Giray Poyraz / Demokrat Haber

Beyoğlu işletmecilerinden ve aynı zamanda “Be Ziman” filminin yönetmeni Adar Bozbay ile söyleştik.

Adar Bozbay, yıllardır Taksim'e yolu düşenlerin gitmeyi ihmal etmedikleri Bigudi'nin işletmecisi.

İnsan, hayvan ve doğa hakları savunucusu Adar Bozbay, işletmeciliğini yaptığı Bigudi'nin açıldığı tarihten bu zamana kadar izlenimlerini anlatırken, son zamanlarda gündemimizde sık yer eden Beyoğlu'ndaki kapanan işletmelerin nedenleri hakkında da konuştu:

“SAKALLI BİR ERKEK 'BEN KADINIM' DEDİĞİNDE

-Beyoğlu'nda işletmeciliğe başladığın tarihten bahseder misin?

Beyoğlu'nda işletmeciliğe başladığım zamanlar, Bigudi sadece kadınlara ait bir eğlence mekanıydı. Mekana sadece kadınları alıyordum. Erkek hegemonyasının olmadığı, sadece kadınlara ait; kadınların kendini gerçekten özgür hissettiği, dans ettiği, konuşabildiği, bir mekan olsun istedim. Kadınlar da bu durumdan çok memnundu.

Tabii o zamanlar Queer, trans kadın beyanı hakkında da bir fikrim yoktu. Hayatımın hiçbir evresinde apolitik birisi değildim, ama zamanla politik görüşümde değişim oldu. Zaten birçoğumuz cinsiyet rollerini kadın-erkek üzerinden kurduğumuz için, politik duruşumuz da o eksende oluyordu. Mesela; sakallı bir erkek geldiğinde mekana girmek istediği zaman, 'ben kadınım' dediğinde, 'hayır sen erkeksin' deyip, mekana almıyordum. Yıllar içinde bunun pişmanlığını duydum. Çünkü o trans bir karakter. Onun trans olup olmadığını sakalıyla yargılayamazsın. Bunun kararını veremezsin.

Bigudi, sadece eğlenmek için ya da alkol tüketmek için gelinen bir mekan değil. Burada birçok dayanışma etkinlikleri, toplantılar da alınıyor. LGBTİ oluşumları ve diğer hak temelli inisiyatiflerden de buraya gelip toplantı alanlar var. Aklımızda sosyal aktivite etkinlikleri de var. Mesela, bir film gösterimi neden yapılmasın? Bu konuda görüşünü aldığım tanınan ve sevilen oyuncular da var.

Bigudi'nin kapısı ötekilere, ezilmişlere ve hak temelli mücadele veren birçok kişiye de açıktır. Buraya kadını, LGBTİ'yi, hayvanı ya da bir insanı ötekileştiren birisi asla gelemez. Buna izin vermeyiz.

“GEZİ SÜRECİNDEN SONRA BİZE HAKSIZLIK EDİLDİ”

-Beyoğlu'nda kapanan birçok işletmeden bahsediliyor. Bunun nedenleri nedir? Siz bir işletmeci olarak ne düşünüyorsunuz?

Beyoğlu'nda birçok mekanın kapanması ilk Gezi süreciyle başladı. Gezi direnişine gelen birçok insana polisin saldırısı sırasında işletmeler olarak kapımızı açtık. Biber gazından etkilenen insanlara limon verdik, biz de Gezi direnişinde bizzat yer aldık. Tabii, gezi sürecinde polisin saldırısı olduğu zamanlar insanları içeriye almayan mekanlar da oldu, ama bunu Beyoğlu esnafının geneline mal etmek yanlış olur. Çevreden bu yönde birçok eleştiri duydum, okudum. Her defasında Beyoğlu'na, işletmelerine sahip çıkılması gerektiğini dile getirdim. Örneğin; bir yerden bileklik alıyorsan 10 liraya, gel Beyoğlu'ndan al, ki buranın esnafı yaşasın.

Bundan 10 yıl öncesine kadar Beyoğlu'nda yapabileceğimiz birçok alternatif vardı. Beyoğlu; sadece eğlenebildiğimiz, alkol içebildiğimiz bir yer değildi. Sinemaya gittiğimiz, operaya gittiğimiz, akşamına arkadaşlarla bir mekanda buluşup sohbet edebildiğimiz bir yerdi aynı zamanda. Önce AKM (Atatürk Kültür Merkezi) kapatıldı, sonra Emek Sineması...

O zamanlar AKM ve Emek Sinemasının kapatılmasına karşı protestolar yapıldı, ama yeterli olmadı. Zaten sistem protesto hakkını dahi engelledi, insanlar da protestoyu sürdürmek için yeterli mücadele vermedi. E sonra pişmanlıklar...

