Lâl oldum. Sinene başımı dayadığım gibi uyudum, öyle, alelacele. Yeter ki ay ışığı olsun tepemde. Yıldızlar geçti gitti, aktı mevsimler.

Bir çıkar yol bulamadım fezaya. Feleği hizaya getiremedim. Güneş doğdu, güneş battı. Başka bir güneş yaktı beni. Dimdik durdum, sendelemedim...

İşte koptum geldim, dizlerin dibine. Serilecekse, ben serileyim yurduna. Neler feda edilmişti uğruna. Ne aldım, ne verdim, ne sayıp, ne döktüm. Çok çok, sus pus oldum.

Hayretler içinde kaldım, bu mükemmel döngü...

“Yolları sever misin?” Daha başka nasıl sorulabilir bu soru? Aynaya bakmayalı yıllar oldu. Dağlar, çöller ve okyanuslar aşılarak gelindi menzile. Bize şahdamarımızdan yakınmış da biz ona güneşler kadar uzakmışız, aman aman... Yolları devirdin de ne buldun sanki? Anca koca bir boşluk, koca bir hiç... Hep aynı yere döneceksek, durmak bilmeyen bu arayış niye? Yalınlığını ve derinliğini paylaşacak bir yürek miydi derdin? Eremedin. Saydın, saydın, kuşkulu ve korkulu kanatları kıskandın. Sakinliği denesen, itilecekti anahtar. Ruhlar raks ederken sahnede. Fark yaratamadı feriştahı sayende. Şekilsiz, şemalsiz ve flu. Yamaçların dik, patikaların çamurluydu. Ah, çıkışları hep sevdim de inmeleri bir türlü bilemedim...

Egolar dışarı çıktı, gurur yerlerde, eşikler aşıldı, kılıçlar çekildi, kale kapıları kapandı arkadan. Dönüş yok artık geri. Az kaldı, başlıyor masal...