaki çalışmalarımız yeterli olacak mı? Derdimiz bir yandan da Devlet’in yüzleşmesi ve bu zihniyetin tamamen bertaraf edilmesi değil mi? Bugünün siyasal iktidarıyla dönemin sorumlu katili zihniyet arasında nasıl bir ilişki kuruyoruz? Çeşitlendirilebilecek politik sorular…

 

Siyasal başarının ve kazanımların bir yandan da siyaset yapmaktan geçtiğine inanıyorum. Kürt hareketi mesela… Onu bu denli güçlü yapan, Devlet’i karşısına oturtan, kazanımlar aldıran, toplumu acımasız savaş düşüncesinden barış düşüncesine sevk eden şey ahlaki tutum ya da tarihi gerçeklik değil, siyasettir. Aynı şey kadın hareketi için de geçerli…

 

Bütün bu tartışmaya muhtaç şeyler naçizane meramımdır. Muradım siyasettir. 24 Nisan 1915’de olan biten şey de soykırımdır.

 

[1] Ranciere, Jacques, Siyasalın kıyısında / Ötekinin Davası