Yaklaşık 200 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği Kolombiya iç savaşının sonunda, Küba devlet başkanının humaniter hakemliğinde Kolombiya devlet başkanı ile FARC lideri el sıkışırken, ne yazık ki bizde 7 Haziran seçimlerini hazmedemeyen, sallantılı iktidarın derinleştirdiği savaş; Cizre’de İnsanlığa Karşı İşlenen Suçla, Soykırım Denemesiyle hat safhaya çıktı. Çok istememe rağmen bir sağlık durumum nedeniyle katılamadığım Cizre avukat heyetinin gözlemleri, anlattıkları bu coğrafyada yaşayan herkesin kanını donduracak vahamette. Cizre’de yaşamını yitirenlerle birlikte; İHD’nin dün açıklanan raporuna göre 21 Temmuz’dan bugüne kadar kurşunların ve bombaların hedefinde ölen sivil sayısı 96. Bunların 21’i çocuk. Cizre’de yaşanan sivil ölümlerini Şırnak, Silopi, Diyarbakır/Bismil takip etti. Bismil’de Avaşin mahallesinde bir eve atılan roket atar sonucu 8 yaşındaki Elif Şimşek yaşamını yitirdi. Sandık taşıyarak milletvekili çalmak suretiyle kirli tahtı korumak ihtirası can almaya, temel insan hakkı olan ‘Halkların Barış Hakkını’ çiğnemeye devam ediyor.

Ben bu yazıda neden Cizre katliamının Gazze’de yaşananlara benzercesine, soykırım denemeli insanlığa karşı suç, sadece o da değil savaş suçu olduğunu, insan hakları hukuku kriterlerine göre irdeleyecektim. Bilindiği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesinin dayandığı Roma Statüsünün 7. maddesi, Uluslararası Ceza Mahkemesinin içtihatlarında getirdiği netleştirmeleri de kapsadığı için, bu suçun uluslar arası hukuktaki kurucu öğelerini yansıttığı kabul edilir.

Roma statüsünün 7. maddesi gereğince, insanlığa karşı suçların niteliği olarak şu üç şarttan söz edilmektedir; 1- Fiilin yaygın ve sistematik bir saldırı çerçevesinde gerçekleştirilmesi,2- Fiilin sivil halka yönelik olması, 3- Failin kasıtlı biçimde ve kendi suçunu da kapsayan bu saldırının bilincinde olarak hareket etmesi. ( Öldürme, Yok etme, Köleleştirme, Halkın sınır dışı edilmesi ya da zorla bir yerden bir yere nakledilmesi, Fiziksel özgürlüğün ağır olarak sınırlandırılması, İşkence, Tecavüz, Cinsel kölelik, Seks işçiliğine zorlama, Zorla hamile bırakma, Zorla kısırlaştırma vs., Cinsel şiddet, Siyasi- Irksal- Ulusal- Etnik-Kültürel-Dini ya da Cinsiyetçi saiklerle yahut uluslararası hukukta evrensel biçimde kabul edilemez olarak alınan diğer kriterlere dayanarak bir gruba ya da topluluğa karşı yapılan zulümler, kişilerin zorla kaybedilmesi, Apartheid suçu, fiziksel bütünlüğü ya da fiziksel ya da ruhsal sağlığı ağır biçimde tehdit etme ya da büyük acılara yol açma kastı ile işlenen tüm diğer insanlık dışı haller. )

Bu konuları açımlayacaktım. Ne var ki değerli meslektaşım, Cizre’de yerinde inceleme yapan hukukçu Arın Gül Yeniaras’ın gözlemlerine ilişkin; “Ev Yoğurdu ve Mavi Cizre” yazısını okuyunca, bu yazının teknik izahlardan da öte her şeyi gayet açıklıkla vurguladığını, hem de sarsıcı biçimde vurguladığını gördüm. Meslektaşımın yazısını aynen paylaşıyorum:

Ev Yoğurdu ve Mavi Cizre

İstanbul’un Cihangir mahallesinden, daha önce adını sadece haberlerde duyduğum, yakınını, yöresini de hiç bilmediğim Şırnak ilinin Cizre ilçesine gidişimi, orada gördüklerimi, henüz hayatımda konumlandırabilecek kadar hazmedememiş olsam da, bu yazıya göz atacak insanların okuduğunu anlama gücüne güvendiğim için, yazacağım. En azından, dile gelen, bir kısmını.

