Kürdlere göre; Jirîn-Qarxûna jorîn... Ermenistan Devletine göre ise Eçmiedzin kentinin Gratatê köyünde, güneşin doğmasından az sonra bir bebek sesi duyuldu.

Kürdün köyüdür, tarih 8 Mayıs 1924, kimse gülmüyor, kimse sevinmiyor, acıyı yarıştırmak olmaz, olamaz zaten, biliyorum bunu.. Tarihimde hiçbir zaman yok olmayacak bir lanet olarak durmak istemiyorum, o köyden başlayıp anlatmalıyım, susarsam yağmuru bile kirli İstanbul'da kendimi vuracağım. Kara bir boncuk gibi, 1915'te yapılmış zulmün savunucuları gibi..

1915'te de, sonrasında da en büyük acıyı kim yaşadı dersek ayıp ederiz, acı acıdır, Ermeniler mesela, Ermeniler büyük bir halktı ve geniş coğrafyalarda acılarını bıraktılar. Bir de küçük, küçücük ve de yoksul oldukları için elleri kalemsiz, boyunları yüzyıllardır hep kırık, Müslümanlar'ın haram sınıfının yerlikleri var: Êzîdî Kürdler...

Onlar bizlerin konuşulmazları.. Onlar bizlerin bahsetmedikleri.. Onlar diasporasızlardır. Onlar parasızlar ve de sofradaki yerleri haram sayılanlardır, onlar bırakın Lobi'yi evlerinde doğru düzgün bir odası bile zor olanlardır, onlar Ermenistan'da azımsanamayacak bir nüfusa sahip olanlar ve orada her an vurulabileceklerdir, onlar iki defa Kürd doğan ve de öldükçe öldürülenlerdir.. 1915 bütün dünyanın bıçaklandığı bir tarihtir, en fazla en güçsüz öldürüldü. Ve Êzîdî Kürdler 1915'in; anlatılmayan, anlatıldığında ise hesapların alt üst olduğu bahtsız çocuklarıdır.

Zaman 8 Mayıs 1924, kar henüz kalkmış, toprak büyük oranda karalaşmıştı. Kürdün vatansızlığı çölde yaşayan bir Berfînin kaderidir ve Jirîn köylüleri Serhadı özlüyordu, Ağrı Dağından Van Gölüne kadar özlüyordu, aynı köyü paylaştıkları komşularını, akrabalarını düşünüyorlardı. Sonrasında gerek Rusya'nın arzuları, gerekse de Osmanlının salavatları ve İttihat-Terrakinin entikalarıyla öldürüle öldürüle uzaklaştırıldıkları ata mezarları vardı, ölmeden o mezarlığa yakın yaşamak Yezdanê Dilowan'dan en büyük istekleriydi. Dini rehberleri Şêx Adî'nin sünnetinden tutun da, kitapları Mishefa Reş'in ayetlerine kadar bütün dualarında vatanları vardı.

Zaman 8 Mayıs 1924... Osmanlı dağılmıştır, 1 yıl sonra Şêx Saîd ayaklanması olacak ve sonrasında dramlar dolu hayatıyla Bir Karapetê Xaço da, Bir Cegerxwîn de yaylalarından koparılıp ovalarla dolu Suriye'ye, Kürdlerin Rojavası’na sürülecektir. Bugün Qarxûna Jorîn'de bir çocuk doğmuştur, ama bu haberi alan ihtiyarlar daha da derinlere dalıyor. Evet bir çocuk doğmuştu ve neredeyse, neden doğdun ey çocuk, diye azarlanacaktı.

Adettir, denizin dibine de sürülseler ve orada nefes almak mümkün olsun yeter; adet yine adettir. Köyün gün görmüş yaşlılarından biri bebeğin evine gelir, bebeği temizleyip ihtiyara getirirler, biraz Ezîdî ve biraz da Müslümanca tutar çocuğu, onu güneşe tutup kulaklarına 3 kez şunu söyler: 'Navê te Sehîdê Îbo, navê te Sehîdê Îbo, navê te Sehîdê İbo!'

