Şimdi ne diyelim?

Bir kadın cinayeti, daha mı?

Öyleyse katil kim? Hangi hiddet? Hangi şiddet?

Şimdi ne diyelim?

İş cinayeti mi, mesela?

Öyleyse katil kim? Hangi yasa? Hangi piyasa?

Şimdi ne diyelim?

Yine cinnet, belki de.

Öyleyse cennet ne, cehennem ne?

 

***

 

2012 mart ayı ortasında, 26’sında, iki çocuk annesinin; büyük tarih, 90’ına gelmiş cumhuriyet, hem demokratik hem laik hem sosyal hem hukuk hem büyük devlet ve serbest piyasa huzurundaki son saatlerini paylaşalım.

 

***

 

Kaynak ustası kocanın işyeri bir yıl önce kapanmış, kadın bir süre tarım işçisi olmuş, sonra bebek doğmuş, eşi iki ay önce uzak bir şantiyede iş bulmuş… diye sıradan bir hikâye daha aramızdan geçip gidiyordu ki…

Emine Akçay elindeki son 6 lirayı oduncuya uzattı.

“Bacım bu paraya odun olur mu?” dedi oduncu.

Bu paraya hayat, bu paraya vatandaşlık, bu paraya son bir umut oluyordu ya!

Kimi, “bir çuval odun kömüre oy veriyorlar” diyor da, o bir çuvalın bir insan için demokrasi, bir çocuk için hayat olduğunu hissetmiyordu da…

Oduncu beş kuruş almadı. 10 kilo odun verdi.

Emine Akçay odunları sırtladı. Yağmurdan ıslanmış odun sobaya direndi.

Eski bir kamyon lastiğini parçaladı. Yine yanmadı.

Öyledir.

Hayat seni kenarından aşağı itmeye başladığında; odun, lastik parçası, soba bile sırt çevirir.

Saç kurutma makinesini çalıştırdı. 6 yaşındaki İsa’nın eline tutuşturdu. Ki hem kendini ısıtıversin, hem de henüz bebek Kardelen’i.

Birkaç saate 6 TL, yakamadığın odun, üç günlük açlık, bir lastik parçası, bebek Kardelen’i ısıtsın diye minik İsa’nın elinde saç kurutma makinesi sığdırabiliyorsanız…

Muhtemelen o ağır hayat da birden hafifliyor.

Bir kuş oluyor bedeniniz; bir serçe, yüreğiniz.

Sıkıştığı kafesten çıkıyor.

İsa ile Kardelen’i öpüyor.

Bir ipe tutunuyor.

Bir tavana asılıp göğe yükseliyor.

 

***

 

Belki hepimiz hayata bir de oradan kuşbakışı bakalım diye!

Belki oradan bakarsak, hiç değilse İsa ile Kardelen kurtulur diye!

Kurtuluşları yetimliğe, öksüzlüğe merhamete havale olsun diye!

 

***

 

Kocası cilalı AVM şantiyesinin naylon çadırında yanabilecek; oğlu, yoksulların yoksulları yok ettiği savaşların genç kurbanı olabilecek bir kadın, hepsinden bile önce, kendi cinayetini de kendi işledi!

Resmi dilde intihar deniyor; hem de günah!

Böyle her hikâyenin sadece sonuna üstünkörü bakıp kapağı kapatan akıl, vicdan, emek, adalet, devlet ve geçim piyasasında…

6 liraya sıkışmış bir hayat, hiçbir “odun”u bu halleri anlamaya, Kardelen’ini azıcık ısıtmaya ikna edemez!

İsterseniz bir de…

Başı açık mıymış, örtülü mü diye tartışın!

Bir de İsa olun, Kardelen olun isterseniz.

Karşınızda üşümüş soba, midenizde hiçbir lokma, elinizde saç kurutma; baba uzakta ekmeğe asılı, ana öylecene tavanda.

 

***

 

Emine Akçay’ın, hayatın tüm şiddetine karşı özşiddetle, hükmen mağlup bir isyana boynunu uzattığı yerde…

Bazı gün beş kadın birden öldürülmesi; 13 yaşa 26 tecavüzcünün mazur görülmesi; taciz eden amirden şikâyetçi kadının, bakın amirin değil memurenin, “davanın selameti için” sürülmesi; yani onca yoksulluk üstüne bir de bu adilikler…

Of be Kardelen!

Kim bilir nasıl çiçekler açabilsin diye kondu adın.

 

 

 

Ne uğruna; düşman kim?

 

Emperyalizm böceği bir helikoptere sıkıştırdığın 12 askerini, bir cehennemin orta yerine düşürüp yok ediyorsan…

Kendi halkından çekinmen…

Başka halkların kaderinden de çekilmen gerekir!

Ne işi vardı o askerlerin orada?

Ne işi var atom bombalarının senin topraklarında?

Ne işi var o kalkanın Kürecik’te?

Ne işin var Somali’de, Libya’da?

Ne işin olacak yarın Irak’ta, Suriye’de?

Daha kısa süre önce, ABD askerinin Afganistan’da 16 sivili öldürmesine cinnet denmişti…

Peki, 12 evladını ölüme uçuran, onları dört sivilin hayatının sonuna düşüren müttefik yanaşmalık nasıl bir cinnet olmalı!

Şimdi bu çocuklara da “şehit” denecek.

Peki ne uğruna…

Peki kim öldürdü?

Peki düşman kim?