Kürdistan, hepsi olmasa da ortalama bir Türk için, olmayan bir coğrafyanın uydurulmuş ismi, bölünme duygusunu yaratan sözcüklerden en başı çekenidir. Benzer kıstaslarda bir Kürt için ise, kelimenin telaffuzu halinde bile ömrünün yarısını zindanlarda geçirebileceğin kadar tehlikeli ve ısrarla sesli ya da sessiz söylemeyi göze alacak kadar da önemli bir sözcük.

Beraberinde sürekli olarak gözaltı, tutuklama, cezaevi, propaganda, örgüt üyeliği gibi kavramlarla kullanılan Kürdistan kelimesi artık yasak değil, hatta içinde Kürdistan kelimesi geçen yasal bir parti dahi kuruldu. Partiya Demokrata Kürdistan Türkiye (PDK-T) kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na verdi.

“Diyarbakır buluşmasından” sonra gündeme gelen yeni bir Kürt partisinin kurulması konusuna Sayın Demirtaş, temkinli yaklaşmış ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle kavgalı ya da onu görmezden gelecek yapı ya da yapılanmaların Kürt coğrafyasında etkili olamayacaklarını ifade etmişti. Diyarbakır’daki, Akp-Şivan Perwer, Barzani buluşmasının ardından, Güney Kürdistan’daki KDP’nin Türkiye kolu olan T-KDP de Türkiye’de siyasal alana çıkmayı düşünürken, tarihsel hizipleri bulunan PDK-T resmen kurulduğunu ilan etti.

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) ilk kez,1961 Anayasası’nın getirdiği kısmi özgürlükler ortamından yararlanarak 1965 yılında Av.Faik Bucak tarafından kuruldu. Parti o dönemde var olan neredeyse tüm Kürt örgütleri gibi Barzani’nin etkisindeydi şüphesiz. T-KDP, çok kısa bir süre sonra partinin önder kadrolarından Dr.Sait Kırmızıtoprak (Şivan) ve Sait Elçi arasındaki çekişmeler sonunda “sağ ve sol” olmak üzere ikiye ayrıldı. TKDP ve T-KDP olarak ikiye ayrılan gruplardan T-KDP lideri Dr.Şıvan Güney Kürdistan’da öldürülür. İddialara göre Dr.Şıvan’ı öldüren Barzani’dir, Sait Elçi olayı da gerekçe gösterilmektedir. Dr.Şıvan’ın ölümünden sonra örgüt tasfiye olur ancak sonra Şıvancılar diye yeniden yapılanır.

Sonraki süreçte “sağ kanat” olarak tanımlanan TKDP’den muhalefet ederek ayrılanlar da KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) adı altında yeniden örgütlemeye başlar. KUK, kısmen sosyalist kısmen de ulusal bir söylem geliştirerek kendisine taraftar toplamaya çalışır.

KUK’un en bilinen yanı ise o dönem Apocular olarak adlandırılan PKK ile uzun süren çatışmalara girmiş bir örgüt olmasıdır. Özellikle 1980 öncesi dönemlerde KUK ile PKK arasında şiddetli çatışmalar yaşanır, çatışmalar 80 sonrasına hatta sınır dışına, Güney Kürdistan’a, da kayar. Taraflar birbirlerini ajan ya da işbirlikçi olmakla suçlar.

Fakat açık olan bir gerçeklik ise T-KDP/KUK hareketine Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin açık desteğiydi. PKK, o dönem yoğun bir biçimde etkisi yaşanan Barzani hareketinden kopuk bir biçimde kendi dinamikleriyle, lider kadrosuyla ve kurtuluşu aradıkları kaynaklarla diğer Kürt örgütlerinden ayrışıyordu. Çatışmanın temel nedenlerinden biri de buydu aslında. Çünkü PKK, Kürt egemen sınıfları ve geleneksel Kürt kimliğiyle de savaşıyordu.

Bavê Kurdan (Kürtlerin Babası) olarak tanımlanan Abdülhamit döneminden beri Egemen Kürt sınıflarla devlet arasında var olagelen bir uzlaşma, ittifak söz konusu. Bu ittifak İttihat ve Terakki döneminde hatta 1923’lere kadar devam ediyor. Çok partili dönemde Kürt feodal aşiret reisleri (Bucak Aşireti gibi) ile AP (Adalet Partisi) arasında da benzer ittifaklar söz konusu.

Peki, geldiğimiz noktada içinde Kürdistan olan bir partinin kuruluyor olması, Türkiye’nin ananelerinde bulunan, inkâr, imha ve asimilasyonun artık bertaraf edildiğinin mi bir göstergesi? AKP’nin demokratikleşme hamlelerinden bir diğeri mi? Bu sorulara ben şahsen olumlu cevaplar veremiyorum. Meşhur Diyarbakır buluşmasından sonra buluşmanın “uysal Kürt” yaratma saikleriyle gerçekleştirildiğini ve AKP’nin barış uvertürlerinin esas amacının bölgesel güç olma ve ekonomik çıkarlar olduğunu açıkça gördük. Tüm bunların gerçekleşmesi için de tabir yerindeyse sorun çıkarmayacak Kürt örgütlerinin olması gerekiyor. Hiç şüphe yok ki şu an hâlihazırda bulunan Kürt Özgürlük Hareketi AKP’nin istediği türden bir yapılanma değil. Barzani ile dostluk pozları veren Hükümetin hamlelerinin hemen arkasından yeni patilerin kurulmasını, içinde Kürdistan geçse bile, bir demokratikleşme hamlesi olarak okumak sanırım biraz saflık olur. AKP, Barzanici ve Erdoğancı Kürtlere oynuyor çok açık bir biçimde. Ya da daha da abartılı bir ifadeyle Erdoğan yeni “Bavê Kurdan” olmaya mı çalışıyor?