İhtiyarın gözleri 1915 öncesine uzanır. Şimdi ihtiyarın gözlerinin uzandığı yere beraber gideceğiz, sonra da yüzü güneşle, kulağı da ihtiyarın sesiyle dolan Sehîdê Îbo'ya geri döneceğiz. Ve ihtiyarın gözleri Ağrı-Gilîdax'ın yamacındaki köylerine uzanır, 1915 felaketiyle beraber terk etmek zorunda kaldıkları vatanlarına.. O vakit de her vakit gibi Ezîdîler'in okul okuyanı, kitap tutanı azdı. O az sayıda olanlarda biri de Ahmedê Mirazî'ydi. Ahmed, Evdalê Zeynikê'nin bütün dinlere körleşip Ermeni Gulê'ye aşık olduğu Tutak ilçesindendir, Kürdler'in din ayrımı yapmadan bir arada yaşadığı Müslüman ve Ezîdî bir köyde doğmuştur. Köydeki birkaç Êzîdî ileri geleni bir karar alırlar, Êzîdi çocukları da tıpkı Müslüman Kürd çocukları gibi İmamın yanına gönderilecek ve İmam onlara okuyup yazmasını öğretecek, sonrasında ise bu çocuklar daha başka yerlere gönderilip Êzîdîler ile ilgili kim ne yazmışsa alıp köylerine getireceklerdi. Haram da olsa bunu tatmak istiyorlardı, zira gözlerin bakması haram da olsa dünya rengarenkti ve renkler gibi kitaplar da sözlü geleneğin Pîrî olan Êzîdîler'i cezbediyordu. Êzîdiler'in bir kısmı bu okuma işine karşı çıkmış. Onlara göre okumanın kendisi zaten haramdı, bir de üstüne bir İmam'dan ders almaları haramın da haramıydı! Böyle düşünenler böyle düşünmeyenlerin yanında azmış ve bizim öteki Kürdler de tıpkı Müslüman olanları gibi okuyup yazmaya başlamışlar. Bu devrim diğer Êzîdî köylerinde de duyulmuş ve zamanla Êzîdî evlerinde; kitap, kalem ve kağıt çöle inen nur dolu bir su gibi çoğalmış.

Bu okuyup yazanlardan biri olan Ehmedê Mirazî, çağın en büyük vahşetlerini gözleriyle görüp sözüyle dillendirirken, elindeki kalemle beraber doğduğu Tutak'tan öleceği Ermenistan'a kadar ayağını bastığı bütün topraklarda; bir yandan Kürdler'in birliğini savunmuş, bir yandan da bütün komşuların birbirini kestiği bu korkunç kargaşada Ermeniler'in safına geçmiş, savaşa savaşa Ermenistan'a geçmiştir. Kendisi de der, kardeşin kardeşi bıçakladığı bir zamandı.. Ermenistan'a geçen Êzîdi Kürdler yazdıklarını çoğaltmak isterler, lakin bütün matbaalar Rus Devletine aittir ve bir Kürd'e bu hakkı tanımaları, hem de Osmanlı'ya karşı geri çekilmek zorunda kalmalarına sebep olan bir halka karşı bu hakkı tanımaları çok zordur. Okuma ve yazmanın az olduğu bir halktan doğmak ne kadar zor ise, kitap basmak da o kadar zordur ve bütün kitapların Rus Anayasasını pekiştirmesi gerekmektedir, durum buyken bir Kürdün tarihini not altına alması dili koparılmış bir bülbülün şakırdamaya çalışması gibidir, ancak Kürd başarır. Ehmedê Mirazî de bütün Êzîdiler gibi iki defa Kürd'tür ve iki defa koparılmış olan diliyle şakırdar.