'Bir zamanlar Beyoğlu'nda AKM'ye, Emek sinemasına, şuna buna giderdik' dememek için yeterli mücadeleyi vermek gerekiyor. Bunun her zaman eleştirisini yaptım. Bu şekilde daha çok pişmanlıklar yaşarız; Yeşilçam da kapanır, Beyoğlu Sineması da... Böylece Taksim'de gezme kültürü anca yemek, içmek üzerine olur. Kültürel özelliğini kaybeder.

Taksim'e geldiğinde sinemaya, tiyatroya, operaya, baleye gidip, ardından da akşam arkadaşlarıyla alkol içmek isteyen kişilerin Taksim'e sahip çıkması gerekiyor.

“İNSANLAR ARTIK TAKSİM'E GELMEYE KORKUYOR”

İstanbul'da yapılan bombalı saldırılar da Taksim esnafını çok etkiledi. Taksim'e gelen kitlenin çoğunluğunu Arap turistler oluşturuyor. Kendi halkımız can güvenliğinden duyduğu endişe sebebiyle Taksim'e gelmek istemiyor. İnsanlar kendi aralarında da spekülasyon haberler yayıyor; 'bundan sonra daha büyük patlama olacakmış, birkaç canlı bomba hala yakalanamamış' gibi... Sonuç olarak Taksim’de bulunan birçok işletme bu durumdan çok etkilendi ve kapandı.

Arap turistler demişken... Taksim'de sosyo kültürel yapının bozulması da işletmecileri etkiledi mi?

Tabii ki. Çoğunluk artık Araplar olduğu için, işletmecilerin birçoğu da çoğunluğa göre hareket etmeye başladı. Yalnız burada değinmek istediğim bir şey var; Arapfobi... Birçok insan Taksim'de Arap turistlerin çoğunluğundan rahatsız. Neden? Bugün Arap turist fazla olur, yarın Alman... Ya da Araplar bugün daha çok Taksim'e gelirken, yarın Karaköy'e gider. Bu bahane olamaz, ancak ırkçılık olur. Ne yazık ki, en sosyalist dediğim kişiler dahi bu çemberin içinde...

GÜNAHLAR ŞEHRİ, DENGE, BE ZİMAN...

Yazmış olduğun bir kitap ve 2 kısa metrajlı filmin var. Bahsetmek ister misin?

“Günahlar Şehri” adlı kitabım, yanlış hatırlamıyorsam 2005 yıllarındaydı, üniversiteyi yeni bitirmiştim, kısa öykülerden oluşuyordu. Şu an baktığımda çok beğenmiyorum. Çünkü, o zaman kullandığım dilin bana çok melankolik, kişisel geldiğini düşünüyorum. Kalem dilim değişti, düşüncelerim değişti, yazı tarzım değişti. Sonrasında baya bir şeyler yazdım; öykü yazdım, mektuplardan oluşan bir kitap yazdım, sonra birini seçip onu roman yapmaya karar verdim. Şu an yazdığım kitap üzerine bir sıfat veremem. Yani; öykü mü, deneme mi, roman mı... Aslında hepsinin karışımı bir şey. Kendine özgü döngüsü olan bir kitap.

DENGÊ (SES)

Sinema gerçekten kolektif yapılan bir iş, ama benim Bigudi'yi açmamdan da kaynaklı, hep bir şeyi kendi başıma yapabilirim düşüncesi var. Bunun eleştirisini yapacağım. Çünkü tek başına bir film çekemezsin. Bu bir hayaldir. Kendin yazıp, kendin yönetebilirsin ama atıyorum sanat yönetmenliğinde ben olcam, makyöz ben olcam, kostümist ben olcam, müziğini ben hazırlayacağım, kurgusunu da ben yapacağım gibi bir şey yok. Zaten her konuda iyi olamazsın. Hepsini bilmek zorundasın, ama bilsen de hepsini bir kişinin yapması imkansız.

Ben, “Denge” filminde bir annenin 4 çocuğunun farklı karakterlerini gösterdim ve annenin de her birisini aynı eşitlikte sevmesini konu aldım. Bir çocuk sosyalist, diğeri LGBTİ Pride'lara katılan eşcinsel bir kız. Bir oğlu sinema emekçisi ve kendi hakkını savunuyor. Bunlar 1 Mayıs'ta bir araya geliyorlar, ama hepsi birbirine zıt. Ama annelerini kaybettikleri zaman, mezarında her birisi aynı acıyı paylaşıyor. Bu filmde ne kadar farklı olsak da, bir noktada aslında hepimizin acısının aynı olduğunu anlatmaya çalıştım, ama tek başıma yapmaya çalıştığım için gerçekten hepsi allak bullak oldu. Çocuklardan birinin kıyafetini değiştiriyorum, şu makyajı yapalım derken, diğerinin örtüsünü takıyorum, bir yandan kamera çekimini yaptırıyorum. Yani bu yüzden çok içime sinen bir şey olmadı. Bu sebeple hiçbir festivale göndermedim.



