Dün, Birleşik Özgürlük Güçleri adına Suriye’nin Minbiç kentinin özgürleşmesi için savaşırken hayatını kaybeden 23 yaşındaki Eylem Ataş’ın 101 gündür sınırda bekleyen cenazesinin ülkeye girişine izin verildi.
 
23 yaşındayken özgürlük ve insanlık adına savaşırken yaşamını kaybetmesine mi yoksa cenazesinin 101 gün sınırda bekletilmesine mi daha fazla üzüldük?
 
Cenazesini 101 gün sonra, 101 kere daha öldürdükten sonra girişine izin verilmesine sevinecek kadar aptallaştırdılar bizleri.
 
Eylem Ataş kızımızın doğduğu topraklara kavuşmasının ardından bugün birçok güzel haberi daha arka arkaya aldık.
 
Hurşit Külter’in yaşadığı, Kerkük’te olduğu ve basın açıklaması yapacağı haberi ile hem şaşırdık hem sevindik.
 
133 gündür kendisinden haber alınamayan, yaşamından ümit kesilen DBP Şırnak il yöneticisi Hurşit Külter’in bulunması için bugüne kadar yapılan tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı. Yaptığı basın açıklamasını kimilerimiz yetersiz bulsa ve “neden Kandil yerine Kerkük seçildi?” sorusu sorulsa da yaşanan kayıplar içerisinde canlı olarak ortaya çıkan ilk kişi olarak sevindirdi bizleri.
 
Ardından yazar ve öğretmen, Yunus Nadi ve Haldun Taner ödüllerinin sahibi Murat Özyaşar, 7 günlük gözaltı sonrası serbest bırakıldı. 21 gün önce babalığı tadan Murat Özyaşar’ın serbest bırakılması hepimizi sevindirdi.
 
DBP eş genel Başkanı Kamran Yüksek’in bugün ilk duruşması vardı. 7 ay önce tutuklanan Yüksek ilk defa duruşmaya çıkıyordu ve ilk duruşmada tahliye edildi.
Sevindik.
 
Aslına bakarsak sevinilecek durumlar değil.
 
Sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, yıkımlar olmasaydı, Hurşit Külter vakası olmayacak, yaşanmayacaktı. DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek tutuklanmayacaktı.
 
Suriye’de iç savaşı yaratan güçler olmasaydı, IŞİD olmasaydı, petrol için savaş olmasaydı, Eylem kızımız hayatta olacaktı.
 
15 Temmuz darbesi! Yaşanmış olmasaydı, Fetullah Gülen cemaatine yıllarca destek sunulmasaydı, okullarına izin verilmeseydi, yardım ve yataklık yapılmasaydı, on binlerce işten çıkarma, tutuklama, operasyonlar olmayacak, Murat Özyaşar gibi yazarlarımız yazmaya, bizler de yazdıklarını okumaya devam edecektik.
 
İnsanlar güç elde etmek, güçlenmek, gücünü diğer insanlara baskı aracı olarak kullanmak ve daha fazla güç elde etmek istemeseydi,
 
Daha fazla kazanç, mal varlığı, güç elde etmek için insanlıklarından çıkmasaydı,
 
İnsanlar, doğaya, bizim dışımızdaki canlılara, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz varlıklara biraz saygılı davransalardı,
 
İnsanlar insan olduklarını unutmasalardı,
 
Yaşadığımız kötü günleri yaşamayacak, bugün sevindiğimiz ağlanacak halimize gülmeyecektik…
Kötülük arttıkça, azına sevinir olduk…
 
Suriye’ye askeri varlık olarak girişimizi, Suriye’nin egemenlik haklarına aykırı bir davranış olarak görmedikçe, Irak’taki varlığımızın uluslararası hukuka aykırı olduğunu kabul etmedikçe başımız daha çok ağrıyacak, baskı ve şiddet daha da yoğunlaşacak, az işkence gördüğümüze sevineceğiz!
 
Bir an için tersinden düşünelim.
 
Sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar devam ederken, evler yakılıp yıkılır, sivil ve silahsız insanlar öldürülürken, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, “Oradaki Kürtler kardeşimizdir, onlarla akrabayız. Onlara yapılanlar bize yapılmış sayılır. Bölgenin demografik yapısının değiştirilmesine asla müsaade etmeyiz” diye bir karar alıp, silahlı peşmergeleriyle operasyon yapılan bölgelere girselerdi ne düşünürdük?
 
“Türk hükümeti haddini bilsin, kardeşlerimize zulüm edilirken bizler burada duramayız, onların yanında olacağız” deselerdi cevabımız ne olurdu?
 
Gerek Suriye’de gerekse Irak’ta askeri varlık olarak bulunmak, bu iki ülkenin iç işlerine müdahaledir. Nasıl ki kendi ülkemizin içişlerine müdahaleyi kabul edemiyorsak, bizlerin de başka ülkelerin içişlerine müdahalemizi onların kabul etmesini bekleyemeyiz.
 
O toprakların sahibi o topraklar üzerinde yaşayanlardır ve kendi toprakları için karar verecek güç kendileridir.
 
Yardım etmek ayrıdır, müdahale etmek ayrıdır.
 
Bir ülkenin yasal yönetiminin kararlarına saygı göstermek, diplomasidir ve diplomasi sokak diliyle yapılmaz.
 
Bu tür müdahaleler bizleri bataklığa saplamaktan, acılarımızı arttırmaktan, gözyaşlarımızı akıtmaktan başka bir şeye yaramaz.
 
Küçük sevinçlerimizle mutlu olmak yerine önümüzdeki büyük sorunların yaratılmasını engellemek amacıyla mücadele etmek gerekir.
 
Ülke zor durumda.
 
İnsanlar zor durumda.
 
İşkence yaygınlaşıyor.
 
İnsan hak ihlalleri her gün artarak devam ediyor.
 
Kanunlar TBMM yerine hükümet tarafından yapılıyor.
 
Adalet, hiçbir delil olmaksızın 22 yıldır İlhan Çomak’ı içeride tutacak kadar acizleşmiş.
 
Bugün yaşananların yarınlarda bizlere sunacağı güzel ve aydınlık günler yok. Yapılanlar, ne yapanlar için ne de bizler için güzel sonuçlar çıkarmayacaktır.
 
Acılar daha fazla büyümeden doğru düşünmek ve doğru hareket etmek insanım diyen herkesin görevidir.