Yönetmen Elmas Arus, Roman halkının yakın zamana kadar Türkiye’de yok sayıldığını, Avrupa’da ise politik olarak ötekileştirildiğini söyledi.

Arus, medyanın da ayrımcılığa uğrayan kesimlere karşı siyasetin ötekileştiren tutumunu destekleyen, popülist bir yaklaşım içinde olduğunu ifade etti.

BasHaberde yayınlanan söyleşi şöyle:

Türkiye sosyolojik anlamda çok renkli bir ülke. Sizce bu renkliliğin yanında tüm etnik, politik, kültürel gruplara karşı gerçekten hoşgörülü bir ülkede mi yaşıyoruz?

Hoşgörü aslında tartışılması gereken bir kavramdır. Neye göre hoşgörü? İnsanlar kendileri gibi düşünmeyen etnik politik kültürel grupların değerlerine düşüncelerine yaşam şekline saygı göstermeyi becerebiliyorsa onları anlayabiliyorsa budur hoşgörü. Şu anda sizce böyle bir ortam var mı? Yani öyle pembe bir tablo çizmek çok mümkün değil.  Sahiden hoşgörülüysek bu toplumun çatışma hali neden?

Romanların Türkiye şartlarında yaşadığı tüm sorunları göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza uzun bir liste çıkıyor. Sizce Romanların en büyük problemi nedir ve nasıl çözülür?

Aslında Romanların çok fazla birbirine bağlı, çok fazla içiçe geçmiş sorunları var. Yani en çok istihdam, eğitim, ayrımcılık, kentsel dönüşümün yarattığı mağduriyeti temel vatandaşlık haklarına erişimde sıkıntılarla karşı karşıyalar. Bu saydığımız sorunların öncelik sırası bölgesel olarak değişiklik gösterse de sorunların en başını istihdam sorunu ve sonucu olarak derin yoksulluk çekiyor. Bu sorun büyük çoğunluğun sorunu. Bütün sorunlarla parelel giden sosyal ayrımcılık ise sorunların derinleşmesindeki en büyük etken sayılabilir.

Romanlar uluslararası arenada da çeşitli ayrımcı politikalara maruz kalıyor. Bu ayrımcılığa neden olan şey nedir?

Türkiye’de de Avrupa’da da ayrımcılık sorunu var. Avrupa’da daha çok devlet politikalarında ayrımcılık görünüyor. Devletin politikasında ayrımcı bir tavır varsa halkında kendisinden farklı olana tahammülü olmaz tabi. Birçok Avrupa ülkesi bu durumla henüz yeni yüzleşiyor. Ama Romanlara gelince bu demokrasinin adaletin terazisi yanlış işliyor. Türkiye topraklarına baktığımız zaman daha çok sosyal, sınıfsal bir ayrımcılık göze çarpıyor. Toplumun Roman toplumuna uyguladığı, farklı yaşam tarzından kaynaklı ötekileştiren bir ayrımcılık tablosu var. Türkiye coğrafyasındaki Romanların hoşgörülü bir ortamda, Türkiye devletinin, Türkiye toplumunun hoşgörüsü içerisinde yaşadığı iddia ediliyor. Hoşgörü beklemek için kötü bir davranış sergilemek gerekiyor. Farklı olmak kötülük mü? Sürekli Romanlara da iyi davranıldığını dillendirmek ayrımcılığın, ötekileştirmenin ta kendisidir. Türkiye’de Romanlar daha çok görünmeyen kesimin içinde yer alıyor. Son dönemde görünmeye başladı. Görünmemek, yok sayılmak ayrımcılığın en şiddetli hali bence. Yani o kadar yoksun ki sana şiddet bile uygulanamıyor.

AB’nin bu yöndeki politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AB’den ziyade AB’ye üye ülkelerin politikalarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bir taraftan Romanların gördüğü ayrımcı şiddeti gördüğün zaman samimiyeti sorgulaman lazım. Çok fazla eksik taraf, çok fazla önyargı var. Avrupa ülkelerinin bir çoğunda bu sorun mevcut. Macaristan’da çok fazla ayrımcılık var. İsveç daha yeni “Beyaz kitap” yani Romanlara uyguladığı ayrımcılık ve şiddetle yüzleşmek için yazılmış bir kitap yayınladı. Bu yüzleşme anlamında çok önemli. Ancak bunlar yeterli değil. Somut olarak ortaya bir şeyler koymak gerekiyor. Bu anlamda AB’nin fonlarıyla bir şeyler yapılıyor. Ama yeterli değil. Romanların durumunu iyileştirilmesi için ülkelerin samimi bir tavır sergileyip ulusal politikalarında bu duruma yer vermeleri gerekiyor.

Bundan dört yıl önce hükümet tarafından 'Roman Açılımı' adıyla başlayan bir süreç söz konusu. Bu girişim Romanlar açısından ne ifade ediyor? Sizce bu açılım uygulama anlamında ne durumda?

Biz Roman dernekleri veya sürecin takipçileri olarak açılımı destekledik. Çünkü görünmeyen bir sorunun görünür hale gelmesi bizim için çok önemliydi. Bu Romanlarda STK’ların sayısında artışa neden oldu. Romanların kendisinde, toplumda ve medyada farkındalık yarattı. Bu önemliydi ama salt görünür kılmak yeterli değil. Eğer bu kadar zamanda bunu destekleyecek sosyal politikalar yoksa ortada bir eksiklik vardır. Eğer eğitimde, istihdamda eksiklikler olduğunu söylüyorsanız, bunu çözüme kavuşturmak için derhal somut adımlar atılmalı. Atılan her adım büyüktür. Ama ortada çok büyük bir sorun var. Bu sorunu görünür kılanlar, çözüm için de somut işler yapmalıdır. Açılımı destekliyoruz. Ama acilen altının doldurulması gerekiyor.

Bu yıl Roul Wallenberg insani yardım ödülünü aldınız. Ancak bir çok medya sizin çalışmalarınızdan çok Roman kimliğinizi ön plana çıkarttı. Medyanın bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Medya’nın popülist, ayrımcı yapısı burada kendini gösteriyor. Yaptığınız işten ziyade kimliğinizin görünmesi, size yönelik ön yargıyı çok net ortaya koyuyor. “Bir Roman da ödül almış. Bir Çingene de bunu yapmış” söylemi medyanın ayrıştırıcı tutumunun göstergesi zaten. Medyanın iki yüzlülüğü burada kendini gösteriyor. Yani ne olursan ol. Ne yaparsan yap. O zihinlerdeki ayrımcı tablonun dışına çıkamıyorsun. Bunlar seni popülizme de kurban eder. Yaptıklarını da değersizleştirir.

Bir söyleşinizde ' Çingene kelimesinin altındaki önyargıların ve ayrımcı politikaların ortadan kaldırılması gerekiyor.' demiştiniz. Bu nasıl olacak?

Bu kavramın altını temiz söylemlerle doldurmak gerekiyor. Yani çingene kelimesine hakettiği anlamı yüklemek gerekiyor. O kelime bir topluluğu, bir kimliği, bir yaşamı simgeliyorsa o şekilde kullanmak, kelimenin altındaki ayrımcı söylemleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunun içinde ayrımcılıkla mücadele eden, nefret söylemini cezalandıran bir politikaya ihtiyacımız var. Zihinlerdeki ayrımcılığı yok etmek için belki yüzyıllara ihtiyacımız var. Ama bir yerden başlamak gerekiyor.