Ehmedê Mirazî gibiler ilham olmuştur, mesela Sehîdê Îbo'ya.. Îbo, Êrîvan'da başladığı eğitimini Moskova'da verdiği doktora teziyle bitirir. Erîvan Enstitüsünde çocuk doktoru olarak çalışmaya başlar, bir elinde ilaçları, ötekisinde ise şiir kitapları vardır. Şiir onun hayatının kolonudur. Şair Îbo tıptaki başarılarıyla enstitüde bölüm başkanlığına kadar yükselir. Ta Waşington'a kadar araştırmalarını genişletip dünyanın birçok ülkesine gider, çocuk hastalıkları konusunda her geçen gün ufku daha da derinleşir, bütün çocuklara derman olamayacağını, böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilir, ama bütün hayatını çocuklara derman edecek kadar çalışır. Avrupa'nın sayılı doktorlarından biri olur. Sadece Tıp Bilimlerinde yüzden fazla esere sahiptir. Kurdê Rêwî adlı romanından tutun da başka birçok kitabı da var ve Profesör Îbo kitaplarının çoğunu anadilinde yazar. Bilimsel çalışmalarını Ermenice de yazmıştır.

Erîvan'a tekrar döndüğünde kendisine hasta çocuklarını getiren Kürdler'e ilk sorduğu soru şudur: 'Çocuğun adı nedir?' Şayet çocuğun adı Kürdçe değilse başlarmış kızmaya. Doktor çocukları o kadar yakından tanıyormuş ki bir halkın yarınlarda var olabilmesinin tarihinden çok, çocuklarıyla mümkün olabileceğini söylermiş. Zaten insansız bir tarih, sobadaki sırasını bekleyen bir yakacaktan farksızdır.

Îbo'nun namı dalga dalga bütün bölgeye yayılır. Kafkasya'dan tutun da Avrupa'ya kadar, birçok yerden birçok çocuğun ellerindeki dermanı almak için kapısını çaldığı bir Pîr olmuştur.

Ermeni çocuklarının Doktor Kurdosuydu, Kürd çocuklarının Apê Îbosuydu, dünyanın birçok yerinde ise tanınan bu adamın adı, Profesör Îbo'ydu. Herkesin ellerine hasret olduğu bu adamın yüreği ise daha güneylerde kalmıştı. O güneyler ki Ermenîler için ilk insanın yaratıldığı Ararat Dağıydı, Kürdler için Gilî Dax idi ve devletsiz oldukları için öldürüle öldürüle mezarlıkları doldurmuş Kürdlere ağlıyordu Profesör.

Karabağ için her ne kadar da Azeri ve Ermeniler arasında olan bir katliam denilse de, devletler hep iki yüzlüdür, çünkü Ermenistan Devleti Karabağ'da Kürd öldürürken, İran Devleti Mahabadlıları asıyor, Türkiye Cumhuriyeti Dêrsim'den başlatıp Zîlana kadar insan kemikleri saçarken, Irak da Halepçe’de zehirli gazlarla öldürüyor ve Suriye'de herkes Şam'ın asıl vatandaşı iken Kürdler memur olarak devlet hizmetine alınmıyordu, devletin damgalı kimlikleriydi..

Îbo'nun yüreği 2 koca yangını yaşıyordu, yüreğinde yanan iki kocaman Cehennemi söndürmeye çalışıyordu. Bunlardan biri çocukların ölümcül hastalıkları, öbürü ise Kürdlerin hiç bitmemiş 1915'leridir.

Hiçbir zaman Kürdlüğünden vazgeçmedi, Ermenistan Devleti Êzîdi Kürdler ile diğer Kürdler'in hiçbir zaman bir rüyada bile buluşmalarını istemiyordu, ancak Profesör 1915'te Ermeniler'e yapılmış olan somut soykırım neyse, Ermeni Devletinin şuan Kürdlerin Birliğine karşı almış olduğu soyut soykırım tavrını da öyle görüyordu.

