Öncelikle içinde geçmekte olduğumuz sürecin çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir;

PKK 1984 Ağustos’unda başlattığı (hiçbir zaman tasvip etmediğimiz hak arama yöntemi olan) silahlı mücadelenin yerini tamamen siyasi mücadeleye terk etmesi sürecin hızla barışa doğru ilerlemesi açısından olmazsa olmazdır. Hem çatışma-şiddet, hem de barış dili oluşturmanın imkânsızlığını defalarca denemiş ve netice alamadığımızı görmüştük. Yeniden aynı yanlışla geldiğimiz noktada hem evlatlarımızı kaybetmeyi, hem de esaslı bir barıştan uzaklaşmayı göze alamayız.

PKK silahlarını ebediyen susturmalı, provokasyona mahal verebilecek söz ve beyanatlardan kaçınmalı ve elbette ki TSK’da artık neticesi zehir gibi acı olan operasyonlarını sona erdirmelidir. Kararlı, kardeşlik ve adalete uygun; ülkenin bundan sonra benzeri sorunlarla uğraş(tırıl)masına zemin oluşturabilecek g/ayrilikleri giderici yasal/anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemeler sadece ve sadece essah bir kardeşlik, insan haklarına duyarlı ve özgürlük adına yapılmalıdır. Birilerinin anlamak istediği “yoksa ülke elden gider” babında olmamalı.

Sonrasında ise;

Devletin üniter yapısı, resmi dili ve bayrağı korunarak:

1. Anayasal Vatandaşlık öne çıkarılarak kabulü

2. Anadilde eğitiminin önce(likle) özel okullarla serbest bırakılması

3. Değiştirilen ilçe, köy, mezra isimlerinin iade edilmesi (veya) ikisinin birlikte kullanılması. (Bu konuda yasal düzenleme olmayınca ciddi sıkıntılar baş göstermektedir)

4. Ekonomik kalkınma hamlesi başlatılması (bu bağlamda kamu arazileri 20–30 yıllığına köylüye verilmeli)

5. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi,

6. Boşaltılan köylerin ya cazip hale getirilmesi ya da mağdurların şehirde yaşamaları için ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili desteklerin sunulması.

7. Koruculuk sisteminin kaldırılması ve tarım-hayvancılık konularında eğitilmesi.   Bir araştırma komisyonunun kurulması, zira bölgede korucu olan ve olmayanlar arasında patolojik sorunlar oluşmuş durumda ve “rövanş alma”nın önüne geçilebilir.

8. Evlatlarını kaybeden bütün annelere yönelik “acıyı dindirme” destekleri verilmesi.

9. Siyasi af çıkarılması. Tabi bu affın sadece PKK’lılar için değil tüm siyasi mahkûmları kapsaması gerek.

Genel olarak Kürtlerin kimlik ve kültürleri ile ilgili talepleri

. Kimlik

. Yaşama

. Geliştirme düzeyindedir -ki bu talepler de birlik ve beraberliği perçinlemekten başka hiçbir amaç taşımayacak kadar masum taleplerdir.

Bölgede yaşanan sorunun adını doğru koyduktan sonra gerçekten ekonomik alanda yaşanan sıkıntıların oluşturduğu ve/veya körüklediği "Kürt Sorununa" farklı bakmamız gerektiği kanaatindeyim.

Bir ülkede insanlardan bazıları çok lüks yaşarken büyük kısmı ekonomik imkânsızlıklarla bocalıyorsa vatandaşların devletiyle çok da barışık davranması beklenemez. Açlık sınırının 900 TL’yi, açlık içinde milyonların yaşadığı bir Türkiye’den söz ediyoruz. Eğer bazı bölgelerde etnik bir farklılıkla beraber ekonomik adaletsizlik de söz konusuysa o zaman etnik olarak başka kökenden olanların devletle barışık olması iki kere sıkıntıya girer. Hiçbir art niyet olmasa bile bu dengesizliği manipüle etmek birileri için hiç de zor olmamaktadır. 80’li yılların sol jargonunu bilmeyenimiz yoktur. Haksız ve haksızlıkta direnen bir elit kesim, karşısında da “eşitlik” vaad eden sosyalist/komünist söylem… O dönemde de yüzlerce genç can süreci tezgâhlayanların eliyle öldürülmüştü.

Bu sebeple,

Hükümetlerin yapamadıkları, bazen de yaptıklarını zannettikleri bölgeye yönelik iyileştirme politikaları mutlaka başlatılmalı. Kimilerince pozitif ayrımcılık olarak da nitelendirilen bu iyileştirme aslında pozitif ayrımcılık falan değildir. Sadece yıllarca ihmal edilen bölgeye hakkının teslim edilmesidir. Kimi zaman paketler açıldı, kimi zaman ekonomik hamleler başlatıldı, kimi zaman da teşvikler verildi... Ama hepsi kocaman bir hiçten ibaret kaldı. "Aldatmaca, kandırmaca" dedikleri buydu herhalde.

