Allah'ın bildiğini kuldan saklamayın... Yazıktır, ayıptır, günahtır!

''Bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de...'' ''İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa 'Ad koyalım' diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur."

"Şuna inanıyorum geçmişle yüzleşerek geleceğe yürürken geçmişin davaları ile geleceği ipotek altına almamak mümkündür. Çünkü gelecek aydınlık yarınlarla doludur."

Bu sözlerle yola çıkan bir siyasinin geldiği nokta... 34 Kürt köylüsü öldürüldüğü için askeri yetkililere teşekkür etmek oldu!

Soğuk bir kış gecesi 28 Aralık 2011'de 28'i aynı aileden 19'u çocuk 34 kişi savaş uçaklarının bombardımanıyla Roboski'de katledildi.

Dönemin Başbakan’ı Erdoğan, "Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle teşekkür ediyorum" dedi.

***

Başbakanlığının ilk günlerinde, 10 Ekim 1993'te Avrupa Konseyi toplantısı için gittiği Viyana'da, Kürt sorununun çözümü yolunda "BASK modeli"ni telaffuz ederek geleneksel ezber dışına çıkan Tansu Çiller, daha sonra tam aksi yönde seyreden bir rotaya yöneldi.

”Vatan için ölen de, öldüren de şereflidir” diyerek çetelere sahip çıkan döneminin yeminli Kürt düşmanı Başbakan Tansu Çiller”di. Şerefli olanın kim olmadığı çok açık oysa... Vatan için millet için, dava için, din için bu yalanlar olmasa acaba iktidardaki egemenler için ölecek, öldürecek insanları nereden bulacaklardı, diye sormadan edemiyor insan.

26 Mart 1994'te Güneydoğu'da PKK'ye karşı askeri operasyonların yoğun olduğu günler... Şırnak'ta Cudi Dağı eteklerindeki Kuşkonar ve Koçağılı köyleri bombalandı. Bombardıman bittiğinde yüzlerce insanın yaşadığı iki köyde 38 kişi yaşamını yitirdi. 13 köylü yaralandı.

Yakınlarını topluca defneden köylüler bir daha dönmemek üzere topraklarını terkettiler. İlk açıklamada bu korkunç katliamı PKK'nin gerçekleştirdiği belirtilse de bunun devlet tarafından yapıldığı anlaşıldı.

Evvelden ahire muhteşem bir "dönüş" değil mi?

***

Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, bombardımanın emrini, "Ankara'da Hava Kuvvetleri'nde görüntüleri analiz eden komutanların verdiğini" söylerken, AKP'nin siyasi kadroları bunun ölenlerin kabahati olduğunu söyleme küstahlığını gösterdiler.

Başbakan Erdoğan, Roboski katliamını gündemde tutanların "terör örgütü ve uzantıları olduğunu" söyledi. Sonrasında "her kürtaj bir Uludere'dir" dedi. Kürd’ün acısı siyasete meze yapıldı.

***

Katliamın soruşturma aşaması daha derin sosyolojik ayrışmalara yol açan bir tutarsızlıkla yürüdü.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliama ilişkin sürdürdüğü soruşturmada görevsizlik kararı verdi. Savcılık dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı'na gönderdi.


Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın kararı devletin derin delhizlerinde nasıl bir hukuksuzluğun olduğunun gerekçesi gibiydi. “Askerlerin görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı” kanaatine varmıştı.

Kararda “Hava harekâtı silahsız siviller olduğu bilinen bir gruba yönelik olarak değil, mevcut istihbari bilgiler çerçevesinde silahlı terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen bir gruba yönelik icra edilmiştir” denildi. “Özellikle sivillere yönelik bilinçli ve kasıtlı bir harekâtın söz konusu olmadığı” bu noktada hava harekâtı düzenlenmesine karar veren askerlerin “kaçınılmaz hataya düştüklerini”, bu durumda Ceza Kanunu’na göre “kusurlu sayılamayacakları” belirtildi.

Kürtler kaçınılmaz olarak ölecekti... Kusur yok, ihmal yok...Ölmek var, yalnızca ölmek.


* * *

Ancak mahkeme heyetinin iki üyesi savcılığın kullandığı takdir yetkisinde hukuka aykırılık görmezken, heyet başkanı karşı görüş belirtiyor. Hâkim Albay Oğuz Pürtaş, "Kamu davasın açılması için yeterli şüphe nedeni mevcut olup, mecburilik ilkesi gereğince savcının dava açması zorunludur. Bu hususta savcının takdir yetkisi bulunmamaktadır." Pürtaş, bu çerçevede, kusurluluğun olup olmadığının yargılama sonucu ortaya çıkması tezini savunarak "kaçınılmaz hataya düşülüp düşülmediği hususunda karar verilebilmesi için salt genel ve hukuki bilgi yeterli olmayabileceğini” de belirtiyor, bu çerçevede “bilirkişi görüşünün alınması gerektiğini” savunuyor.

“Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kamu vicdanını tatmin etmeyeceği, kısa vadede maslahata uygun ve kamu yararına uygun gözükse de uzun vadede mülkün temeli olan adalet duygusuna ve devlete zarar vereceği düşüncesi ile çoğunluk kararına karşı oy kullandım.”

***

Son olarak ortaya çıkan belgeler "kaçınılmaz hataya düştükleri" tezinin bir karartmadan ibaret olduğunu gösterdi.

Dönemin istihbarat Başkanı Albay Aygün Eker, İHA’ların geçtiği görüntülerdeki kişilerin kaçakçı olduğu yönündeki değerlendirmelerini üstleriyle paylaştığını, 2. Ordu Komutanlığı’na iletmesinden sonra, 2. Ordu Komutanı Servet Yörük’e kararın yanlış olduğunu ve sonuçlarının vahim olacağını söylediğini belirtti. 2. Ordu Komutanı Yörük ise buna karşılık “Genelkurmay, kesin bilgiler olmasa bu kararı vermez” dediğini söyledi.

Katliam sonrası gelişen süreç, geçmişin vahim hatalarının eksiksiz tekrarlandığını, devletin refleksinin, siyaset kurumunun sorumsuz ve basiretsiz halinin devam ettiğini gösteriyor.

Tansu Çiller'i Tayyip Erdoğan'dan, Kuşkonar'ı Roboski'den ayırmak ne mümkün! Sadece olaylar değil söylemler bile aynı. Büyüsü bitmeyen bir merhametsizliktir sürüp giden.

Ölüsünün mezarına kapanan Kürd’ün bir tek dediği kalıyor geriye; Allah'ın bildiğini kuldan saklamayın... Yazıktır, ayıptır, günahtır!