Memleketi kasıp-kavuran soyguncular şebekesinin marifetleri, AKP yayın organlarının dışında kalan, neredeyse tüm yazılı ve görsel medyanın başat gündemi. Vurguncuların, soyguncuların üstüne gidilmesin mi, elbette gidilsin. Ancak bu yoğun gündem içinde bazı önemli gelişmeler de unutuluyor, bunlardan en önemlilerinden biri, Dicle Nehri kıyısında ve bir kısmı da Dicle Üniversitesi’nin kampüs alanı içinde olan tarihi Hevsel Bahçeleri’nde yapılan doğa kıyımı.

AKP iktidarı boyunca en fazla para harcanan iki temel yapı maddesi asfalt ve çimento sanırım. Zira nerede yeşili andıran bir renk varsa üstünün asfalt ya da çimentoyla kaplanması vahiy edilmiş sanki AKP’ye. Türkiye kartpostalında yeşil rengi bırakmamaya ant içmişler, yeşili sevdikleri tek yer Dolar herhalde.

AKP’nin yeşille savaşıp kaybettiği en önemli mevzilerden biri Gezi Parkı oldu. Bir aydan fazla bir zaman dilimi boyunca Türkiye’nin tüm kentleri, sokakları, meydanları Gezi’ye sahip çıktı. İstanbul resmindeki son yeşillerden birinin üstüne de beton dökmek isteyen AKP iktidarına karşı her kentten ayrı bir soluk yükseldi. Şüphesiz Gezi salt Taksim’de kalan birkaç ağacın kesilmesinin çığlığı değildi, toplumsal alanın her birimine nüfuz etmek isteyen otoriter bir yönetime karşı bir başkaldırıştı aynı zamanda. Ancak bu başkaldırının içinde ağacı korumak da vardı ve dahi başkaldırının da sembolüydü.

Peki, ağacı kereste, kesildiği yeri de inşaat sahası olarak gören bu iktidarı Gezi’de durduran o ruh, Diyarbakır’ın kalbi olan ve binyılları aşkın bir tarihselliği içinde barındıran Hevsel Bahçeleri’nin katledilmesi karşısında ölü taklidi mi yapıyor? Ya da bu ağaç katliamı adı hala müphem bir yön kavramıyla ifade edilen Türkiye Kürdistan’ında olduğu için mi umursanmıyor? İkinci ihtimalin bir kuruntu olmasını temenni ediyorum. Belki de bazı çevrelerin sıklıkla dile getirdikleri “Kürtler yeterince destek vermediler Gezi’ye” tevatürünün bir sonucu olarak gelişen karşı bir reflekstir.

Her hangi sebepten kaynaklı olarak Hevsel’e dair toplumsal bir muhalefet Tüm Türkiye’de yükselmiyorsa da, gerçek olan şey şu: Yaklaşık on bin yıllık Diyarbakır tarihinin neredeyse tamamına eşlik etmiş olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınması için başvuruda bulunulan Hevsel Bahçeleri’den şimdiye adar üç binden fazla ağaç kesilmiş, yedi bininin de kesilmesi planlanıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bölgeyi yapı ve rezerv alanı olarak ilan etmiş. Doğa Derneği Başkanı Engin Yıldız’a göre; DSİ bölgede 3 HES yapmak istiyor. Bu da bir bütün olarak Dicle Vadisi’nin doğal dengesini alt üst edecek. Valilikten yapılan açıklama ise çok tanıdık: “ağaç kesimlerinin bizimle bir ilgisi yok, bahsedilen bölgede yapılaşma söz konusu olamaz, bölge dokusuna uygun olarak tekrardan düzenlenecek”. Bu açıklamaların benzerlerini, özellikle “dokusuna uygun olarak tekrar düzenlenme” kısmını Taksim Gezi Parkı için de sıklıkla işitmiştik. Benim anladığım kadarıyla eğer herhangi bir yer “dokusuna uygun olarak tekrar düzenlenecekse” orada tehlike çanları çalıyor demektir. Devlet “adamıdır” vali neticede güven olmaz sözüne!

Hevsel’de Dicle Üniversitesi’nin öncülük ettiği bir grup gençle birlikte, kısmen Diyarbakır halkının da desteğiyle ağaç kesimi yapılan yerlerde çadırlar kurularak bir direniş başlatılmış. Bugün 5. Gününe giren bu direnişe rağmen doğa kıyımı devam ediyor hala.

Türkiye’nin batısındaki Gezi ruhunun Hevsel’e yetişmemesine dair yukarıda saydığım olasılıkların hiçbirinin doğru olmadığını ve şu sıralar açığa çıkan vurgun-soygun faaliyetlerinin yarattığı yoğun gündem arasında Hevsel’in kaybolup gittiğini ve kısa zamanda Hevsel’e ilişkin olarak yeterli duyarlılığın tüm Türkiye’den geleceğini umut ediyorum. Çünkü Gezi Parkı’ndaki ağaçla Hevsel Bahçeleri’ndeki ağaçların gölgesi aynı, aynı oksijeni veriyor bu ağaçlar, aynı tarihsel mirasın bir taşıyıcısı. İşte bu yüzden bunlardan biri yok olursa diğeri de yok olur. Gezi ruhu Hevsel’e yetişmeden boğulmasın lütfen!

#DirenHevsel