“Arap Baharı” başladığı Tunus’ta on beş gün, Mısır’da iki, Libya’da on ay sürdü. Suriye’de ise bitmiyor. 2011 Mart’ında Daraa kentinde başlayan Suriye macerası koca bir ateşe dönerek herkesi yakıyor.

Suriye, kan ve gözyaşının fışkırdığı topraktır artık. Irak’tan sonra cehennemin yeni adıdır. Buradan yükselen ateş sadece Suriye’yi değil etrafını da yakıyor.

Son örnek Reyhanlıdır. İlk dersimiz ise, hiç bir ekonomik ve politik gücün devşirilmesine tırnağını dahi vermeyeceğimiz insanlarımızın ard arda patlayan bombalarla can verdiğidir.

Kabul edelim, Suriye’de oluşabilecek herhangi bir rejim değişklikliğinden ömrü hayatları boyunca zerre kadar etkilenmeyecek olan insanlar Suriye’deki rejim kavgasına kurban edildiler.

İkinci dersimiz, Suriye olaylarını hükümetin doğru okumadığıdır. Doğru okumadığı, Suriye olaylarını Esad’ın varlığı ve yokluğuna bağlayarak kişiselleştirmesinde ve olayları sadece Türkiye’deki Sünni cephenin gözlüklerinden okumasında yatar.

Esad rejiminin varlığını bir küfür rejimiyle eş değer gören bu güçler Suriye’deki rejimin gidişine atılan her adımı cihat, verilen her mücadeleyi cenneten yer kapmanın aracı olarak yansıttılar.

Neredeyse Suriye toprakları Esad’a karşı mücadele edenlerin biletlerini cennete “check in” ettikleri bir alana dönüştü.

Cennetin kapıları Suriye’de açılmışcasına dünyanın her tarafından “mücahidler” akın akın buraya akmaya başladılar. İsrail’in Suriye’ye saldırıları bile bu akını durdurmaya yetmedi.

Mücahidlerin cennete akını, tekbir seslerinin altında kesilen kafalar, damdan atılan insanlar birilerinin dikkatinden kaçmadı elbette. Bu hareketler Esad gitse bile sonrasında Suriye’de yaşanacaklar hakkında bazı ipuçları verdi.

Velhasıl, Suriye’nin Esad sonrası Afganistan’a dönüşme ihtimali muhaliflere güveni zayıflattı ama bu süreçte muhalifler dışında eli tutulacak eline silah verilecek başka bir unsur da bulunmadığından eldeki malzeme ile durum kurtarılmaya çalışılacak ama asla ve asla muhaliflerin Suriye’de güç kazanmasına iktidar olmalarına izin verilmeyecek.

Türkiye’nin hatası muhaliflere aşırı güveni ve verilecek lojistik-askeri destekle kısa sürede Esad iktidarının yıkılacağı üzerinde hesap yapmasıydı.

Yine kabul edelim ”birkaç hafta, birkaç ay, Emevi Camiinde bayram namazı”, “bir saate Şam” turları fantazileri ile Suriye gerçekliği kavranamadı. Suriye’nin dinamikleri ile Libya, Tunus, Mısır dinamiklerinin farklılığı anlaşılamadı. Suriye'nin, artık sadece Suriye olmadığı ve “vekalet savaşlarının” yaşandığı, uluslar arası güçlerin mücadele alanı olduğu anlaşılmadı.

O yüzden Suriye’de olanlara, olacaklara sadece muhaliflerin zaferi ya da Esad’ın zaferi olarak bakmak resmi tamamlıyor. Yine sadece Esad ve muhaliflerin kendi aralarında anlaşması bile artık çözümü getirmeyecek.

Reyhanlı saldırısı bu çözümsüzlüğü gösteren ve kim tarafından yapılmış olursa olsun özünde çözümsüzlüğün faturasını Türkiye’ye de gösteren kanlı bir eylemdir.

Uzun uzun stratejik analizlere, amaya mamaya, bölgesel denklemlere, zamanlamaya dikkat etmeye ne hacet var, mesaj açıktır, muhalifler yapmışsa “biz bıktık, verdiğin silah, destek yetmiyor, hadi artık, sen de savaşmalısın,” Esad yapmışsa, bir taraftan hükümetin Suriye politikasına tepki artırarak tarafsızlaşmasını sağlamak bir taraftan da ”hala varım, burdayım, gerekirse ülkeni bile karıştırım” diyerek “ya artık sen de savaşa dahil ol ya da lojistiği kes”mesajı veriliyor. Özetle, nerden tutsan elinde kalıyor, nerden tutsan tutulmuyor.