2008 yılının ortalarıydı. Zamanın Türk Dil Kurumu Başkanı, Kaşgarlı Mahmut'un 1074 yılında yazdığı Divan-ı Lügati-t Türk'te "Ütüg" diye bir kelimenin geçtiğini belirterek, "Bu ütünün ta kendisidir. Şeklen şimdikinde benzemese de bu biz Türklerin elbiselerini o dönemde bile ütüleyerek giydiklerini gösteriyor" demişti.

Bu günden geçmişe, özelliklede siyaset ve hukuk alanında yaşananlara baktığımızda yukarıda bahsedilen konunun gerçeklik payının olduğunu fazlasıyla görüyor gibiyiz. Yalnız bir farkla. Evet, ortada “Ütüg” diye bir şey vardır ama biz Türkler bunu elbiseleri ütülemek için değil olsa olsa kafa ütülemek için kullanmış olabiliriz.

Tarih 08 Şubat 2010. Hrant Dink davasında davanın seyrini değiştireceği iddia edilen "gizli tanık” evde unutulduğu için mahkemeye getirilmemişti. Zamanın Emniyet Müdürü “Gizli tanığın getirilmesi ile ilgili bize talimat ulaşmadı” diyerek kendine göre kafa ütülemeye çalışmıştı. Lakin kafayı esas olarak Mahkeme Başkanı ütülemiş, “Gizli Tanık Türkçeyi zor konuşuyormuş, tercüman da bulamayınca çağırmadım” diye açıklama yapmıştı. Artık davanın gidişatını değiştireceği söylenen gizli tanığın hangi dili konuştuğunu da siz düşünün.

Aslına bakılırsa bu ülkede kafa ütüleme deyimi daha çok siyasiler ile anılır olmuştur. Zira siyaset bu ülkede dün söylenenin bugün söylenmemiş gibi kabul edilmesi üzerine inşa edilmiştir. Hatırlayın bir Başbakan Erdoğan’a “2’nci Peygamber” diyen AKP Aydın eski İl Başkanını. Nasıl da, “Kafa mı ütülüyorsun birader” diyenlere “Ben aslında Başbakan Erdoğan’a Melek gibi biri demek istemiştim” diyerek lafı gevelemişti.

Lakin hakkını yememek lazım Başbakan Erdoğan da bu konuda çok maharetliydi. Hatırlayın konuşmasını, eşinin başındaki türban yüzünden GATA’ya alınmamasını nasıl da “Bu toprakların hamurunda analara dil uzatmak yoktur. Eşim için yaptığımı, başka bir bayan içinde yaparım” diye anlatmıştı. Kuşkusuz bu sözü duyan hiç kimse Başbakana “Kafa mı ütülüyorsunuz Sayın Başbakan” diyemezdi. Lakin Mersinli çiftçiye “Ananı da al git” dediğinde gerçek ortaya çoktan çıkmıştı. Bu ülkede siyasiler güzel sözleri hep kafa ütülemek için söylüyordu.

Tarih 16 Kasım 2013. Yer Diyarbakır. Başbakan Erdoğan, Irak Kürdistan Yönetimi Başkanı Barzani ve sanatçı Şiwan Perwer’in de bulunduğu törende halka hitaben “Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, birlikte yeni bir Türkiye olduğunu göreceğiz. Hiç endişeniz olmasın” diye konuşarak genel af’a göz kırpmıştı. Aradan 3 gün geçmiş grup toplantısı çıkışında gazetecilerin “Cezaevleri boşalacak” sözlerinin genel af sinyali olup olmadığı sorusuna “Ben hayallerimi anlatıyorum siz genel af diyorsunuz” diyerek geçiştirmişti.

Kuşkusuz bu ve buna benzer söylemlere alışıktık. Gezi eylemlerini hatırlarsak, Başbakan Erdoğan daha ilk günden göstericileri “Çapulcu” diye lanse etmiş ve daha sonraki süreçte de muhalifleri sürekli tahrik etmişti. İlk günlerde temkinli olmayı yeğleyen kabine üyeleri ise Başbakan Erdoğan’ın bu açıklamasından destek almış, Gezi eylemleri hakkında ağızlarına geleni söylemişlerdi. Gel gör ki bu üyeler ne zaman ki yurt dışına çıkmış işte o zaman “Gezideki barışçıl eylem demokrasinin göstergesidir, Gezi demokratik haktır” gibi demeçler vermeye başlamışlardı.

Kaldı ki yurdum topraklarında yurdum insanının kafası sadece siyaset ve hukuk alanında ütülenmiyordu. Gezi eylemcilerinin %78’i Alevidir açıklamalarından tutun da, Ateist gençlerin % 61’i Allah’a inanıyor açıklamalarına kadar her şey kafa ütülemeye yönelikti. Ve sanki temelini Kanarya Sevenler Derneği atmış, açılışını da Satranç Federasyonu ve Üsküdar Musiki Cemiyeti yapacakmış gibi mahkemeler Tuzluçayır’da yapımı devam eden Cami-Cemevi projesine kültürel tesis diye onay vermişlerdi. Lakin işte bunlar hep kafa ütülemeye yönelikti.

Madem ütüden, kafa ütülemeden, siyasetten, siyasetçilerden bahsettik o halde yazıyı yurtdışında yaşayan Sevgili yazar ağabeyimiz Haydar Eroğlu’nun güzel bir sözüyle bitirelim:

Atıyorum. Bunu diyen bir politikacı ise gerçekten atıyordur.