İçinde ne olduğunu incelemeden besin tüketmezken, organik besinin tohumunu bile araştırdığım sağlıklı hayatımda, içine neler katıldığını bilmediğim haberlerden zehirlendiğimi hissettiğim için atlayıp gittim Cizre’ye. Merak kadar sade bir sebepten, yoğurdumu evde yapmak kadar duru bir akılla, hakkım olan doğru/katıksız/aracısız bilgiyi kendim almaya gittim.

Sosyal medyada gördüklerime dayanamadığım için, ölümler yanı başımda tarihe yazılırken, bir evlat, bir kadın, bir tanık olarak gittim.

Taziyeye gittim, ne söyleyeceğimi bilemeden biraz.

Nitekim, insan bazı anlarda sadece izleyip, dinliyor, tepkileri ruhuna yerleşiyor, içine, derine, o anda da sadece bakakalıyormuş. Gidince gördüm.

Yanmış evininin fotoğraflarını ve yanmış bacak protezinden -naylon poşete sardığı- kalan kısmı, Cizre Belediyesi’ne getiren yaşlı adamın, "en azından protezden bulabilir misiniz, benim hiçbir şeyim kalmadı" deyişi karşısında "Hasar Tespit Tutanağı" başlıklı bir kağıda yazı yazmak, İstanbul'dan geldiğimi duyunca sırt çantamın içine girip onu da İstanbul'a götürmemi isteyen, eliyle de "sus" işareti yapan 3-4 yaşlarındaki çocukla bakışmak, Cudi Mahallesi’nde misafir edildiğim evde (yakın zamanda keskin nişancılar tarafından kurşunlanmış bir ev) her an bir şey olabileceğini bilip -annemi düşünerek- uyuyamazken, yan odada uyuyan altı aylık bebeği hatırlayıp, korkmaya bile utanmam ve benzeri pek çok halim, boşlukta uçuyor...

Nur, Yafes ve Cudi Mahallelerinde dolaştım.

Evlerin duvarları, kapıları, dükkan kepenkleri, klima kutuları, camlar, yürürken sokaklarda görünen her yer delik deşik. Kurşun izleri yer yer 15 cm çapında, yer yer daha geniş. Bazı evler roket atar ile vurulmuş, yanmış, yıkılmış, içlerine girince yaşama dair bir terlik, bir çamaşır makinası iskeleti, kenarda bir bisiklet iskeleti...

Silme kurşun delikli kapıların aralık kaldığı evlerin avlularında, gelenleri görünce gülümseyip el sallayan sıfır-on yaş arası sayısız çocuk... “Abla gel bak ne göstereceğim” diyor küçük kız çocuğu, evlerine giriyorum, mutfaklarına kocaman delikler açan silah ne ise, onun parçaları var yerde, siyah uzun sert plastikten parçalar. Ev perişan. İyice kenara saklanmışlar.

Anneleri kapanmış üstlerine.

Çocuklara hiçbir şey sormuyorum, tek kelime bile, bazıları anlatıyor. Bazı çocuklar, benim gibi yabancıları görünce uzaktan kapıların arkasına saklanıp kafasını uzatarak gizli gizli bakıyor, yaklaşınca uçup kaçacak kuşlar gibiler, yaklaşmıyorum, öyle bakınca kendime ben de kendimden korkuyorum.

Cizre çok sıcak. Keskin nişancılar, klima kutularını vurmuş, evlerin damlarındaki su depolarını vurmuş, böyle susuz kalmış herkes, “klimalardan damlayan suları çocuklara içirdik” diyorlar. Evden çıkıp yan komşuya gidenler bile hemen vurulduğu için, evde aç, susuz, çoluk çocuk çaresiz kaldıklarından bahçelerindeki kuyulardan su çekmişler. Çocukların hepsi kuyu suyundan mikrop kapmış ama cep telefonu hatları kesik, ambulans çağırılamıyor, çağırılsa da kurşunlandığı için gidemiyor.

