Tanımlayamadığım bir burukluk var içimde. Anlamak için çabalarken inceden bir sızının yüreğime saplandığını hissediyorum.

Yabancısı olduğum bir sızı.

Ne yapsam olmuyor. Ne yana dönsem o uğursuz sızı gelip karşıma dikiliyor.

Babasız çocukların çığlıkları uzaktan fırlatılan bir nacak gibi gelip beynime saplanıyor. Ben bu haldeysem ya o çocuklar, onlar ne halde kim bilir!

Aşkın, anıların ve mülteci yaraların şairi Cemal Süreya, bir babanın ölümü karşısındaki çaresizliği bir cümleye nasıl sığdırmış hep hayret ederim.

"Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim babam bir kere öldü, kör oldum."

Sözün bittiği yer, acının en dayanılmaz olduğu yerdir.

***

Hrant Dink'in oğlu Arat Dink, daha hırçın, daha fırtınalı bir acıdan bahsediyor bize.

"Hayatımın en kötü gününde üzüntü ve öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz ona.

Nasıl bir ülke burası?

O üzüntümün içinde bana şaşkınlığı nasıl hissettirebildiniz" diye sorduktan sonra sözün bittiği yere geliyor.

"Bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum."

Sahi üzüntünün içinde şaşkınlığı nasıl hissettirebiliyorsunuz?

Babalarını elinden aldığınız çocuklara bu şaşkınlığı niye yaşatıyorsunuz?

Bunca kötülüğü ne ara biriktirdiniz içinizde?

***

Hrant'ın kızı Delal, acısını anlatırken acıyı hissetmiş yüreklere seslenerek şöyle diyordu; babam hâlâ o kaldırımda yatıyor, bir el verin de kalksın."

Bu feryadın karşısında ne söylenebilir?

Emin olun söylenecek ne varsa bir avutmadan ibarettir.

O kadar çok acı yaşıyor, öylesine çok acıya tanık oluyoruz ki dost oluyoruz bir yerde, acıya yaslanıyoruz.

Sırtımızı dayadığımız yer belki acıdır, ama o kadar tanıdık ve güvenli ki... Bizden bir parça gibi.

***

Ve adını çığlığında öğrendiğimiz Tahir Elçi'nin kızı Nazenin Elçi...

Sadece Nazenin için masa başına oturup yazmak istedim. Adını çığlığında öğrendiğim bir insanın acısına ortak olmak, kederli yalnızlığını duyumsamak istedim.

Yazmaya başlarken babasız çocuklardan bir sağnak yağmur üzerime serpiştirdi.

İnsanlar farklı olsa da acılar aynı... Aynı ağıtlar farklı cümlelerle dile geliyor. Bazen dile gelmeyip en derinlere gömülüyor. Kiminin içi üşüyor, kimisinin gülüşü göçüyor.

Babasının ölümü Nazenin için çığlık çığlığa bir isyana dönüştü. O acılı yürek babası vurularak öldürülen bir kızın tesellisiyle sakinleşip kendine gelmiş. Bir genç kız usulca Nazenin'e yaklaşarak "benim babam da vurularak öldü" demiş.

Nazenin bir anda sakinleşmiş. Acıların ortak diliyle seslenen birini duymak onun acısını serpiştirmiş. Demek ki onun yaşadıklarını başkaları da yaşamış. Demek ki başka yürekler de böyle çırpınmış. Başkalarının eli ayağı da böyle buz kesmiş.

"Babam avukatlık tehlikeli derken ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım."

"Babamın haklı olduğunu bilsem de tam olarak ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım. Ama fikrim değişmedi, korkmuyorum."

"Telefonuma baktım 'Tahir Elçi öldürüldü' yazıyordu. İnanmadım. Hâlâ inanmıyorum. O kadar gerçek üstü geliyor ki... Bazen telefonu elime alıyorum babamı aramak için... Ve aramayacağımı fark ediyorum, şaşırıyorum."

***

Bir an güvendiğin dağlara kar yağdığını düşünüyorsun. Güneşin aydınlığında o karlar eriyecek nasıl olsa! Yüreğinde alev alev yanan o derin düş kırıklığına bir müddet sahip çıkmıyorsun.

Ve o bildik nasihatler tespih taneleri gibi diziliyor... Aman umudunu yitirme, unutma acı insanı güçlü kılar. Acının üstüne üstüne gideceksin, korkmayacaksın!

Etraf kalabalık, insandan geçilmiyor ama sen kalabalıklar içinde kendini yalnız hissediyorsun. Seslerine tahammül etmediğim insanlar, yenik düştüğün sorunlar karşına çıkıyor.

Bir başına kalınca birikmiş bütün şeyler için ağlıyorsun. Yalnız akşam serinliğinde değil günün her saati üşüyorsun. Geceler uzun oluyor, bitmek bilmiyor.

Uykularına sığınıyorsun, uykusuzluktan değil kimsesizlikten.

***

Yüreği yüreğime denk düşen bir arkadaşım yakın zamanda babasını kaybetti. O daha başka anlatıyordu içini yiyip bitiren babasızlık acısını.

"Biliyor musun içim üşüyorum benim" demişti bir keresinde. Abuk subuk teselli sözlerimle yanında olduğumu söylemiştim. O da hafiften çırpınan bir su birikintisi gibi yalnızlığını anlatmıştı.

Gözyaşlarını tutmak için çabaladıkça sesini yitiriyordu. Sesi duyulmaz olmuştu. Serçelerin yediği ekmek kırıntıları gibi küçük, kırık döküktü cümleleri. Kederini anlatmaya da serçeleri doyurmaya da yetmiyordu.

Gitmiştir ama yine de anılarından tutunur insan. İçinden bir türlü uğurlamak istemez.

Çünkü babalar ölünce evlatlar kör olur!