En basit bir örnekle işin boyutunun ne kadar efti-püften değerlendirilmeye çalışıldığını görebiliriz:

Siz hükümet olarak (2002 öncesi)  Diyarbakır’da, Şırnak’ta trilyonlarca lirayı bölgenin Kürt çocukları için harcama adına kalkıp bu çocuklara bale öğretirseniz kocaman bir fiyasko yaşarsınız.

Siz kalkıp Batman’a, Hakkâri’ye gençleri kazanma adına trilyonları çim hokeyine ayırırsanız bu aileleri ve gençleri rencide edeceğini dahi düşünmediğiniz için boş ve nahoş iş yapmış olursunuz. Bu anlayışla yapılan “Nişantaşı mantığıyla Yüksekova çocuğunu okuma, anlama, yorumlama” yanlışına düşmek demektir. Diyarbakır, Şırnak, Batman, Hakkârili çocuklara, gençlere trilyonlarca lira harcayıp! Bale ve çim hokeyi öğret ve bu projelerle bu çocukları yarınlara hazırla: SKANDAL bu… ve nitekim sonuç ortada. Boşa giden zaman, kaybedilen gençlik ve heba edilen (aslında birilerin cebine giden trilyonlar) tek kelimeyle utanç verici…

Yıllar önce (1990’lı yılların sonu) dönemin Diyarbakır valisine bin bir güçlükle ulaşıp çocuklar ve gençlerin çok hızlı bir şekilde madde bağımlılığına, kapkaça doğru yol aldığını ve bunu önlemenin yöntem ve projelerini anlatmıştım. Bu projede -maddi yararı olacağı şüphesiyle- yer almayacağımı gönüllü destek vereceğimi iletmiştim.

Neden? sorusuna;

“Çünkü bunlar bizim halkımızın çocukları” cevabını verdiğim için “bölücülük yaptığım” gerekçesiyle makamdan kovulmuştum.

İşte bölge halkı yaşanan bu acı tecrübelerden kaynaklı olsa gerek, Ak Parti'nin çok iyi çalışıp, kaynağını ve nokta tespitlerini yaptıktan sonra açıkladığı "GAP EYLEM PLANI" da kimi çevrelerce aynı endişeyle karşılandı.

Bundan böyle ekonomik sıkıntıları bölgede yaşamak istemediğimizi defalarca ve çeşitli vesilelerle hükümete bildirdik. "Bütçenin uygun olup olmaması hükümetin sorunudur. Kaynağını bir yerlerden bulup ekonomik gidişatı değiştirmelidir" dedik. Şimdi "GAP EYLEM PLANI"nda gördüğümüz odur ki iş ciddiye alınmış ve bu kez tasarlanan "zaman kazanma, boş paket açma" türü bir operasyonun yapılmadığıdır.

Bundan önce 58. hükümetin de bölgeye yönelik ekonomik düzenlemesi olmuştu. Ancak düzenlemelerde olduğu gibi vergi muafiyeti, prim vb. konularda Düzce ve Osmaniye'yi Diyarbakır ve Şırnak'la aynı kategoriye koyarsanız doğal olarak yatırımcı Osmaniye ve Düzce'yi tercih edecektir. Zira cazip gelen adı geçen illerdir. Ulaşım, iklim, güvenlik vb. avantajlar Düzce'de çok daha iyi seviyededir.

Bu sebeple son ekonomik tedbirin bölgede işsizliğe ciddi çözüm getirmesini, alım gücünü arttırmasını ve sıcak para sirkülâsyonunun sürekli hissedilmesini bekliyoruz.

Kısacası son açıklanan planın "bölgesel GSMH"yı iyi derecede arttıracağına inanıyoruz.

Ancak böyle bir ekonomik destekle "Kürt Sorunu" çözüme kavuşacaktır. Tabi ki bütün bunlar birden olup bitecek işler değildir. Ama önce niyetin, projelerin pratiğini görmemiz gerek. Şahsen "GAP EYLEM PLANI" ile ilgili endişe taşımadığımı belirtmek istiyorum. Zira detayına vakıf olduğum söz konusu proje, plan çok istekli ve derse iyi çalışılarak hazırlanmıştır.

Arzu edilen barış, kardeşlik için iktisadi seferberlik olmazsa olmazdır. Diğer saydığımız unsurlarla beraber ekonomi alanındaki acil önlemler barış sürecinde mevcut yaraların acısını dindirmede önemli rol oynayacağı muhakkaktır. Kürt sorunu sadece terör sorunu, sadece fakirlik, geri kalmışlık sorunu ve sadece kültürel haklar sorunu olarak da görüldüğünde sorun eksik bırakılmış demektir. Eksik teşhisin de sorunun çözümün eksik bırakacağını söylememe gerek yoktur.

Ve;

Biliyoruz ki ülkede sağlıklı işleyen demokrasi olmadı, adilane yönetim sergilenmedi, insan haklarına riayet edilmedi, ekonomik alanda refah yaşanmadı, özgürlüklere engellendi…

İşte bütün bunlar bölgede ve ülkemizde bir sorun meydana getirdi;

Bizim buralarda buna acil çözüm bekleyen “Kürt Sorunu” derler. İşte bu sorunu ancak “kardeşlik ve hakkaniyeti” ön plana çekersek çözebiliriz.

Yoksa

Allah korusun…