Sovyet Bloğunun da tamamen dağılmasından sonra Ermenistan Devleti'nin bütün Kürdlere yayın yapan Erivan Radyosuna karşı baskısı artmıştı. Profesör Îbo hem bir yazar, hem bir dengbêj, hem de bir doktordu. Ve Hrant Dink için Agos Gazetesi neyse, onun için de Êrîvan Radyosu öyleydi. Agos Gazetesini nasıl ki Türkiye Cumhuriyeti'nin bir lütfu olarak görmüyor isek, yaşama hakkı bir lütuf mu olur, evet aynı şekilde de herhangi bir konuda daha konuşmaya başlar başlamaz bize Êrîvan Radyosunu verdikleri bir lütuf olarak gösteren Ermeni Devletine katılmıyorum, üstelik milli siyasetlerinde, böylesi bir yaşam hakkını lütuf olarak gösterip karşılarındakilerin boynunu kırmaya çalışmasından dolayı bütün dünya devletlerini kınayabileceğim gibi onları da kınıyorum.

Devlet; Radyoda yayın yapan Kürdleri iki kısma ayırmıştı, nefret edilesi Kürdler ve de yaşayabilecek Kürdler olarak. Kürdlüğü sadece Êzîdîlik olarak yaşamak isteyenler her neyse de, peki ya diğerleri yaşamayı hak ediyorlar mıydı? Bu Profesör olacak adam hem şairdi, hem yazar, hem dünyanın birçok yerinde tanınan biri ve hem de Ermenilerle Kürdlerin kardeşliğini savunmasının yanında Kürdlerin Birliği için de beyin yoran biriydi. Çağ 1990'lardı ve Celadet Bedîrxan'ın mezarı Şam'daydı. Her ne kadar da Ermenistan'da birçok çocuk onun ellerinden şifa bulmuşlarsa bile, yeni bir Celadet Bedîrxan'a tahammüleri yoktu ve katiyen de olamazdı!

Devlet çok hızlı çalışıyordu, o yıllarda Erivan Radyosu ikiye ayrıldı, bir tarafta Kürdlerin Birliğini savunanlar, diğer tarafta ise Êzîdîliği savunup dünden yana tavır koyanlar karşı karşıya geldiler. Yayınları ayrıldı ve Radyo iki ayrı Kürd olarak yayınlarına devam etti. Ayrılan sadece radyo frekansları değildi, varlıkları daha da parçalanıyordu, bir halkın tarih boyunca en zayıf noktası Qazî Mihemed'in de İran Devleti tarafından öldürülmeden önce söylediği gibi, ittifaksızlıktı. Profesör her iki kesim tarafından da sevilen biriydi, o ise ayrıldıkça ayrılmış bir halkın daha fazla parçalanmasını değil, tam tersine daha fazla kucaklaşmalarını istiyordu. Devlet neyi bağırıyorsa, Profesör ise tersini söylüyordu.. Devletin gazabını üstüne çekiyordu..

1991 idi.. Profesör belki Evdalê Zeynikê için yazacağı romanını düşünüyordu, belki en son kendisine gelen çocuğun derdini, belki Radyodaki dostu Karapetê Xaço ile yakın zamanda buluşmayı, belki Hawar Dergisini derlemeyi, belki Musa Anter'in Birîna Reş kitabını, belki Van Gölündeki Akdamar Kilisesini, belki Saddam Hüseyin zaliminin Kürdlere yaptığını, belki dünyada yaygınlaşacağını düşündüğü televizyonlarla beraber radyoların düşeceği durumu, belki tarih boyunca Kürdlerin her an yıkılabilecek olan ittifaklarını, belki evde kendisini bekleyen çocuklarını, belki de sevgilisini... Profesör her zamanki gibi düşünüyordu, düşünmek onun için elzemdi, çünkü alışmış bir bünye düşünemeden yaşayamazdı.

