ODTÜ reklamında oynayanların çoğu, okudukları bölümü seçmemişler. Tam tersi, işkollarına savrulmuşlar.

Dr. Bilal, Bodrum’da sahne alıyormuş. Dr. Erol Köse bildiğiniz gibi (cevval bir Twitter aktivisti olmasının dışında) iyi bir müzik yapımcısı. Dr. Ferhat Göçer ise tartışmasız bir düet ustası. Bunları art arda sayınca ‘Acaba tıp fakültelerinde müzik dalında bir uzmanlaşma var da ben mi bilmiyorum?’ diye düşündüm. Bakın Dr. Mustafa Altıoklar’ı saymıyorum, kendisi (hayli alıngan) bir sinema yönetmeni. Düşündükçe daha akla bir sürü isim gelebilir.

Ne umduk, ne bulduk...

Sahi hangimiz 18 yaşında hayal ettiğimiz mesleği yapıyoruz?
Ya da şöyle söyleyelim, bizim zamanımızda dershanelerde (ki gidebilenlere) sadece test çözmek öğretiliyor, 17 yaşında bir gence ‘Hayatta ne olmak istiyorsun?’ diye sormak kimsenin aklına gelmiyordu. Nitekim ben mimar olmak isterken matematiğe kafam basmadığı için kendimi (iyi ki de) gazeteci buldum. Bilmem yıllar içinde sistem değişti mi... Konuyu getirmek istediğim yer, aslında dün yarım bıraktığımız tartışma. Neden üniversiteye gidiyoruz? Üniversitelerden ne bekliyoruz?
İleride yapacağımız bir işin öncesinde altyapı sahibi olmak için mi, yoksa meslek sahibi olmak için mi? Mesela ABD’nin saygın üniversitelerinden herhangi birine gidin, 4 yıl okuyun, üzerine yüksek lisans yapmadan meslek sahibi olamıyorsunuz. En azından doktor, mimar, avukat olmanız için üniversite okumanız yetmiyor. Zira Amerikan sistemi, üniversiteyi bir arayışın altyapısı olarak görüyor. Kendinizi dinliyorsunuz ve soruyorsunuz: ‘Ben bu hayatta ne olmak istiyorum?’ Ne yazık ki bizim sistemimizde önce üniversiteye giriyorsunuz, bitirdikten sonra fırsatınız olursa “Sahi ben ne olmak istiyorum?” sorusunu soruyorsunuz. Bir de bakmışsınız düet kralı olayım derken doktor olmuşsunuz... Üniversitenin bizdeki anlamının tanımında bazı aksaklıklar var. Bunu en iyi ODTÜ’nün reklam filminde görebiliriz. ODTÜ’nün reklam filminde vakıf üniversitelerine zeki ve çalışkan öğrencileri kaptırmamak için oynayanların kaçı, mezun olduğu bölüm ile ilgili sektörde çalışıyor dersiniz?

Mesela Yeni Türkü’nün solisti mimarlık bölümü mezunu Derya Köroğlu’na mimar diyebilir miyiz?
Ya da ODTÜ makine mühendisliğinden mezun gazeteci Murat Yetkin, makine mühendisliğine girecek öğrencilere gazeteciliği mi tavsiye ediyor?! Ya ODTÜ inşaat mühendisliği mezunu yazar Mehmet Eroğlu’na ne demeli?
Yine aynı reklamda yer alan ODTÜ mühendislik bölümü mezunu reklamcı Haluk Mesci, sizce üniversitede gerçekten doğru bir bölümü mü okumuş?
Ya ODTÜ mimarlık bölümü mezunu başarılı gitarcımız Ahmet Kanneci’ye ne demeli?
ODTÜ reklamında oynayanların neredeyse tamamı okudukları bölümlerdeki işleri seçmemişler. Hatta tam tersi, işkollarına savrulmuşlar. Bu reklam filmini izleyip ODTÜ’ye gidecek olanlara küçük bir tavsiyem var. Reklamın sonunda ‘Bizler dünyayı değiştirebiliriz’ yazıyor ya...
Anlaşılan, işe herkes kendini değiştirmekten başlamış.
Bu da bir teselli!

Memlekete hoş geldin Kemal Burkay 

Dile kolay, 31 yıl 4 ay sonra nihayet özlediğiniz vatanınızdasınız. Üstelik yalnız da değilsiniz, şair yüreğiniz, inancınız, duruşunuz, kadim gülümsemenizle dolu dolu memleketinize dönüyorsunuz. Yıllar, saçlarınızı ağartmış olsa da, her türlü otoriteye karşı dimdik duruşunuzdan ve yüreğinizdeki yumuşaklıktan tek bir adım bile geri attıramadı size... Yazılarınız, şiirleriniz bize bunu söylüyor.
Sayın Burkay, siz gittiğinizden beri bu toprakların derelerinden çok sular aktı. O sularda Türk’ün ve Kürt’ün akan kanı birbirine karıştı. Şiirlerinizde vaat ettiğiniz ne o film geldi ne de iklim değişip Akdeniz oldu. Gülümsemelerin yerinde çoktandır ölümün acısı, ince bir sızı olarak duruyor. Kalbimiz, adını bilmediğimiz, bilsek de unuttuğumuz gencecik insanların kuramadığı hayallerinde, ailelerinin kimsesiz acılarıyla yoğruldu. Nasır tuttu. Bırakın bulutların gitmesini, şu 31 yıl 4 ay sonrasında kara bulutlar tepemize inadına bindi. Çocuklarımız öldü. Bir değil, on değil, yüz değil, bin değil... Saya saya bitiremeyeceğimiz kadar çok acımız birikti. Bu yüzden öfkeli, kızgın ve bitmek bilmeyen bir savaştan bıkkın bu topraklarda kapatılacak çok hesabımız birikti.
Bu hesap defterinin neresinde duracaksınız bilmiyorum ama size büyük görev düşüyor. Size özlemiyle kavrulduğunuz bu memlekette ellerinde mumlarla barışı arayanlar adına sesleniyorum. Öfke dilini yenmeye çabalıyoruz. Bu savaş bitsin diye kaşlarını çatmış insanlarımızın arasında zulamızda gizlediğimiz bir tatlı ‘gülümse’menin hesabı ile dört dolanıyoruz. Yükselen ırkçılığın, bıçkın öfke dilinin, koyu hamasetin hâkim olduğu bu coğrafyada barışın dilini ne bulmak ne de yerine oturtmak kolay. Yakında siz de bunu yaşaya yaşaya, şaşıra şaşıra, bizim gibi yavaş yavaş öğreneceksiniz. Sözlerinizle, yazdıklarınızla, yaptıklarınızla kuşkusuz bu sürecin kısa bir zamanda önemli bir aktörü olacaksınız.
Şu sıralar en çok bir umuda ihtiyacımız var, belki de bu umudun meşalesini tutan ellerden biri de sizsiniz. ‘Gülümseme’ye hazır bekliyoruz. Sayın Burkay, cennetimiz ve cehennemimiz yalnız ve güzel ülkemize hoşgeldiniz.