“BÊ ZİMAN (DİLSİZ)”

89-90 yıllarında köye giderken, ilkokul çocuklarının orada kötü durumda olduğunu gördüm. 1 derslikte 5 sınıfın okuduğunu gördüm; 1'inci, 2'nci, 3’üncü, 4’üncü, 5'inci sınıflar bir derslikte öğrenim görüyorlardı.

Ben çok şaşırmıştım. Öğretmen önce 1'inci sınıflara ders veriyor, sonra 2'nci sınıflara falan... Bu hikaye hep içimde kaldı. Sonra ben bunu çekmek istedim. Aynı köye gittim, benim doğduğum köydü ama yıllar sonra gittim. Tahminen 25 yıl sonra...

Tabii her şey değişmiştir; sistem değişmiştir, koşullar değişmiştir, dönem filmi olacağı için zor olacak diye düşünüyordum. Gittiğimde çok şaşırdım, her şey aynıydı, hiçbir şey değişmemişti. 1989 ile 2013 arasında hiçbir şey değişmemiş. Kırık bir cam vardı okullarında, çocuklar hala elleriyle tezekleri sınıfa getiriyordu, sonra ısınmak için kendileri yakıyordu ve tek bir öğretmen. Değişen tek şey 1 derslikte 5 sınıf değil de, 4+4+4 sistemi geldiği için, 1 derslikte 4 sınıf vardı. Çocukların hiçbirisi iyi Türkçe bilmiyordu, çok az Türkçe konuşuyorlardı. Öğretmen Türk olduğu için yine anlaşamıyorlardı ve her gelen öğretmen değişiyordu.

Benim orada anlatmak istediğim aslında Türk, Kürt, bilmem ne değil, oraya öğretmenler geliyor, aynı şeyi yaşıyor ve hiç kimse elini taşın altına koymuyor, ki koymak zorunda, o hayatı yaşamak zorunda da değil. Ama her defasında yeni bir öğretmen geldiğinde çocuklar umutlanıyor ve öğretmen gidiyor; çocuklar o hayatına devam ediyor. O çocuklar için hayat hep aynı... 89'da da, 99'da da, 2009'da da...

Filmin sonu da öyle bitiyor zaten; başka bir öğretmen geliyor, “ben yeni öğretmeniniz” falan diyor ve film bitiyor. Bu filmi bir iki festivale gönderdim; Montreal Türk Filmleri Festivali de bunlardan birisi. Denge'yi saymazsak eğer, benim içime sinen, ekiple yaptığım bir işti. Bu ekip işiydi. Sesçi çok sevdiğim bir arkadaşımdı, yine Emre Konuk görüntü yönetmenliği yaptı, çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Çok güzel bir iş çıkardık. Gece, gündüz karlar altında çalıştık.

O çocuklar soğukta gelirken içim sızlıyordu. Ben bir daha çocuklu film yapmayacağım, çocukların üşümesine dayanamıyorum gibi isyan ettim, ama çok zevkli ve keyifli bir işti. Sonuç olarak birçok film festivalinde de gösterildi; tiff film festivali, Mardin Kürt Film Festivali, Yılmaz Güney Film Festivali bunlardan birkaçı. Ödüller de aldı birçok yerde. Daha da bir yerlere göndermedim, çekmek için çekmiş oldum. Aslında göstermek için çekmeli, ama göndermeyince de öylece kaldı. Mesut Ulutaş kurgusunu yaptı, çok sevdiim bir arkadaşım. Bundan sonra da onunla birlikte çalışmayı düşünüyorum.

( Be Ziman: https://vimeo.com/63057827 )

“BERGMAN VE TARKOVSKY'İ ÖRNEK ALIYORUM”

-Şu an üzerinde çalıştığınız bir proje var mı?

Evet, iki eşcinsel kadının ilişkisini anlatan, ama aslında çok queer bir film. İçinde trans karakteri de işliyoruz. Daha da detaylı bahsetmek istemiyorum, sürpriz olsun. (gülerek)

Çok övecek olursam, Bergman ve Tarkovsky'i örnek alıyorum. Aslında belki de etkilendiğim bütün yönetmenlerden örnekler alıyorum. Henüz böyle bir film yok, ama kafamda böyle bir film canlandırıyorum. Kısacası sevdiğim bütün yönetmenlerin izlerini göstereceğim.