HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir, 13. Uluslararası Türkiye ve Kürtler Konferansı’nda Kürt sorunu, kayyım atamaları, Kürt siyasetçilerin tutuklanması 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kürt sorunu tanımlayan Baydemir, “Kürt sorunu her şeyden önce bir milletin var olma çığlığına devletin zulümle, öldürmeyle yaklaşmasının adıdır. Kürt sorunu dediğimiz husus, Kürt coğrafyasının 100 yıldır 4’e bölünmesi sorunudur. Kürt’ün kendisini geleceğe taşımasının engellenmesi sorunudur.” İfadelerini kullandı.

HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir, Brüksel’de Avrupa Birliği (AB) Türkiye Yurttaş Komisyonu (EUTCC) tarafından düzenlenen, 13. Uluslararası Türkiye ve Kürtler Konferansı’na katıldı. Baydemir, konferansta yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

‘BUGÜN BEN DEĞİL DEMİRTAŞ BURADA OLACAKTI’
 
Bugün burada bulunuşum benim açımdan zor bir duygu. Bugün burada ben size hitap etmeyecektim. Eş Genel Başkanım, 17 yıllık insan hakları mücadelesindeki yoldaşım, kardeşim Selahattin Demirtaş hitap edecekti. O özgürlüğünden alıkonulduğu için, o cezaevine konulduğu için bugün bu görevi yerine getirme çabasını ortaya koyacağım.
 
Aynı zamanda Kürt halkının bir evladı olarak size hitap etmek istiyorum. Neredeyse 100 yıldır özgürlüğü elinden alınmış bir halkın özgürlük çığlığı olarak size hitap etmek istiyorum. Aynı zamanda TBMM’nin bir üyesi ve Türkiye’nin Avrupa Birliği entegrasyonun bir üyesi olarak da sizlere etmek istiyorum.
 
Ben HDP’yi anlatırsam emin olun Demirtaş kadar anlatamam. HDP’yi Türkiye halklarına en iyi anlatan Demirtaş’tır.
 
‘BUGÜN HDP YOK EDİLMEK İSTENİYOR’
 
Kürt sorunu her şeyden önce bir milletin var olma çığlığına devletin zulümle, öldürmeyle yaklaşmasının adıdır. Kürt sorunu dediğimiz husus, Kürt coğrafyasının 100 yıldır 4’e bölünmesi sorunudur. Kürt’ün kendisini geleceğe taşımasının engellenmesi sorunudur.
 
Tarih tekerrür ediyor. 1990’larda da halkın iradesi zindana konuldu. Kimileri sürgün olmak durumunda kaldı. HDP; otoriter rejimden eksiksiz demokrasiye geçiş için, Türkiye’de yaşayan Kürtler, Ezidiler, Süryaniler, Aleviler, Ermeniler; ne kadar farklılık, inanç, mezhep varsa, tek bir tanesinin dışlanmamasının ve oluşacak yeni bir toplumsal sözleşmede hepsinin kendini sürdürebilmesinin paradigmasıydı. HDP çatışmasızlık atmosferinin, özü itibariyle silahların susmasının, toplumsal barışa ulaşmanın projesiydi. HDP bir barış projesiydi. HDP “başka bir Türkiye, başka bir Ortadoğu mümkün” tezinin hayat bulmuş haliydi. Bugün HDP yok edilmek isteniyor, demokrasi yok edilmek isteniyor.
 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP yüzde 9.8 gibi bir ilgiyle karşılaştı. 2015 Haziran seçimlerinde, çatışmasızlığın zemin hazırlamasıyla, “70 yıllık dışlanmışlık politikasından bir ortak yaşama gidiliyor” umut ve heyecanı HDP’yi yüzde 13.1 e çıkardı. TBMM ortak meclis haline dönüştü. Zaten çaba da bu değil mi? Devleti toplumun tüm dinamiklerinin devleti haline dönüştürmek. Hiçbirimizin şüphesi olmasın, iki yol var; ya o meclis Kürt’ün de meclisi olacak, ya da Kürt’ün meclis hakkı baki kalacak. Ya o devlet Kürt’ün de, Türk’ün de, Laz’ın da ortak devleti olacak ya da Kürtler arayış içerisinde olmaya devam edecek.
 
Bu ortaklık kabul edilmedi. Bir kez daha tek başına hükümet kuramadığı için AKP tarafından çözüm süreci devrildi. Bir kez daha hükümet kurulamadığı için Cumhurbaşkanı tarafından masa devrildi. Çünkü tek başına iktidar olma arzusu vardı. 1 Kasım da bir kez daha seçim tekrar edildi.
 
