17 Aralık’tan bugüne, tabir yerindeyse “tüm yerleşik donuk ilişkiler arkalarında sürükledikleri saygıdeğer düşünce ve kanaatler silsilesiyle birlikte süpürülüp atılıyor”. Kemikleşmek için yola çıkanlar eriyip gidiyor ve tüm bunlar, insanların yaşam koşulları başta olmak üzere, onlardan alınan her şeyle yüzleşmek zorunda kalıyor.

Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’le oğlu arasında geçen telefon konuşması, paranın basit bir değişim aracı olmaktan öte çok da bir anlam taşımadığını öğretiyor bize. Baba Güler’in “para ne var” sorusuna, oğul Güler’in verdiği “kendi param, üç beş kuruş kalan param” cevabındaki “üç beş kuruşun” aslında 1 trilyon olduğunu konuşmanın ileriki bölümünden öğrenince, paraya yüklediğimiz tüm anlamların anlamsızlaştığını, paranın aslında çok da değerli bir şey olmadığını ancak yoksulların havsalalarında paranın değer kazandığını öğrenmiş oluyoruz. Ayrıca “üç beş kuruş kalan param” ifadesindeki “kalan param” kısmından da, harcandığını düşündüğümüz “beş on kuruşun yani bilmem kaç trilyonun da” olsa olsa kira, doğalgaz, elektrik gibi ihtiyaçlar için kullanıldığı tahmin ediyoruz!

Bir baba ile oğlunun arasında cereyan eden bu telefon görüşmesinin kayıtlarını okuduktan sonra, günlük 50-60 lira için sınırdan kaçak yollarla geçmeye çalışan 17’si çocuk ve 28’i aynı aileden olmak üzere toplamda 34 insanın füzelerle vurulmayı göze almalarını anlamsız buluyoruz. Baba Güler ile oğul Güler arasındaki bu konuşma kayıtlarını okuduktan sonra, Van-Gürpınar’ın bir köyünde 3 yaşındaki Muharrem bebeğin ateşi çıktığı için ölmek zorunda kalmasını, babasının ”üç beş kuruş” parasının olmamasına bağlıyoruz ve Muharrem bebeği ateşten öldüren babaya “birkaç kuruş” bir yerlere atmadığı için kızıyoruz.

Ülkeyi muktedirin yönetimindeki bir avuç yağmacı modern Mephisto yönetiyor. Ancak bu bir avuç modern Mephisto, her şeyin aynı anda kendi içinde dahi karşıtını barındırdığını ve zamanı dolduğunda yok olmak zorunda kaldığını bilmiyorlar. Oysa Goethe’nin Mephisto’su bunun farkındaydı ve o yüzden “…çünkü oluşan her şey, yok olmayı hak eder” diyordu. Ancak Goethe’nin Mephisto’sunun bu durumun farkında olması kadar doğal ne olabilir ki?

Belki muktedir de sonun yaklaştığını anlamıştır ve belki de o yüzdendir tüm bu öfkesi. “Alo Fatih” hattı dışında kalan tüm medya mensuplarına saygısızca saldırmaları belki de sonun yaklaştığı düşüncesinin dışa vurumudur. İnternetin fişini çekmek istemesi, kendisine soru soran gazeteciye “git öğren, bunları söyleyecek irade sende yok” diyecek kadar çirkinleşmesi bu yüzdendir belki. Sonun yaklaştığı düşüncesi, kaosu derinleştirme ve pervasızlıkta gittikçe aşırılaşma davranışlarını beraberinde getiriyor iktidar cenahında. Bu pervasızlığın en güncel örneği “Alo Fatih” serisindeki hadiselerle ilgili muktedire sorulan sorulara cevaben, muktedirin malum kanalı aradığını açıkça kabul etmesi hatta “Öğretmek durumundayız bu tür şeyleri” diye “Fatih medyası” üzerindeki rolüne ilişkin yaptığı itiraf oldu.

Ortada bilgi ve belgelerle duran ve biz yoksulların havsalaları için telaffuzu dahi zor olan rakamlarda hırsızlığa dair muktedir ve çevresi tarafından bu güne kadar tek ciddi bir savunma yapılmadı. Yolsuzluğun yapılmadığını yapılan, duble yollarla anlatmaya çalışmaktan başka.11 yıl boyunca sistematik bir biçimde yapılan hırsızlık, muktedirin de ifade ettiği gibi “babadan oğla” geleneğine uygun bir biçimde yürütülmüş. Ancak gelin görün ki bazı babalar oğullarını koruyamamış ve bir baba için en üzücü biçimde, oğlunun sabahın beşinde gözaltına alınış haberini TV’lerden öğrenmişti. Bazı babalar ise oğullarını koruyabilmiş ve hatta onları yanından ayırmayarak kimseciklere yedirtmemişti/yedirtmiyor.

Yapılan hırsızlığın boyutu, halkın zihnindeki hesap paradigmasının çok dışında olmasına ve henüz belki de tam anlamıyla kavranmamış olmasına karşın, kavranmayacağı anlamı çıkmaz bu durumdan.30 Mart’a kadar, belki daha önce, belki de daha sonra hırsızlığın boyutları kavranacak ve bu kavrayış pratik bir tepkiye dönecektir. O zaman kadar geçen sürede halkın tutumunu “kölelerin bilinçsizliği” olarak da değerlendirmeyeceğiz şüphesiz. Zira “milleti” fetişleştiren muktedirin karşısında, “halkı” köleleştirmek alternatif ya da doğru yol olamaz.

Muktedirin ve iktidarının tüm çabalarına rağmen filmin sonunu tahmin etmek çok güç değil, nihayetinde gelinecek noktayı da bırakalım Aziz Pavlus özetlesin; “Şimdi isli bir camdan bakıyoruz ama sonra yüz yüze geleceğiz”. Trilyonlara “üç beş kuruş” diyerek, milyonlarca insanla alay edenlerle yüz yüze geleceğimiz gün çok da uzak değil.