Sadece jeneratör olan evlerde iletişim var. Çoğu evde yok.

35 günlük bebek, evleri silahla taranınca annesinin kucağından düşüyor. Hastaneye götürülemediği için hayatını kaybetmiş. Sabah saat 7’de evinin önüne çıkan 18 yaşındaki Osman sırtından, omzundan ve sol bacağının diz üstünden vurulmuş, ambulans 2 saat girememiş sokağa, izin verilmemiş, kan kaybetmiş, sonra ambulans durdurulmuş derken hayatını kaybetmiş. 14 yaşındaki Bünyamin de zırhlı araçtan açılan ateşle yaralanmış, hastaneye götürülürken yine zırhlı araç ateş açmış ve yaralı olduğundan kaçamamış, hayatını kaybetmiş orada.

18 Yaşındaki Zeynep, Cizre dışındaki babasını merak edip telefon açabilmek için komşuya gidiyor, kucağında bebeği ile evine dönerken taranıyor, Zeynep’e yardıma gidenler de yaralanıyor, onlara da ateş açıldığı için, Zeynep hayatını kaybediyor, yaralı bebeği hala hastanede.

Zincirli ve ağır tanklar girmiş sokaklara, kullanılmamaktan paslanmışlar ve şimdi çıkarılmışlar tekrar yerlerinden, dev gibilermiş, “öyle bir sesi vardı ki, dayanılmaz” diyorlar, 65 yaşındaki, 70 yaşındaki insanlar gerginliğe dayanamayıp kalp krizinden hayatlarını kaybetmişler. Anneler çocukların kulaklarına pamuk tıkamış ama ses insanın bedenini sarsar cinstenmiş.

Çocuklar her şeyde tanık. Korkmuş, küçük, tanıklar, onlar.

10 Eylül günü Cudi Mahallesi’nde sokakta oynadığı esnada saat 17.00 civarında Selman, keskin nişancılar tarafından başından vurularak öldürülmüş. Selman 10 yaşında…. Berkin Elvan’dan 4 yaş küçük. Vurulduğu yere gidiyorum, dünya duruyor. İnsan hareket edemiyor. O güne kadar bildiğiniz oradaki tanıklığınıza yetmiyor.

Hastaneleri polis ele geçirmiş, gelen hemen tutuklanıyor, yaralılar evlerde, bir iki kişiyi ziyaret edebildim. Parça tesirli bombalarla saldırılardan parçalar kalmış vücutlarında insanların, öylece yatıyorlar. Çok insan komşusunun feryadını duyup yanına koşarken vurulmuş.

Dar sokakları dolaşırken helikopter geçiyor üzerimden ve epey alçaktan. Kalbim öfkeden yerinden çıkacak gibi atıyor. Hırstan gözlerim doluyor. Sesi hala kulaklarımda.

Anonsları anlatıyor herkes, zırhlı araçlardan polis anonsu: “2 saate kadar hepinizi temizleyeceğiz Ermeni piçleri!”, “Gelsenize evcilik oynayalım Ermeni piçleri”...

“İnsanlar ilgilenmeseydi, batıdan kalkıp gelmeselerdi, hepimizi öldüreceklerdi” diyor bir yaşlı amca. “Sessiz sedasız öldürdüler bizi, basını da almadılar, kimsenin sizi duymaması korkunç bir şey, kabus gibi bir şey” diyor.

...

Güvercinleri, kedileri, inekleri, köpekleri... çocukları keskin nişancıların vurduğu bir yerden bahsediyorum.

...