7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİMLERİ
 
Ne olur da demokratik bir ülkede, insan haklarına saygılı bir rejimde bir siyasi parti oyunu beş ay içerisinde on puan arttırır? HDP Haziran-Kasım ayları arasında 13.1’den 10.8’e düştü. Ne oldu sorusuna yanıt arayalım.
 
Seçim sonuçları tanınmadığı için seçimin yenilenmesi talimatı verildi. Kobani’deki yetim kalmış çocukların yaralarını sarmak için gelenler Suruç’ta hunharca katledildi. Kaos sürecinin fitili orada ateşlenmiş oldu. İki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis evinde katledildi.
 
Bir nevi Suruç’un intikamı olarak sirayet edilmeye çalışıldı. Oysa ki o cinayetler, tarihimizin en karanlık cinayetleridir. O cinayetler çatışmanın başlamasının psikolojik altyapı oluşturma çabasıydı. Akabinde savaş uçakları Kandil’i bombalamaya başladı. Ben de gittim, 10 masum sivil insan Zergele Köyü’nde hayatını kaybetti. Akabinde Ankara’da HDP Genel Merkezi büyük bir saldırıya maruz kaldı. Bundan 1 Kasım’a kadar dört yüzü aşkın yerde saldırılara maruz kaldık. Yetmedi, 10 Ekim’de Türkiye muhalefetinin, demokrasisinin bütün dinamiklerinin içerisinde yer aldığı Ankara katliamı gerçekleştirildi. 5 ay dilimi içerisinde “Nasıl tek başına iktidar olunur” un fotoğrafıdır bu.
 
Demokrasilerde bütün muhalefete açık olması gereken medya, Kasım seçimleri öncesi yayın saatlerine baktığımızda Başbakan’a 310 saat, Kılıçdaroğlu’na 44 saat, Devlet Bahçeli’ye 29 saat, HDP’ye 6 saat ayrıldığını görüyoruz.
 
Cizre’de, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Sur’da olan trajedinin bir nedeni de Rojava Kürtlerinin statüye doğru, özgürlüğe doğru ağır ağır yaklaşmalarıdır.
 
Burada Rojava’dan, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden, farklı siyasi partilerin temsilcileri bulunuyor. Bir çağrı yapmak istiyorum. Kürt siyasi partilerine, siyasetçilerine; bugün Bağdat, Tahran, Ankara ve Şam’ın bir ortak stratejisi var.
 
Biz Kürtlerin ortak stratejisi nedir? Bu soruya Kürtler, Kürt siyasi hareketleri bir yanıt bulmak durumundadır. Bugün yaşadıklarımızın bir nedeni de bu soruya bir yanıt bulamamış olmamızdandır. Erdoğan rejimi, Kürtlerin bütün kazanımları yok etmek istiyor.
 
Kürtçe bir söz var; "Bakurê Kurdistanê dixwazin bikin taştê. Ku bikin taştê wê Rojava bibe navroj, Başur bibe şiv ji bo wan." Türkçe'si, "Kuzey düşerse sırayı Rojava’ya getirecekler, Rojava düşerse sırayı Güney’e getirecekler." Demek istediğim, kaderimiz ortaktır. Sadece bizim kaderimiz değil, Kürtler özgür olduğunda emin olun Türkler, Araplar, Farslar da özgür olacaktır. Kürtler özgür olmadığı müddetçe Ortadoğu’ya demokrasi gelmeyecektir. HDP’nin temel düsturlarından biri şudur: "Kürtlere özgürlük, Türkiye’ye demokrasi, Suriye’ye veya diğer bütün bölgelere demokrasi."
 
Cizre’deki sivil katliamı uluslararası savaş mahkemelerinin gündemine mutlaka koymak gerekiyor. O trajediyi unutmamak gerekiyor.
 
‘KAYYUM ATANAN BÖLGE, YOKSULLAŞTIRILAN BÖLGE’
 
Türkiye'nin sosyo-ekonomik haritasında, Diyarbakır en koyu renk olarak görünüyor. Sosyo- ekonomik olarak en az gelişmiş bölge, gayri-safi milli hasılada en az payı alan bölge, Türkiye’nin batısına gidildiği zaman refah seviyesi yükseliyor. 70 yıllık politikada Kürt kimliği, Kürt dili bir yandan yok edilemeye çalışıldı, öte yandan ekonomik sömürge politikaları uygulandı.
 
