Entropik bir buhrandır, paradigmal kadavram. Oğlakların çığlıkları karışır kiriş sesine, iri ve eğri bir temrenden akan, ensemde bir damlacıktır hissedilen. Odağını kaybetmiş mermi kendi kovanında yönsüz ilerler. Kayıklar çalkantıda tekler, ustası kapıda bekler. Yayını kendim çektim, gerdim de gerdim, gitsin istemezdim.

İnim inim inliyordu, içimde büyüyen ordular... Solukları kesildi surlarında, sonra soru bile sordurmadan boğduruldular. Yola çıkartılmamıştı yakılan gemiler, açıklara geçmemişti, enginleri aşmamıştı, ateşlere atılana dek. İçindeki düşman, sözde sevecen ve süslü, yıkılsın hülyaları, bulunmasın ölüsü. Hızlıydı ve kızgın. Yılgınlık nedir bilmez, eğilmesinden ürkün, zira yutar tüm öfkenizi.

Hepimiz zamanın düşmanıyız, zaman doğurdu bizi, aynı ananın ak sütüyüz, zamanda bıraktık ayak izi. Dikkatle bakıldığında anlaşılır bazı şeyler veya hiç bakılmadığında bulanıklaşır. Ah, teselli etmez bazen, sular, nehirler. Buz lazım bazen, kendi dondurduklarından...

Tam soracaktım ki, iklimlerin zoru neydi, ciltler dolusu kelimeye boğdu zihnimi. Zamanın attığı oku al, yarıl da gir içeri, orada yön benim, farkı yok geri ve ileri. Kabını onarmak için dön, sonda bul, yolda kal...