Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Elazığ’da katıldığı bir mitingde yine Zerdüştlük ve Ezidilik üzerinden dini inançlara hakaret etmekten kendini alamadı.

Çıkıp ‘“...Bunların zaten yaradanla ilgisi yok. Yeri belli bu teröristlerin. Bunlar Zerdüşt. Kendileri anlatıyor. Yezidilikten bahsediyorlar. Yezidi de olsa teröre bulaşmadığı sürece insan insan olduğu için yine değer veririz” diyor. Bu her şeyden önce bir başbakanın ciddiyetine yakışacak bir üslup ve bir başbakanın kullanacağı argüman değil. Başbakanı durdurmak için acaba çıkıp şunu mu demek lazım. ‘Ee, senin de ataların ‘at’ yiyordu! Sütünden de kımız yapıp içiyorlardı, Ha bir de Şamanist idiler!’

Ne kadar itici cümleler değil mi?

Ezidilik, Zerdüştlük ya da herhangi bir inanca hakaret edilmemesini istemek için onu açıklamaya, felsefesini anlatmaya gerek yok. Bir insan eğer bir çalı süpürgesine inanıyorsa ve bu konuda samimiyse, bu durumda diğer bütün insanlar buna saygı duymalı. Bu aynı zamanda kendi inancınıza saygı duymanın da gereği. Başka inançlara saygısızlık edenlerin en başta kendi inançlarında samimi olmadıkları, onu kullandıkları düşünülür.

Zerdüştlük, Alevilik, Kızılbaşlılık, Pembe gömleklilik ve her ne varsa… Türkiye toplumunu oluşturan tüm halklar ve onların inançları her zaman gerçek İslamı içselleştirmemiş, çıkarları için yeniden kurgulamış eski ve mevcut statüko koruyucuları tarafından saldırıya uğramıştır, uğramaya devam ediyor.

Etnik bir kökene ait olan bir kelimenin, ‘Ermeni’nin, yani bir halkın adının ‘hakaret’ amacıyla kullanıldığı bir ülkedir burası

Gidin Anadolu’nun herhangi bir köyüne ve köylü Hasan’a ‘Ermeni!” deyin. O köyden tek parça çıkarsanız şanslısınız demektir.

Ancak ‘köylü Hasanı’ı bu hale getiren işte tam da Sayın Başbakandır, onun kara bir bulut gibi bu coğrafya üzerine çökmüş uygulamalarıdır. Şehirli Meclis Başkanı Cemil’lerin, hatta Cumhurbaşkanı’nın bile ‘Ermeni’ kelimesini hakaret olarak algıladığını hatırlayıp, ‘köylü Hasan’dan ‘özür’ dileyerek devam edelim.

Başbakan inançları kafaya takmış, bulabildiği her fırsatta saldırmaktan kendini alamıyor. Diline pelesenk yaptığı Zerdüşlük ve Ezidilik, Kurmaylarının takıntı haline getirdikleri Alevilik…

Asıl mesele birkaç gün önce Diyarbakır’da Kürt siyasetçilerin Ezidi inancından Kürtlerin temsilcileriyle yaptıkları gayet anlamlı bir toplantı ve burada Sayın Ahmet Türk’ün yapılan haksızlıklar adına Ezidiler’den özür dilemesiydi.

Diyelim ki, Sayın Başbakan Zerdüşt ya da Ezidi olmamızı istemiyor, belli ki ‘cehennemlik olacağımızı’ düşünüyor, yani bizi kolluyor. Peki Diyarbakır başta olmak üzere Kürt illerinde bir süredir halkın bir araya gelip kıldığı ve ‘sivil Cuma’ adını verdikleri ibadeti niye ağzına sakız yapıyor?

İslam inancına uygun değil mi Cuma namazı kılmak? İslam inancı değil mi Başbakanın beslenmekten bir an bile durmadığı, politik çıkarı uğruna kullanageldiği?

 

‘KUZU’ KILIĞINDA ‘ŞEYTAN’ OLMAK!

Meclis Anayasa Komisyonu başkanı ve aynı zamanda bizi 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan ‘kurtaracak’ bir sayın Milletvekili,’ "Yarın BDP her zamanki gibi şeytana uyar da anadilde eğitim isterse ne olacak?” diyor. Bu cümleyi neresinden tutmak lazım, bilmek mümkün değil. Ancak siz bunun bir cümle gibi göründüğüne de bakmayın, bu cümleyi sarf eden kişinin ‘Kuzu’luğuna da. Birincisi; Kuzu’ya göre BDP her zaman şeytana uyan bir partidir. İkincisi de BDP tabanını oluşturan Kürtlerin (büyük çoğunlukla) kendi anadilleriyle eğitim istemeleri ‘şeytanca’ bir söylem olacaktır.

Şeytanı ‘şeytan’ yapan şey Tanrı’nın emirlerine karşı çıkması değil miydi? Yeryüzünde başka yaratıcı olmadığına göre Kürtleri de ‘aynı’ Tanrı yaratmadı mı? Ve bildiğimiz kadarıyla Tanrı’nın Kürtlere ‘Yaşadığınız sürece Türkçe konuşacaksınız!’ diye özel bir emri olmadığına göre… Şimdi, Tanrının yarattığı bir halkın kendi dilinde eğitim hakkını istemesini ‘şeytan’ca bulmak aslında ‘ne olmanın’ ta kendisidir?