Sadece bu mu uygulandı? Mart 2014 mahalli seçimlerinde bir başarı öyküsü var. 100’ü aşkın belediye kazanıldı. En yoksul bölgede, Kürt coğrafyasında, DBP’nin yüksek oranda seçildiği bölge. Yoksullaştırılan bölge, halkın Demokratik Bölgeler Partisi’ni seçtiği bölge, belediyelere kayyum atanan bölgedir. Bu hukuksuzluk, sömürge hukukudur. Demokraside bunun başka adı yoktur.
 
Seçilmiş olan 102 belediyenin 56 belediye başkanı cezaevinde. Bu iki gün öncenin verisi, bugün iki belediyeye kayyumlar atandı. Bunun adı Kürt düşmanlığıdır. “Kürt’e layık tek bir temsiliyeti izin vermeyeceğim” demektir. Ahmet Türk’ü cezaevine koymak demek “Ben barışı, kardeşliği cezaevine koyuyorum” demektir. Bundan vazgeçilmelidir.
 
‘TIR’LARLA GÖTÜRÜLEN SİLAHLAR KİME VERİLDİ?’
 
Bir algı operasyonu da yürütmek istiyorlar. “Teröre destek veriyorlar. Hukuk işliyor” diyorlar. Destek veren aranıyorsa Irak, Suriye üzerinden tırlar içerisinde götürülen silahlar kime verildi? DAİŞ, Ahrar-uş Şam’a kimler destek verdi? Kim kime destek vermiş?
 
Bugün Hükümetin, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, adına FETÖ dediği örgütü 12 yıl boyunca devletin, iktidarın, hükümetin ortağı haline kimler getirdi? FETÖ ile ilişkinizi irdelediğimizde hem yardım var, hem yatak var. Hukuk diye bir şey kalmadı, ama hukuksuzluk ve adaletsizliğe karşı bir direnç var. Halen muhalefet de var, adı da HDP.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan talimat veriyor, “Gereğini yapacağız” diyor. Hemen sonra fezleke sayısı 2 katına çıkıyor. “Savcılar gecikiyor” açıklaması yapıyor. Fezleke sayısı 550’ye çıkıyor. Dokunulmazlık meselesi HDP’yi bitirmenin bir tezahürüydü. Bundan önce de devlet otoriterdi, bugün aynı zamanda totaliter bir yapısı ile karşı karşıyayız. OHAL dönemimin bilançosuna baktığımızda, Avrupa’daki dostlarımızı uyarmak istiyorum, gidişatta 1930-1940’ların Almanya’sını görüyoruz. Bütün farklılıklara karşı bir yok ediş süreci ile karşı karşıyayız. Engellenmezse, geri dönüşü olmayan bir yolda bulunuyoruz.
 
‘BİR KİŞİ DE KALSAK DİKTATÖRLÜĞE BOYUN EĞMEYECEĞİZ’
 
Eş Başkanlarımız bugün cezaevinde. 7 Haziran’ın ve 1 Kasım’da baraj altında kalmamanın intikamı alınıyor. Milletvekillerimiz ağır bir tecrit içerisinde. Bir izolasyon uygulanıyor. Kaldırılması noktasında hepimizin ortak çabasına ihtiyaç var. Cezaevinde uygulanmak istenen sadece tecrit değildir, daha büyük ihlal alanlarıyla karşı karşıyayız. Milletvekillerimizin tutuklanmış olması başlı başına anayasa ihlalidir. Bir korkaklığın da ifadesidir. Hükümet, seçimle baş edemediği eş başkanları, milletvekilleri cezaevine koymak istiyor. Siyasetin hesaplaşması sandıkta olur. Hodri meydan! Bir kez daha halkın iradesine, seçime gidelim diyoruz.
 
Ya Demirtaş, Yüksekdağ bütün milletvekillerimiz, bütün belediye eşbaşkanlarımız en kısa süre içinde, aklın yoluyla özgürlüklerine kavuşacaklar ya da ikinci dalgada ben de dahil olmak üzere, bir grup parlamenter arkadaşım cezaevine gireceğiz.
                                                                                                                                  
Demirtaşlar ve arkadaşları onurlu bir yerde olacaklardır. Bir fert kalsak da diktatörlüğe, ırkçılığa, faşizme baş eğmeyeceğiz.
 
Selahattin Demirtaş cezaevinde. Ama hapsedilemeyecek kadar büyük bir yüreği var. Kim özgür değil, biliyor musunuz? Kibrinin esiri olanlar özgür değil.

(Haber Merkezi)