Profesör Erivan sokaklarında yürürken; Musa Anter Diyarbakır Sokaklarındaki pusuya henüz düşürülmemişti. Profesör Erivan’ın havasını ciğerine doldurup yürümeye devam ederken; Hrant Dink'in Şişli'deki kaldırımda katiline doğru yürümesine daha çok vardı. Profesör Îbo bir şeyler duyuyordu, boğuk bir ses, çok uzaklardan ona doğru gelen ve geldikçe bütün varlığını boğarcasına çoğala çoğala gelen bir gürültü oluyordu bu ses. Bu sesi tanımıyordu, tanımlayamıyordu, kundurularının yerde bıraktığı sese yoğunlaşmaya çalışıyordu, ama ne etse de bunu başaramıyordu. Her şeyin bir kokusu, sesi ve rengi vardır, ölüm de gelirken kendisini hissettirir. Profesörü öldürmek için Vatansever Milliyetçiler görevlendirilmişti. Ve bir ses ve sonrasında yer kan doldu!

Güneş o kanı alıp gökyüzüne kaldırdı, yer Erîvan'dır, zaman ise Kürdün 1915'i. Kürdün ahı bütün Erivan semasını doldurdu. Erivan'da Ermeni bir Ogün Samast, Ermeni Milliyetçisi ve de Resmi Devletin ileri sürdüğü biri Profesör Îbo'yu öldürür.

2015'e 1 yıl kaldı. Hrant Dink Türkiye'de, Profesör Îbo ise Ermenistan da öldürüldü. Biz bütün Kürdler olarak 19 Ocak'ta da diğer bütün günlerde de 'Hepimiz Ermeniyiz, Hepmiz Hrantız, Ahparig!' diye bağırdık ve de bağıracağız. Çünkü dedelerimizin yaptıklarıyla yüzleşiyoruz, Ermeniler'e karşı işlenmiş bütün ayıpları, bir Caferi’nin sırtını parçalarcasına zikirde kullandığı demirler gibi hem özür dilemeyle ve hem de pratikle göstermeye hazırdık, hazırız ve de hazır olacağız. Ermeni kardeşlerimiz tekrar anayurtlarına dönünceye kadar da bu böyle devam edecek.

Acaba Ermenistan'da bir yürüyüş yapılsa, herkes 'Hepimiz Kürdüz, Hepimiz Profesör Îboyuz, Em li vir in' diye haykırılsa, karşılıklı olarak 1915'i Erîvan'ından Qamişlo'suna kadar konuşabilsek... Sahi Ermenistan'da böyle bir şey mümkün müdür?

Profesör Îbo'ya, Hrant Dink'e ve devletsizlikten dolayı sağlam bir kütüphanesi olmayan 1915'in bütün ötekilerine rahmet diliyorum. Profesör Îbo'nun bazı eserleri:

- Terşinek bûyîna pişikê zarokên ‘emrê hetanî yek salî da (monografya, bi zimanê ermenî, 1976)
- Danasîn bi bijîşkiya zarokan (monografya, bi zimanê ermenî, 1983)
- Xwerekdayîna zarokên saxlem (kitêba bijîşkiyê, bi zimanê ermenî)
- Şîretê doxtir (kitêba bijîşkiyê, bi kurdî, 1974)
- Siba we xêr (kitêba bijîşkiyê, bi kurdî).
- Bîst salên din (şi‘r, bi kurdî)
- Quma min (şi‘r, bi kurdî)
- Azadî (şi‘r, bi kurdî)
- Sînem (şi‘r, bi kurdî)
- Duryan (berevokeke serhatiyan, bi kurdî)
- Kurdê rêwî (roman, 1979)

***

Ermenilerin ve Hepimizin Hrant Dink’ini Türk Milliyetçisi Ogün Samast öldürdü.

Kürdlerin ve Hepimizin Seyidê Îbosunu da Ermeni Milliyetçisi Ogün Samast öldürdü.

Katil aynı katildir.

Çünkü bütün milliyetçiler aynı çetenin çocuklarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl yargılıyorsam, Ermenistan Devleti’ni de katilleri saklamak ve de cinayete azmettirmekten yargılıyorum.

Edî bes e lo, edî bes e! Em hemû profesör in? Em hemû Sehîdê Îbo ne? Em hemû li vir in?



Sarkis Hatspanian’ın Vahap Işık’ın bu yazısına yanıtı:
2015'e 1 yıl kala, yalana karşı mücadele bir insanlık görevidir!