Gitmeden, Cemile’nin annesini (bütün cesaretimi toplayıp) ziyaret ediyorum. “Başınız sağolsun” diyemiyor insan. Bir ziyaretçi gelince avluda ev halkı toplanıyor. Cemile’nin annesi, dayısı, akrabalar ve mahalleli oturuyoruz. Anne az konuşuyor, gözler dolu dolu. Dayısı anlatıyor: “Buranın polisini tanıyoruz, çocuk vurmaz onlar, bu keskin nişancılar özel getirtilmiş, böyle zulüm görmedik” diyor. “Sokağa çıkma yasağı bitti, haber geldi, rahatladık ki, o gün mahalleyi taradılar” diyor. “Polisin Ermeni piçleri anonsu bitmedi” diyor. Bir taraftan ateş ederken bir taraftan da ağır aşağılama çabası... Ailenin o zaman olduğu eve, 92 yılında, yine devlet bomba atıyor, 14 kişiler evde o gün, 7 kişi orada hayatını kaybediyor. “7 kişi hayatta kaldık biz ama nasıl kaldık” diyor, “hepimiz yarım insanız”, “benim bütün bağırsaklarım çıktı o bombalamada, başka akrabamızın gözü çıktı” diyor ve devam ediyor Cemile’nin vurulmasını anlatarak...

“Kapının önüne çıktık seslere, sonra içeri girdik Cemile kapıdaydı, bir ses geldi, yere yığıldı, keskin nişancı vurdu Cemile’yi. Aldık. O gece annesi yanında yattı, vücudu şişmeye başladığı için yan evlerden, herkes biraz buz verdi, bahçelerden geçerek topladık, annesi saatlerce buz tuttu, sonra soğutucuya koyduk”...

“İstanbul bilmiyor burada neler olduğunu, anlatın”, ben de “anlatacağım” diyorum kelimenin sonunu kendim bile duymadan bitiriyorum. Cemile’nin annesine, “annem” diyorum "İstanbul’da ve size başsağlığı diledi, çok üzgün. Ben buraya gelirken endişelendi ama gitme diyemedi bana” diyorum, giderken sıkı sıkı sarılıyor Cemile’nin annesi, “bütün anneler hisseder” diyor, selam söylüyor anneme...

Evden çıkarken Cemile’nin vurulması sonrası onu öldüren kurşunun geçtiği yeri gösteriyorlar, 10 cm çapında, demir bahçe kapısında bir delik. Nişancı tam karşıdaki dağın karakolundan ateş etmiş.

O mesafeden o koca kurşunla 10 yaşındaki bir beden üzerinde iktidarını pekiştirmiş devlet...

Çocukları öldürülen anneler “barış istiyoruz” diyorlar.

“90’larda da biz öldük, o zaman da barış istedik, şimdi de sadece ve en çok biz barış istiyoruz... Yeter artık”.

...

Benim kılıma zarar gelse annem babam dünyayı yakar diyorum.

Aklım almıyor, Cizre’de kiminle konuştuysam herkes barış istiyor.

Mahallelerde, oğulları henüz askerden gelmiş anneler, devletin çocuklarını kurşunladığı annelerle birlikte, barış istiyorlar.

Nutkum tutuluyor.

Facebook’ta barış isteğini hor gören, bununla alay eden, kullanıcı adı ve şifresi ile başkalarının çocukları ölsün diye propaganda yapan, bunu fikirden sayan, skor tablosu doldurur gibi sayı yarıştıran rol kişileri geliyor aklıma, hadsizlikleri, bu anneler yanındaki küçücüklükleri ve değersizlikleri netleşiyor.

...

Verdiğim söz gereği, olanları biraz yazabildim şimdilik.

Annem ben Cizre’ye gitmeden hiç söylemedi de, dönünce konuştuk, gurur duyuyormuş benimle, ben de seninle gurur duyuyorum anneciğim, hiç karşılaşmadığın başka anneleri hisseden, yürekli bir kadın olduğu için.

Sevgin korkundan büyük olduğu için.

...

Son olarak;

“Ne renk?” derseniz:

Cizre, mavi.

Arın Gül Yeniaras

***

Unutulmasın ki insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemez. Seçim gasplarıyla, sandık oyunlarıyla anı kurtarsanız dahi insanlığa karşı suçlu kürsüsüne oturmaktan asla ve asla kurtulamayacaksınız.